Köprü Anasayfa

Güneydoğu'daki Etnik Problemler Ve Çözüm Arayışları

"Bahar 2007" 98. Sayı

  • Türkiye'nin Üst Kimliği İslam'dır

    Turkey's Upper Identity is Islam

    Yusuf KAPLAN

    Konuşan: Ahmet DURSUN

    Güneydoğu merkezli sorunla ilgili farklı tanımlamalar var. Siz Güneydoğu'da yaşananları nasıl tanımlıyorsunuz? Bu sorunun temel nedeni sizce nedir?

    Türkiye'de hem sivil askeri bürokrasinin hem de siyasi elitokrasinin atladığı bir şey var. Bir taraftan Güneydoğu meselesinde; Kürt meselesi, bölücülük gibi şeylerden şikayet ediyorlar- bu hakikaten bizim modern tarihte Türkiye'nin yaşadığı en ciddi problemlerden birisidir- diğer taraftan irtica diye bir tehlikeden söz ediyorlar. Bir irtica, bir bölücülük, zaman zaman bunları, Lorel Hardi gibi yer değiştirtiyorlar. Aslında irtica denilen şeyin icat edilmiş, uydurma bir tehlike olduğunu kendileri de biliyorlar. Buna bir şekilde benimsenen ideolojik yaklaşım dolayısıyla, Türkiye'nin Batılılaşma sürecinden dolayı, sekülerleşme projesidir aslında, böyle bir sorunun icat edilmiş olması lazım. Yoksa bu proje yarım kalır. Bizim Batılılaşma projesiyle sekülerleşme projesinin aynı şey olduğunu bilmemiz lazım. Biz sekülerleştikçe bize ait olan her şeyi yitireceğiz, bir iddiamız, rüyamız filan kalmayacak. Bu toplumun Müslümanlıkla ilişkisi sakatlanmış oldu ve belki de Allah korusun tümüyle ilişki sıfırlanacak. Hedef budur aslında. Sekülerleşme projesinin hedefi budur. "Bu toplumun Müslümanlıkla ilişkisini koparalım" diye bir şey demiyorlar. Sivil askeri elitokrasi de, "Müslümanlıkla ilişkileri olabilir ölçüde sekülerleştirilmiş bir İslam'a indirgeyelim, İslam bir tarafta dursun, insanların bireysel hayatlarında bir rol görsün, böyle bir işlevi olsun, onun ötesine taşmasın. Toplumsal alana, kamusal alana yahut da bir siyasi, kültürel, entelektüel alana taşmasın. Aksi halde bizim uygulamaya çalıştığımız projeyi biz uygulayamayız" diye düşünüyorlar. Şimdi burada büyük bir yanılgı var ve bunun Kürt meselesiyle de ilgisi var. Sekülerleşmeyle Kürt meselesi arasında, Türkiye'nin benimsediği sekülerleşme projesiyle Kürt meselesinin ortaya çıkmasında, kontrolden çıkmasında, uluslar arası aktörlerin işin işine girmesinde birebir bir ilişkisi var. Bir taraftan irtica diyerek İslam'ın toplumdaki etkinliğini ve rolünü olabilir ölçüde mahvetmeye çalışıyoruz, sivil askeri bürokrasinin tasarrufundan bahsediyorum, öbür taraftan da etnik dalgalar üzerinden, mikro milliyetçilikler üzerinden Türkiye üzerinde makro parçalanmalara yol açabilecek tehlikelerden söz ediyoruz. Burada büyük bir çelişki var. Her türlü etnik, ulusal vs. milliyetçilik biçimleri sekülerliğin ürettiği milliyetçilik biçimleridir. Yani ulus devlet algısı, kavramları ve dolayısıyla kurumları doğrudan modernlikle, dolayısıyla sekülerlikle birlikte üretilmiş kavramlar ve kurumlardır. Biz istediğimiz kadar bölücülükle mücadele ettiğimizi söylemeye çalışalım. İslam'ın etkisini azaltmaya çalıştığımız sürece, daha esaslı söylersek, İslam'ın Türkiye'deki siyasi, ekonomik , kültürel, entelektüel kurumları tanımlayabilecek bir konuma yerleşmesine izin vermediğimiz sürece biz bu Kürt meselesiyle kesinlikle başa çıkamayız. Üst kimlik, Türkiyelilik kimliği gibi şeylerden bahsediyorlar. "Üst kimlik eşittir Türklük, Türk kimliği;Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür" gibi çok komik bir şey ortaya çıkarıyorlar. İngilizlerin yaptığı gibi; British ama, bunun içine İngilizler de giriyor, İrlandalılar da giriyor, İskoçlar da giriyor. Biz bunun örneğini zaten ürettik. Bu Osmanlı modelidir. Osmanlı modelinde toplum kendisini Osmanlı olarak tanımlıyor. Ama bu Osmanlı kimliğine "üst kimlik" meşruiyeti kazandıran şey, Osmanlının Müslüman olmasıdır. İslami kaynaklardır. Osmanlı modelini üreten ve hâlâ aşılmamış bir model olarak bizim önümüze getiren şey budur. Bu çok önemlidir. Amerikalılar, Avrupalılar bu modeli aşamadılar. Avrupa'da etnik ırklar üzerinden işleyen bir örgütlenme biçimi var. Avrupa ulus devletleriyle karşılaştırdığımızda Amerikan tecrübesi biraz daha farklıdır. Amerikan tecrübesinde görünüşte ulus devlet yoktur; ama beyaz ırk hikayesi orada da vardır. Irkın ötesinde bir makro örgütlenme biçimi, dünyayı algılama biçimi geliştirilmiş değildir. Tarihte Avrupalılar Roma tecrübesinden sonra -Roma tecrübesi de dahil, orada da göremiyoruz- hiçbir zaman Antik Yunan, Roma, Helen tecrübesi, Avrupa, Amerikan tecrübesi farklı dinlere, farklı kültürlere mensup toplulukları bir arada yaşatacak bir tecrübe üretemediler; ama bunu biz ürettik. Bunun minyatür örneği Hz. Peygamber döneminde üretildi. Ondan sonra medeniyet tecrübesi olarak da bütün medeniyet tecrübelerini Abbasi, Endülüs ve Osmanlı tecrübesi… bu insanlık tarihinde, abartmadan söylüyorum, üretilmiş en mükemmel modellerdir. Medeniyet krizi yaşadığımız zaman diliminde bile, Batı uygarlığının meydan okumaya giriştiği, seküler zaman diliminde bile, en döküntü haliyle bile bir Saraybosna modeli, bir Beyrut modeli hâlâ Batı'da üretilmiş değildir. Yani kilisesi, havrası, camisi olmayan bir medeniyet bizim nezdimizde tarihsel olarak da baktığımızda medeniyet değildir. Bizim hiçbir zaman farklı kültürlerle bir arada yaşamak gibi bir sorunumuz olmadı. Bunu Batılılar, özellikle Amerikalılar kavradıkları için son yarım asırdır Amerika'daki en ciddi üniversitelerde mantar gibi Osmanlı kürsüleri kurmaya başladılar. Osmanlı modelini Amerikalılar çok iyi kavramış durumdalar. "Bu modeli nasıl geliştirebiliriz" diye kafa yoruyorlar. Büyük Ortadoğu projesi Osmanlı modelinin içi boşaltılarak geliştirilmeye çalışıldı. Müslüman olmadığınız sürece Osmanlıya benzer bir proje, model üretemezsiniz.

    Üst kimlik ne olmalıdır size göre?

    Eğer Türkiye'de üst kimliği İslami kimlik olarak tanımlayamazsak, bunu Türklük, Türkiyelilik kimliği üzerinden tanımlamaya kalkışırsak bunun bedelini çok ağır öderiz. Bu toplumun yüzde 99'u vs. Müslüman diyoruz; yani en büyük ortak payda o. Müslümanlığın dışında büyük bir ortak payda yok. Kendimizi kandırmaya gerek yok. Müslümanlık en küçük ortak payda da olsa -tarihten de biliyoruz- farklı kültürleri, medeniyetleri bir arada yaşatabilecek ruhu ve kurucu iradesi var Müslümanlığın. Batılar bunu kavradıktan sonra- 89'dan sonra, soğuk savaşın sona ermesi, 11 Eylül sonrası-İslam'ın bir tehlike olarak konumlandırılması hikayesine başladılar. Türkiye'deki elitlerin ve entelektüellerin göremedikleri şey şudur. İrtica hikayesi küresel bir projedir. Bizzat spesifik olarak Amerikalılar tarafından başlatılmış, İslam'ı 'fundamantalizm' gibi uyduruk, ötekileştirici bir kavramla özdeşleştirmeyi hedefleyen, İslam'ı terörle özdeşleştirmeye çalışan bir projeye ait bir tehdit algısı bu. Batılılar İslam'ın; Batı'nın dışında, Batı uygarlığının dışında, Batı uygarlığının önerdiği şeylerin dışında insanların barış, huzur içersinde, hakkaniyete, hukuka dayalı bir sistemin kurulmasını sağlayabilecek yegane kaynak olduğunu bizden iyi kavramış durumdalar. Çin’in Japonya'nın, Hindistan'ın, Rusya'nın, Afrikalıların, Latin Amerikalıların dünyanın geleceğini evrensel kavramlar, kurumlar ekseninde şekillendirilmesinde rol oynayabilecek bir kültürleri, paradigmaları yok. Batı'nın da yok Toynbee'nin dediğini hatırlarsak. Modernlikle birlikte geliştirilen seküler Batı uygarlığının meydan okumasıyla birlikte iki üç yüz sene içersinde mevcut 26 medeniyetten 16'sını fiilen yok ettiler. "Başka dinlerle, kültürlerle nasıl birlikte insanca yaşanabilir?" bunun cevabını verebilmiş değildir Batılılar. Batılılar bunu biliyorlar ve o yüzden İslam'ın bir tehdit olarak adlandırılması, devre dışı bırakılması gerektiğine karar vermişlerdir. Batı'nın fundamantalizmle, terörle özdeşleştirmeye çalıştıkları şeyi, Türkiye'deki elitler uygulamaya çalışıyorlar; bilerek veya bilmeyerek. Türkiye'nin önündeki en büyük tehlikenin irtica olduğunu söyleyen bir adam, bir aktör, ya olup biten şeyleri olup kavrayamıyor ya da bağımlı bir adam; bir şekilde çalışıyor bir yerlere. Özetle Türkiye'de son çeyrek asırda yapılan en büyük yanlışlardan birisi Türk milliyetçiliğinin, Kürt milliyetçiliğinin; dolayısıyla etnik milliyetçiliğin kışkırtılması olmuştur. İslam'ı irtica olarak konumlandırmakla, Doğu'da, Güneydoğu'da bir çeyrek asır öncesine gidin İslamî hassasiyetlerin en güçlü yerler olduğunu görüyoruz. İslami hassasiyetlerin en fazla aşındırılmaya başlandığı etnik kimlik üzerinden gerçekten gelecekte Türkiye'nin bölünmesini çok kolaylaştırabilecek bir milliyetçilik akımı oluşturuldu. Bu çok ciddi bir tehlikedir. Bir taraftan irtica tehlikesinden söz etmek öbür taraftan Türkiye'nin bölünmesine yol açabilecek bir tehlikenin önünü açmak demektir aslında. Bunu elitlerin, entelektüellerin, aydınların görmesi lazım. Sekülerleşme projesinin Türkiye'nin kuyusunu kazan bir proje olduğunu aslında MİT Müsteşarı yaptığı açıklamayla söyledi. Sekülerleşme projesinden bahsetmedi; ama aslında bahsettiği şey bu. Bunu asıl omurga anlayamadı. Asıl mesele bu. MİT Müsteşarının söylediklerin hatırlarsak; Türkiye eğer hızla değişen dünyada yaptığı şeyleri gözden geçiremezse, yeni bir restorasyona gidemezse çok ciddi tehlikelerin kendisini beklediğini görmesi lazım. Yani Doğu, Güneydoğu Anadolu'daki hikaye aslında böyle bir hikaye. Yarın sekülerleşme projesi bu hızla uygulanırsa ne olacak? Birincisi, siyasi olarak Türkiye'de etnik kimliklerin sayısı artacak. Etnik, işte federasyona doğru gidilecek, bağımsız devlete doğru gidilecek, Amerika, Avrupa, İsrail de bunu destekleyecek.

    Kenan Evren'in federasyonla ilgili açıklamaları bu projeye mi hizmet ediyor?

    Kenan Evren'in açıklamalarında, Evren'in bir şeyi gördüğünü dolayısıyla gördüm. Eğer Türkiye etnik kimlik meselesinde bir adım atamazsa bir tehlike vardır. Kavramları şöyle kullanalım. Ne diyorlar: "Orada bir Kürt realitesi var." Bu Kürt realitesinden kastedilen ne? Oradaki sosyo-ekonomik yapının zaafı, rezaleti daha doğrusu, ihmal edilmiş bir bölge olduğu… gerçekte kastedilen şey etnik kimlik üzerinden , "işte kendi dillerin konuşamıyorlar, kendi kültürleri yok, temel haklardan, insan hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmışlar filan…" deyip orada bağımsız bir etnisitenin oluşması. Asıl kastedilen şey odur. Diyarbakır hikayesinin üzerinde yoğun bir şekilde durulmasının nedeni de bu. Aslında bakarsak şu anda Diyarbakır bölgedeki en sekülerleştirilmiş illerden birisidir. Dans okullarından kurslara kadar proje hazır. Siyasi olarak sekülerleşme projesi tam gaz giderse, Türkiye'de kesinlikle etnik Kürt kimliği üzerinden başlatılan etnik kalkışma kaçınılmaz olacak. Yani arkasından imparatorluk varisi olduğumuz için diğer etnik kimlikleri kışkırtacak. Ben kendi kültürümü yaşamak, kendi dilimi konuşmak istiyorum. Bunlar normal şeyler aslında. Müslüman bir toplumda farklı bir kavmin kendi dilini konuşması kadar kendi etnik, lokal özelliklerini, kültürünü yaşatması, onun üzerinden eğitim alması kadar doğal bir şey yoktur. Böyle bir sıkıntı yaşamadık biz. Gelinen noktada Türkiye'nin enterasan bir şeyi çıktı. Tanımlanmamış bir Türklük kimliği var. İyi tanımlanmamış, içi doldurulmamış… Vatandaşlık kimliği diyorlar; vatandaşlık kimliği üzerinden bir toplumu ayakta tutamazsınız. Batı'da da böyle bir şey yok. Fransa'da, Almanya'da, İngiltere'de böyle bir şey yok . Kültürel kimlik bu. Avrupa Birliği için medeniyet kimliğidir bu. Avrupa'da Hıristiyanlık mahvedilmiş durumda, ama kültür olarak var. Ama insana, kainata dair bir proje de üretecek durumda değil. Hıristiyanlığın Avrupa'ya vereceği bir şey yok. Sekülerizm üzerinden bir şey söylemeye çalıştılar; ama her şeyi mahvettiler.

    Sekülerliği din haline getirmek bu toplumun temel dinamiklerine dinamit koymak demektir. Bu toplumun sekülerleştirilmesi demek, bu toplumun Batılıların karikatürü haline getirilmesi demektir. Bu toplumun iddialarını yitirmesi demektir, tarihte tatile çıkması demektir. Batılıların kendi içlerinde çok ciddi bir şekilde tartışmaya açtıkları bir projeyi bizim burada çok kaba bir şekilde uygulamamız çok saçma bir şeydir. Fransız örneğinden söz ediyoruz. Fransa'daki ortaöğretim okullarının üçte biri Katolik'tir. Sen burada İmam Hatiplerden söz ediyorsun. İmam Hatipler üçte biri bile değil ki… Sonra onlar herhangi bir cemaatin, meşrebin de okulu değil. Türkiye'de çok ciddi bir akıl tutulması var. Seküler akıl tutulması bu. Bu seküler akıl tutulmasının bizim millet olarak iddialarımızı terk etmemizi, rüyalarımızı terk etmemizi; dolayısıyla toplumun zihnî olarak iddialarını terk etmesiyle, tarihsel olarak iddialarını terk etmesiyle, siyasi olarak parçalanmışlığın eşiğine gelmesiyle ve toplumsal kültürel olarak da ciddi bir ahlaki çözülmenin, toplumun kültürünün çözülmesi gibi bir sonuç doğuracağını artık hepimiz görüyoruz. Ortaöğretim düzeyinde yaşadığımız şiddet ve uyuşturucu sorunu bunu gösteriyor. Bunun doğrudan sekülerlikle ilişkisi var. Bunlar bir bütün olarak görülmediği sürece problemleri aşamayız.

    Siz sadece Kürt meselesini değil, temel meselelerdeki problemlerimizi de sekülerleşme projesine dayandırıyorsunuz? Cumhuriyet'le birlikte mi başlatıyorsunuz bu süreci?

    Tabi ki, fiilen bunu Tanzimatla başlatmak gerekir.

    Söyledikleriniz Bediüzzaman'ın ölçüsüz bir Batılılaşma hareketi karşısında söylediği "…dini rüşvet verdiler, dünyayı da kazanamadılar" sözünü hatırlattı bana. Bediüzzaman yine temel problemlerimizin "zaaf-ı diyanet"ten kaynaklandığı tespitinde bulunmuş ve dine yönelmeyi önermişti.

    Şöyle bir şey var. Ahmet Cevdet Paşa'da da görüyoruz bunu. Diyor ki "gayret-i vataniye mi, gayret-i diniye mi?" Vataniyeyi milliyetçilik şeklinde algılayabiliriz. Diyor ki, "Avrupa'da dinin yerine vatan ikame etme suretiyle inanç birliği maddileştirilmiş, cismanileştirilmiştir. Milletleri birbirinden ayıran, onlara bir nevi hodgamlık telkin eden dar ve müşahhas anlayış Avrupa kıtasına mahsustur." Bediüzzaman'da da benzer kavramlarla benzer şeyler söylendiğini hatırlıyorum. Avrupa'da gayret-i diniye yerine gayret-i vataniye kaim olmuştur. Zaten buna da mecburdur. Kilisenin insan özgürlüğünü bastırması, ilk günah, asli günah gibi insanı işlemediği suçlardan sorumlu tutması… Akabinde insanın tabiatını keşfetmesi, kendini keşfetmesi, bireyi keşfetmesi kilisenin inkârını doğurdu. Avrupa'nın böyle bir ihtiyacı var; ama bizim böyle bir sorunumuz yok.

    Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir şey var. Maruzat-ı Cevdet'te diyor ki, "Avrupa'nın çocukları vatan sözünü işiterek büyümüşlerdir. Osmanlı'da durum farklı. Bizde vatan denilince askeri köylerindeki meydan hatıra gelirdi. Biz şimdi vatan sözcüğünü ortaya koyacak olursak, mürur-u zamanla efkar-ı nasta yer ederek Avrupa'daki şekline dönecek olsa bile gayret-i diniye kadar kuvvetli olamaz, onun yerini tutamaz. Gayret-i vataniyenin gayret-i diniyenin yerine geçmesinin ortaya çıkaracağı şey de çok vakitlere muhtaç olarak gerçekleşmesi, o vakte kadar da millet ruhsuz kalır." Aynen o noktaya geldik yüz senede.

    Türkiye'nin çok ciddi şekilde sekülerleşme meselesini gözden geçirmesi lazım. Şu anki konjonktürde hemen bir şey yapılması zor. Batılılar Türkiye'nin sekülerleşmenin dışında, Batı'nın dışında başka bir yörüngeye kaymasına izin vermezler. İki üstlü bıçak gibi bir şey bu.

    AB sürecini bu noktada nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Türkiye'de enterasan bir iktidar var. Türkiye'nin siyasi aktörü iktidar değil. Sivil ve askeri bürokrasi iktidar. Tüm kurumları ve atmosferi oluşturanlar onlar. Sekülerizm iktidar. Bizim Batı'dan daha çok sekülerleşme çabamız, Türkiye'yi berbat bir şekilde sekülerleştirme çabasının bizim niçin Kurtuluş Savaşı'nı verdiğimiz sorusunu anlamsızlaştırıyor. İslam'ın ve sekülerliğin dünyanın geleceğinde iki kilit aktör olarak rol oynayacağını bizim görmemiz lazım. Batılılar bunu gördüler. Bu yüzden İslam'ı tehdit olarak adlandırdılar. Türkiye İslam'ı ne yapacak? İslam'ı sekülerleştirilmiş, protestanlaştırılmış bir din haline mi getirecek? Böyle olursa bu toplum ayakta kalabilir mi? Bu toplumun varlık nedeni Müslümanlıktır. Bizim tarihte medeniyet adına ortaya koyduklarımız Müslüman olduktan sonradır. Müslümanlar insani özelliklerini, lokal özelliklerini İslam'la korumuşlardır. Ayet'te insanların farklı kavimler halinde yaratıldığı belirtiliyor. Biz buna engel olamayız. İnsanların kabiliyetlerini, yeteneklerini bulundukları coğrafyanın imkanlarını kullanabilecek bir zemin hazırlıyor.

    Bir Kürt-Türk kutuplaşması görüyor musunuz?

    Görüyorum. Şu an yok gibi gözüküyor. Türkiye'nin önünde ciddi iki sorun çıktı. Bunları daha önceden yaşamadık. Doğu, Güneydoğu kökenli İslamî hassasiyete sahip insanlarla bile konuştuğumuzda Kürt meselesinden bahsedildiğinde, onun ırkçılık olduğunu filan söylediğinizde insanlar net bir şekilde tepki gösteriyor. Sekülerleşmiş çevrelerle zaten bunu konuşamıyorsunuz. İkincisi büyük şehirlerde organize bir şekilde, örgütlerin suistimal edilebileceği bir yapı oluştu. Şu an toplum arasında bir çatışma gözükmüyor. Uzun vadede toplumlar arasında olmasa bile Türkiye'deki aktörler arasında bu çatışma olabilir. Yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki insanların devlete bakışı, devletin onlara bakışı problemli. Bunun da sorumlusu devlettir, uygulanan sekülerleşme projesidir.

    Burada devlet millet kucaklaşmasını sağlayacak neler olabilir?

    Burada İslamî kimliği pekiştirecek bir proje uygulamak lazım. Onun dışında eğitim imkânlarını arttıracaksın, ekonomik düzeylerini geliştireceksin… Ne olacak? Batılıların da bize önerdiği proje bu. Dini merkezli projeler uygulamadığınızda Balkanlaşma artacak. Burada hedef Türkiye'dir. Eğer dünyada seküler Batı uygarlığının dışında güçlü bir sıçrama gerçekleşecekse, yeni bir yörünge oluşacaksa bu İslam üzerinden oluşacak. Bizim dışımızda bunu gerçekleştirebilecek bir aktör yok. Amerika'nın, Avrupalıların, İsrail'in bunu engellemek, İslam dünyasını ortadan bölmek gibi projeleri var.

    Türkiye'nin Irak politikası Türkmenler üzerine kurulu, saçma bir politika. Buradaki Türklerin çoğunluğunun Şii olduğunu biliyor muyuz? Biz bilmiyoruz, Amerika biliyor. "Biz orada Balkanlaşma istemiyoruz" diyecek. Türkiye'nin geliştirdiği politikaların ne kadar kolaylıkla devre dışı bırakıldığını görüyoruz. Bu meseleler, Irak'ta yaşananlar, İran meselesi doğrudan doğruya Türkiye'deki milliyetçilik, Kürt meselesiyle paralellik kurulabilecek bir mesele. Burada eğer biz Türkiye'de İslam'ın o toplumun eğitim sistemini, rejimini, bütün kurumlarını tarif edebilecek, tanımlayabilecek konuma gelmesine izin vermezsek, onun imkanlarını açmazsak, bu toplumda yeni Mevlanaları, yeni Sinanları, yeni Itrileri yetiştirecek bir eğitim sistemi kuramazsak bu toplum yok olur. 28 Şubat'ta Beethoven'in 9. senfonisini evrensel müzik diye resmi müzik haline getirdiler. Çok saçma sapan bir şey. Beethoven müziği Almanya'da ulusal devletin, oradaki kimliklerin, kültürlerin ulusal müziği. Sekülerleşme adına, laiklik adına, irticayı yok etmek adına bu toplumun temel direniş noktalarını yok ediyorlar.

    Yakın tarihte bu tür uygulamalardan vazgeçilecek gibi görünmüyor. Bu gidişat bir bölünme getirir mi Güneydoğu'da?

    Türkiye bir defa zihinsel olarak bölünmüş durumda. Türkiye'nin kim olduğuna, ne olduğuna doğru cevaplar vermemiz lazım. "Türkiye seküler bir ülkedir, seküler bir aktördür" dediğiniz zaman, "seküler bir ülke oluşturmaya çalışıyoruz, seküler bir dünyaya doğru gidiyoruz" dediğiniz zaman ne yapmış oluyoruz? Çok net bir şekilde şunu söylüyoruz: "Biz Batılıların karikatürüyüz" diyoruz. Batıda icat edilen projeleri biz burada uyguluyoruz diyoruz. Yani "tarihi yapan değil, tarihi yapanların ürettikleri projeleri burada berbat şekilde tekrar eden bir figüranız" diyoruz. Bu, bu toplumun resmen tarih yapamayacağına, mücadele edecek bir performans ortaya koyamayacağını net bir şekilde söylemiş oluyoruz. Zihinsel olarak bir bölünme yaşandı. Türkiye'de entelijansiya yok. Türkiye'deki elitler, entelektüeller, akademya tümüyle sekülerleşmiş durumda. Akademi "yeni Sinanlar nasıl yetiştiririm?" sorusunu sormuyor, bunu cevabını aramıyor ki. Ben yeni Sinanlar yetiştiremezsem yok olurum, bunu görmek lazım. Mesela, İstanbul mahvoldu, bitti. İstanbul'un bitmesi demek bir medeniyetin bitmesi demek. Osmanlı döneminde gayri Müslim nüfus İstanbul'da yarı yarıyaydı ve zaman zaman çoğunluktaydı. Ama o zamanlar İstanbul İslam medeniyeti için daha önemli bir yerdeydi. Ama nüfusun yüzde doksan beşler oranında Müslümanlaştığı bir İstanbul, İslam'la ilişkisini sıfırlamış bir İstanbul haline geldi. Fiilen, zihinsel ve kültürel olarak yok olmanın eşiğine gelmiş durumdayız. Biz bu topluma, eğitim sistemimize kendi medeniyet ve tarih tecrübemizi aktaramadığımız sürece; tam tersine Osmanlı'dan bahsetmeyi filan gericilik, irtica olarak algıladığımız sürece hiçbir şey yapamayız. Batıların ürettiği projelerin hepsinin de tuzağına düşeriz. Gladstone'un yüz sene önce söylediklerini hatırlayalım. "Biz bu milleti savaş meydanlarında yenemiyoruz. Bu milleti dize getirmenin yolu bu kitabı, Kur’an'ı ellerinden almaktır" dedi. Bu masal değil ki. Bize masal gibi geliyor.

    Bediüzzaman'ın bu sözler üzerine başlattığı müthiş bir mücadele var.

    Tabi. Biz bu yaptığımız yanlışların gerçekten bizi yok olmanın, parçalanmanın eşiğine doğru götürdüğünü, entelijansiyası olmayan bir toplumun başka toplumların karikatürü olduğunu göremediğimiz sürece, tarih yapamadığımızı, başkalarının yaptığı tarihte tatile çıktığımızı kabul etmemiz lazım. Dolayısıyla da dışarıdan gelecek bütün müdahalelere açık olmamız lazım.

    Siz temel görevi aydınlara mı yüklüyorsunuz?

    İnsanın kendi dilini -Doğu'da, Güneydoğu'da- konuşması tehlike olamaz. Böyle bir şey yok . Asıl tehlike o toplumun televizyonlar, medya ve eğitim sistemi üzerinden sekülerleştirilmesidir. Doğu'nun, Güneydoğu Anadolu'nun bu kadar etnik kimliği ön plana çıkarmasının nedeninin birinci derecede sorumlusu medyadır.

    Şu anda Türkiye'de büyük rüya diyebileceğimiz şey nedir? Kimin büyük rüyası vardır? Elitokrasinin mi, aydınların mı, sivil askeri bürokrasinin mi? Rüyası olmayan bir toplum var olamaz. Biz o büyük rüyayı yeniden göremezsek, İslam medeniyetini biz yeniden tarihte kilit rol oynayacak şekilde hayata geçirecek hazırlığa soyunamazsak yok oluruz. Çünkü o medeniyetin mirasçısıyız, varisiyiz.

    Ulus devlet projesi bu toplumu ayakta tutamaz, bu toplumu çökertir, parçalar. Ulus devlet projesini üreten şey sekülerleşme projesidir. Bizdeki ulus devlet projesi Batı'daki ulus devlet projeleri gibi de değildir. İngiliz, Fransız, Alman ulus devletleri o ülkelerin kültürleri üzerine kurulmuştur. Bizde İslam'la ilişkisi sıfırlanmaya çalışılan bir ulus icat edilmeye çalışıldı.

    Aslında biz toplum olarak hazırız. Sömürgecilik deneyimi yaşamayan üç ülkeden biriyiz. O yüzden kendi kendimizi sömürgeleştiriyoruz. Sömürgecilerin başka yerlerde yaptıkları şeyleri biz burada kendi kendimize yapıyoruz. Böyle bir şey olamaz. Bu toplumun kendi kendine intihar etmesi demektir veya bu ülkenin önünün tıkanması demektir. İran'a, Fas'a, Pakistan'a, Afrika kıtasına gidin, oradaki insanlarla görüşün. Sömürgecilik deneyimi yaşayan o insanların bilinçaltının ne kadar sakatlandığını, özgüvenlerinin ne kadar sarsıldığını göreceksiniz. Onlar hâlâ Türkiye'den bir şeyler bekliyorlar. Fiili olarak bekliyorlar. Çünkü o coğrafyaları biz yönettik. "İnsanları ayakta tutan en uzun ömürlü şey kolektif bilinçaltıdır." Kolektif bilinçaltı da hemen oluşmaz, üç yüz, beş yüz, bin senede filan oluşur. Sonuç olarak, sekülerliğin bu topluma verebileceği bir şey yoktur. Daha mükemmel bir insan tipi mi, daha mükemmel bir toplum tipi mi verecek? Kendi içine kapanmış, kendi çıkarlarını düşünen egosantrik, hazcı bir kuşak yetiştirecek. Batı'da da böyle bir kuşak yetiştirildi.