Köprü Anasayfa

Gecikmiş Bir Cihad Çağrısı

"Yaz 94" 47. Sayı

  • İlim yoluyla cihad

    A. Hatib

    Araştırma görevlisi

    İslâm’ın gâyesi küfrün karayılıklarını yok etmektir. Bunun en önemli vasıflarından biri de cihaddır. Cihadda ilk yapılması gereken de ilimle cihaddır. Böylece cehalete dayalı küfür karanlıkları dağıtılmış olacaktır.

    Dünyada ne kadar kötülük varsa bunların kaynağı bir bakıma cehâlettir. Hakka ulaşmak isteyen herkes öncelikle cehâletten kurtulmalıdır. Cihad için kolları sıvayan kişinin de ilk yapacağı iş budur. Onun içindir ki, cihadın en önemli çeşitlerinden birisi, hiç şüphesiz ilimle yapılan cihaddır. İslâm öncesi döneme, "Câhiliye" denilmesi, bilgisizliğin îmân etme önündeki en büyük engel olduğunun güzel bir ispatıdır. Bu aynı zamanda, câhiliğin, küfrün en önemli özelliği olduğunu da gösteriyor.

    İslâmın gâyesi küfrün karanlıklarını yok etmektir. Bunun en önemli vasıtalarından biri de cihaddır. Cihadda ilk yapılması gereken de ilimle cihaddır. Böylece cehalete dayalı küfür karanlıkları datılmış olacaktır.

    İlmin önemi çok büyüktür. Ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri de silah gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: "İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap."

    Cenab-ı Hak bu âyetle demek istiyor ki, "İnsanların ilim ve marifette yetişmiş olanlarını kesin delillerle, orta seviyede ilmi olanlarını ikna edici deliller ve belâğatlı öğütlerle, ilimce en aşağı mertebede olup mücâdele ve tartışmaya meraklı olanlarını güzel bir mücâdeleyle hak yoluna davet et. Bu şekilde vazifeni yaptıktan sonra dâvetine uymayanlara üzülme. Çünkü Yüce Rabbin onların hepsini bilir ve herkesin layık olduğu karşılığı verir."

    Görüldüğü gibi burada yapılması emredilen hususların hepsi ilimle yakından ilgili olup ancak bilgisi olanların yapabilecekleri hususlardır. Bunlar cihadın bir bölümü olan dâvetin vesileleri olduğuna göre, cihadla aynı önemi taşırlar.

    Temeli ilim yoluyla tebliğe ve dâvete dayanan İslâmiyette bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur’ân ile cihad" da denilir. En güzel mücâdele şekli, Kur’ân’ın mücâdele şeklidir. Bu gerçek, bizzat Kur’ân-ı Kerim’de şöyle dile getirilmektedir: "Sen kâfirlere itaat etme; onlara karşı bu Kur’ân’ın delillerini ortaya koyarak büyük bir cihad ile cihad et."

    Allah, bu âyetle Resûlüne büyük cihadı emretmektedir. Büyük cihaddan maksat, peygamberlik vazifesini yerine getirmede ve halkı hak dine dâvette bütün gücü harcamaktır. Gerçi bu cihadda maddî cihad ihtimali varsa da bu ihtimal uzaktır. Çünkü maddî cihad, yani savaş emri Hicretten sonra gelmiştir. Bu âyet ise Mekke’de nâzil olmuştur. Şu kadar var ki, deliller ve hüccetler getirerek sefihler ile mücâhede etmekten büyük olduğu için, Resûlullahın bu mücâdelesine büyük cihad denilmiştir.

    Elmalılı merhum da bu âyeti tefsir ederken şöyle der: "Düşünmeli ki bu ne büyük emirdir. Buna me’mur olan Peygamberin elinde Kur’ân’dan başka bir silah yok iken, o Kelâmullah mu’cizesi o büyük cihadı bütün cihana yayılıyor." Kur’ân’ın öyle bir tesiri, öyle bir gücü ve hakimiyeti var ki, onun câzibesi karşısında hiçbir mukavemet dayanamıyor. Tesiri gönüllerin derinliklerini sarsıyor, ruhları zelzeleye veriyor ve her vesileyle tesiri altına alarak muhataplarının başka bir yol tutmalarına imkân bırakmıyor.

    Onda öyle sade ve fıtrî gerçekler var ki, insan kalbi onu görür görmez hemen asıl kaynak ile buluşmuş oluyor. Bir fıskiye gibi savrulan gerçekler karşısında diretemiyor. Akan bu sele karşı durma gücünü kendinde bulamıyor.

    Kur’ân’da Kıyamet sahneleri var. Kıssalar var. Dile getirilen kâinat tabloları var. Geçmiş insanların başından geçen acı hadiseler var. Teşhîs ve temsîl sanatları var. Ve bütün bunlar, insan kalbini öylesine yakalıyor, öylesine sarsıyor ki, karşı durma imkânı bırakmıvor. Bir tek sûre bile bazı defalar insan bünyesini tiril tiril titretiyor. Ve ruhun derinliklerini öyle yakalıyor ki, donanmış bir ordu bile o noktadan yakalama imkânına sahip değil.

    Şu halde Allah’ın, sevgili Peygamberine, kâfirlere itaat etmemesi, davetinden vazgeçmemesi ve bilâkis onlara karşı Kur’ân silahıyla savaşması hususunda emir buyurmasının hiçbir garip yanı yoktur. Çünkü o küfredenlere karşı insan bünyesinin karşı koyamayacağı, hiçbir tartışma ve demagojinin diretemeyeceği bir güçle karşı koymaktadır.

    "Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adâleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır."

    İlimle cihad her zaman her yerde geçerlidir. Hatta maddî cihadın vukû bulduğu anlarda dahi. Şu âyet-i kerîme bu bakımdan büyük mesajlar taşır: "Mü’minlerin hepsinin birden savaşa çıkması gerekmez. Her topluluktan bir kısmın geride kalıp da dinlerini iyice öğrenmeleri ve kavimleri geri döndüğünde onları îkaz etmeleri daha doğru olmaz mı? Umulur ki böylece Allah’ın yasaklarından sakınmış olurlar."

    Bu âyet-i kerimenin yorumunu yapan Merhum Elmalılı özetle şunları söylemektedir: "Bu suretle dinde bilgi sahibi olmak, farz-ı kifâyedir. Bu mânâya göre din ilmini öğrenmek için de bir seferberlik sözkonusudur. Ve Allah yolunda cihaddan sayılır. Fakat âyette diğer bir mânâ daha rivâyet edilmiştir: Mü’minler, cihaddan geri kalanlar hakkında nâzil olan İlahî beyânları işitince hepsi cihad için seferberliğe koşmuşlar ve bundan dolayı her fırkadan bir kısmının cihada gitmesi ve bir kısmının da dinde bilgi sahibi olmak ve gelenleri uyarmak için kalması emrolunmuş ve ilim ve delil ile mücâdelenin asıl ve temeli olduğu, Peygamberin gönderilmesinden asıl gâye olan büyük cihadı teşkil edeceği anlatılmıştır."

    Bir defasında Hz. Peygamber, şöyle buyurmuştur: "Bazı insanlara ne oluyor ki, yakınlarında bulunan insanları dinde bilgilendirmiyorlar? Onlara dinlerini öğretmiyorlar? Onlara öğüt vermiyorlar? Onlara iyilikleri emredip, kötülüklerden sakındırmıyorlar? Bazı insanlara da ne oluyor ki, komşularından bilgi almıyorlar? Allah’a yemin ederim ki, insanlar ya komşularını bilgilendirecekler, onları dinî konularda aydınlatacaklar, onlara öğüt verecekler, onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracaklar; bazı insanlar da ya komşularından bilgi alacaklar, onlardan dinlerini öğrenecekler, onlardan öğüt alacaklar veya hepsine birden acele edip azap gelecektir."

    Sonra Hz. Peygamber[asm] minberden indi. Bazı insanlar, "Hz. Peygamber’in bu sözleriyle kimleri kastettiğini zannediyorsunuz?" diye birbirlerine sordular. Bunun üzerine Resülullah, şöyIe buyurdu: "Eş’arîler, dinde bilgi sahibi insanlardır. Su başlarından gelmiş göçebe Araplardan câhil ve kaba komşuları vardır."

    Bu sözler Eş’arîlerin kulağına gidince, Resûlullaha[asm] gelerek şöyle dediler: "Ey Allah’ın Resûlü! Sen bazı insanları hayırla andığın halde biz kötülemişsin. Bunun sebebi nedir?"

    Resûlullah onlara şöyle cevap verdi: "Bir topluluk, ya komşularını bilgilendirecek, onlara öğüt verecek, onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak; aynı şekilde bazı insanlar da komşularından bilgi alacakar, onların öğütlerini dinleyecekler ve onlardan dinlerini öğrenecekler veya daha dünyada iken başlarına ceza gelecektir."

    Bunun üzerine Eş’arîler: "Biz başkasına öğüt mü verelim?" diye sordular. Hz. Peygamber, daha önce söylediği sözlerini aynen tekrar etti. Eş’arîler, bunun için bir sene süre istediler. Hz. Peygamber de süre verdi. Daha sonra Resülullah şu âyet-i kerimeyi okudu: "İsrailoğullarından inkâr edenler, Dâvud’un Meryemoğlu İsâ’nın diliyle lânetlendiler. Çünkü onlar isyan etmiş ve hadlerini aşmışlardır. Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. And olsun, o yaptıkları pek kötü bir şeydi."

    "İlimle cihad ve lisanla cihad arasında ne fark vardır?" diye sorulursa, biz şöyle bir fark bulunduğu kanaatındayız: Lisanla cihad, hak yoldan sapanları, yeniden İslâmî yola döndürmek için lisanla mücâdele etmek ve elden gelen bütün Çabayı sarf etmektir. İlimle cihada gelince, İslâmî yolda olduğu halde bir kişinin bilgilendirilmesi, aydınlatılması ve eğitilmesidir. Bâzen bu iki ifade birbirinin verinr kullanılır ve birbirini gerektirir. Fakat genellikle ikisi arasında fark varılır.

    İlimle cihada ışık tutan daha başka bir âyet-i kerimelır de vardır. Bunlardan biri şöyledir: "Nitekim kendi içinizden bir peygamber gönderdik ki; size âyetlerimizi okur, sizi inkâr ve günah kirlerinden temizler, size Kur’ân’ı, kâinatın gâyesini ve sırlarını ve daha bilmediğiniz nice şeyleri öğretir."

    Bu âyet-i kerimede Peygamberinizin belli başlı özelliklerine işaret edilmekte ve en büyük vazifelerine parmak basılmaktadır. Bunlar aynı zamanda onun ümmetinin de örnek alması gereken özelliklerdir.

    Bu âyetler açıkça gösteriyor ki, İslâmda öğretimin esası, Kur’ân ve sünnetin öğretilmesidir. Bu makam "Rabbanî"lerin, yani bildiğiyle amel edenlerin makamıdır. Şu âyet-i kerime, bu gerçeği ifade ediyor: "Siz halka öğrettiğiniz ve okuyup okuttuğunuz kitaba uyun da Rabbinizi tanıyan ve Ona ibadet eden âlimler olun."

    Bu âyet-i kerime, ilmi öğrenme; öğretme ve dersle meşgul olmanın, insanın "Rabbani" olmasına vesile olduğuna delalet eder. Çünkü "Rabbanî," Allah’ı bilen, ibadetinde dâim, Rabbine bağlı erbab-ı ilim demektir ki, insanları İlâhî terbiye ile terbiye eden ve bilen ve bildiği şeyle amel edip başkalarını hayırlı yola sevk eden kimsedir.

    İlimle cihad etmenin faziletiyle ilgili birçok da hadis-i şerif vardır. Bunların bir kısmını buraya alalım:

    "Âlimin âbide olan [sadece ibadet eden] üstünlüğü, benim sizin en aşağınızda bulunan birisine olan üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz Allah, insanlara hayrı öğretene rahmet, melekler istiğfar, gökler ve yerdeki mahlukat, hatta yuvasındaki karıncalar ve denizdeki balıklar bile ona duâ ederler." "Bir tek din âlimi, şeytana karşı bin âbidden daha güçlüdür."

    Cassas, beden ve silah ile cihadı, fazilet açısından ilimle cihad ile şöyle karşılaştırmaktadır: "Eğer denilse ki, ‘İlimle cihad mı daha üstündür, yoksa mal ve canla cihad mı?’

    "Biz de deriz ki, ‘Kılınçla cihad ilimle cihad üzerine bina edilir ve onun fer’idir. İlimle eihad asıldır, mal ve canla cihad ise o aslın üzerinde bina edilir. Asıl, fer’den daha hayırlıdır.’ Eğer denilse ki, "İlimle öğrenmek mi daha hayırlıdır,. yoksa müşriklerle cihad etmek mi?" Biz de deriz ki, "Eğer müşriklerin hücûmundan ve Müslümanları istilâ etmelerinden korkulur, onlara karşı koyabilecek kimse de bulunmazsa, düşmanla çarpışmak herkesin üzerinde muayyen bir farz olur. Bu durumda cihadla meşgul olmak, ilim öğrenmekten daha faziletli olur. Çünkü düşmanın zararı Müslümanlara dokunduğunda bunun telâfi edilmesi mümkün olmaz. Ama başka durumlarda da ilim öğrenilebilir. Öte yandan ilim öğrenmek farz-ı kifâyedir. Herbir Müslümanın bizzat ilim öğrenmesi farz değildir. Müslümanlardan düşmana karşı koyabilecek kimse bulunmayınca cihad farz-ı ayn olur. Ertelenmesi ve ihmâle uğratılması mümkün olmayacağından bir farz-ı ayn, başkaları tarafından yapıldığı takdirde kendisini sorumluluktan kurtaracak olan bir farz-ı kifâyeden önemlidir. Eğer yeterli güce sahip bir Müslüman gurup, düşmanla çarpışıp onların üstesinden gelebiliyorsa, o zaman ilimle meşgul olmak elbette daha faziletlidir. Çünkü ilimle meşgûliyetin rütbesi cihadla meşgûl olmanın mertebesinden üstündür. Zira cihad ancak ilim temeli üzerinde binâ edilebilir."