Köprü Anasayfa

Gecikmiş Bir Cihad Çağrısı

"Yaz 94" 47. Sayı

  • Risale-i Nur'da mücâhede ve mücâdele

    Kemal Kumandaş

    Yine Arapça’da şiddetli tartışma, söz kavgası, münakaşaanlamındaki "cedel" kökünden türeyen "mücâdale" ise bir şeyüzerinde çekişmeyi, uğraşıyı ifade eder. Bu iki kelime Bediüzzaman SaidNursî’nin, Risale-i Nur Külliyatı adı verilen kitaplarının pekçok yerinde geçer.

    Arapça’da gayret sarfetmek, çabalamak, çalışmak, mânâsındaki"cehd" kökünden türeyen "mücahede" İslamî terim olarak mü’mininAllah yolunda nefsiyle ve din düşmanlarıyla verdiği uğraşıdır, savaştır.

    Yine Arapça’da şiddetli tartışma, söz kavgası, münakaşaanlamındaki "cedel" kökünden türeyen "mücadele" ise bir şeyüzerinde çekişmeyi, uğraşıyı ifade eder. Bu iki kelime Bediüzzaman SAidNursî’nin, Risale-i Nur Külliyatı adı verilen kitaplarının pekçok yerinde geçer.Şimdi bu iki kelimenin Risale-i Nur’da nasıl kullanıldığını misâllemeyeçalışalım.

    Dünya hayatına atılan her insanın kafasında kısacık hayatı boyuncapekço soru canlanır. İnsan, hayatını çoğu zaman kafasında canlanan bu sorularaverdiği cevaplarla şekillendirir. Bunlardan biri dünyanın ne olduğuna dairdir.Hakikaten dünya nedir? Bediüzzaman Sözler’de Enfâl sûresinin "Bir bela, birmusibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, mâsumlarıda yakar" mealindeki 25. ayetini tefsîr ederken "Bu dünya bir meydânıtecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir." der. Buradan dünyanınhem bir tecrübe ve imtihan meydanı, hem de ilahi teklif ile mükellef olunan birmücâhede meydanı olduğu anlaşılmaktadır. İlâhî teklif ile mükellef olunan budünyada insan aynı zamanda bir tecrübe ve imtihana tabi tutuluyor. Kazanabilmesi içinmücahede etmesi gerekiyor. Yani, uğraşması, çalışması, gayret etmesi gerekiyor.Bediüzzaman yukarıdaki ifadenin devamında, "İmtihan ve teklif iktizâ eder ki,hâkikatler perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile, Ebû Bekir’ler âlâ-yıilliyine çıksınlar ve Ebû Cehiller esfel-i safilîne girsinler" der. Hakikatlerinperdeli kalması imtihan ve teklifin gereği, yoksa herşey âşikâr olsa imtihan olmaz,imtihan olmazsa müsâbaka ve mücahede olmaz, müsâbaka ve mücahede olmazsa terakkikapısı kapanır, Ebû Bekir’le, Ebû Cehil bir seviyede kalırdı. Bediüzzaman bunuşöyle ifade eder; "…Ebû Cehiller,aynen Ebû Bekir’ler gibi teslim olup,mücahede ile mânevî terakkî kapısı kapanacaktı ve sırrı teklif bozulacaktı."1 İşte Enfâl Sûresinin 25. ayetinde geçen ve zalimlere mahsus kalmayıp,masumları da yakan musibet misali, hakikatlerinperdeli kalmasına ve buna karşıinsanın mücahedesine bakar. Yani insan, masumları da zâlimlerle birlikte yakan birmusîbet karşısında şevkatini Allah’ın[cc] şevkatinden ileri sürmeyip, o musîbetinkimden geldiğini düşünebiliyorsa, aldığı elem azaldığı gibi rızâ-yıİlâhîye muvafık bir hal kesbetmiş olur. Yoksa şekva ve şikâyet o musibettenaldığı elemi artırdığı gibi, sukûtuna da sebeptir.

    Bediüzzaman yine Sözler’de, "Melaikeler ise; onlarda mücâhede ileterakkiyat yoktur. Belki herbirinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır."2der. Buradan "mücahede ile terakkî"nin insana bahşedilen bir nimet olduğuanlaşılmaktadır. Şu halde insan manen terakkî ederek, makamı sabit olan melekleridahi geçebilir. Bu çok yüce bir merebedir ve âlâ-yı illiyyîn olarak ifade edilir.Yani Allah’ın[cc] razı olacağı bir mertebedir. Dolayısıyla mü’min mücahede ile terakkietmek ve bu mertebeye çıkmak isteyen insandır. Çünkü mü’minin gayesi rıza-yıİlâhîdir.

    Yine Sözler’de, "Nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşımücahede edip, günahlardan ve ahlâk-ı rezîlede, kalp ve ruhunu helâket-i ebediyedenkurtarmak…"3 denilmektedir. Demekki nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşıyapılan mücahede neticesinde helâket-i ebediyeden kurtulmak var. İnsanın helâket-iebediyeden kurtulması mânevî bir terakkidir. Onun bu terakkîsine yardım eden, sebepolan ne varsa o cihetiyle güzeldir."4

    Bediüzzaman Şualar’da şeytanların icâdının bu cihettekigüzelliğini şöyle ifade eder; "Hatta şeytanın dahi, manevi terakkiyat-ıbeşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan o nev’in icâdıdahi hayırdır. O cihette güzeldir." Bediüzzaman Risale-i Nur’da pekçok yerdemânevi mücâhededen bahseder ve onu maddî mücahedenin, yani silahla cihadın mukabiliolarak ortaya koyar. Çünkü devir manevî mücahedeyi gerektiren bir devirdir. BuradanBediüzzaman’ın maddî mücahedenin, yani silahla cihadın karşısında olduğunuçıkarmamalıdır. Zira o Kurtuluş Savaşı’mızda Ruslara karşı bilfiilsavaşmıştır. Bediüzzaman Âsâ-yı Mûsa’da, "Gerçi o tarihte (Hicrî1350-Miladî 1928) dini dünyadan tefrik ile dinde ikrâha ve icbara ve mücâhede,idiniyeye vedin için silahla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde biekânun-u esâsî, bir düstur-u siyâsî oluyor, ve hükümet "Laik Cumhuriyet"edöner. Fakat ona mukabil manevi bir cihad-ı dînî, imân-ı tahkikî kılıncıylaolacak." demektedir. Burada bahsi geçen din için manevi cihadı Risale-i Nur’unüstlendiğini ve onun (Risale-i Nur) bir manevi kılınç olduğunu Bediüzzaman devamlaşöyle ifade eder; "O tarihte (h. 1350-m. 1928) bulunan cihad-ı manevimübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur’dur ki dinde bulunan yüzertılsımları keşfeden onun manevi elmas kılıncı, maddi kılınçlara ihtiyaçbırakmıyor."5 Bediüzzaman’ın burada Risale-i Nur’ların maddi kılınçlaraihtiyaç bırakmadığını belirtmesi çok ehemmiyetlidir.

    Şimdi de "mücadele" kelimesine geçelim ve onu Risale-i Nur’damisallemeye çalışalım.

    Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı’nın Mesnevî-i Nûriye adlıkitabında aynı eser için, 1Bu mecmuanın yalnız dahili nefis ve şeytanla mücadelesi,nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinni ve insinin şübehatından tamamıylakurtarıyor."6 demektedir. Burada Bediüzzaman’ın nefsi ve şeytanla yaptığımünâkaşa ve münâzara ifade edilmektedir. İmânî şübehâttan kurtarıcı bir eserolarak arz ediyor eseri Bediüzzaman.

    Yine Mesnevî-i Nûriye’de, "Otuz seneden beri iki tâğut ilemücahadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri ‘ene’dir, diğeri’tabiat’dır. Birinci tâğutu gayr-i kasdî, gölge-vârhi bir âyine gibi gördüm.Fakat o tâğutu kasden veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve firavunolurlar. İkinci tâğut ise, onu İlâhi bir san’at, Rahmanî bir sıbğat yâninakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiatzannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur. Maahâzâ, o tabiat zannedilen şey, İlâhîbir san’attır. Cenâb-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur’ân’ın feyziyle,mezkûr mücâdelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıylaneticelendi"7 demektedir. Burada da Bediüzzaman tâğut (Allah’ın yolundançeviren) olarak bahsettiği ‘ene’ ve ‘tabiat’ ile münakaşa ve münâzara etmiş veonları yenmiştir.

    Bir de mücâdele ile aynı anlamdaki "cidâl" kelimesi vardır.Mevcut medeniyetin "cidâl"i bir hayat düsturu olarak benimsediğiniBediüzzaman şöyle ifade eder;

    "Medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiyye-ibeşeriyyede nokta-i istinadı ‘kuvvet’ kabul eder. Hedefî ‘menfaat’ bilir. Düstur-uhayatı ‘cidâl’ tanır."8 Hikmet-i Kur’âniye ise düstür-u cidâl’in yerine,"düstur-u teavün"ü koyar. Bunu da Bediüzzaman’ın ifadelerinde görelim;"Ama hikmet-i Kur’âniyye ise, nokta-i istinâdı, kuvvet yerine ‘Hakkı’ kabûleder. Gayede, menfaat yerine ‘Fazilet ve Rıza-yı İlâhî’yi kabul eder. Hayattadüstur-u cidâl yerine ‘Düstur-u teavün’ü esas tutar."9

    Kur’ânî hikmetten süzülen mezkûr düsturları hayatımıza tatbiketmeye muhtaç olduğumuzu düşünerek Risâle-i Nûr’un nur deryasına dalmalıyız.Zirâ Kur’ânî hikmet şuaları orada parlıyor.

    Dipnotlar

    1. Sözler, s.159

    2. Sözler, s.318

    3. Sözler, s.29

    4. Şuâlar,s.26

    5. Âsâ-yı Mûsa,s.87

    6. Mesnevi-i Nûriye,s.6

    7.  Mesnevi-i Nûriye,s.111

    8. Sözler, s.372

    9. Sözler, s.372