Köprü Anasayfa

Alevilik

"Bahar 98" 62. Sayı

  • "Alevilik Bir Meşreptir"

    Hüseyin Tuğcu

    Hacettepe Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Genç Erenler Dergisi Genel Yayın Yönetmeni.; Konuşan: Mahmut Metin

    Alevilik nedir? Bir din mi? Mezhep mi, yoksa folklorik bir öğe midir?

    Alevilik ne bir din, ne mezhep, ne de folklorik bir öğe değildir. Alevilik bir meşreptir. Ana kaynak olan Kur’an ve sünneti biraz farklı biçimde yorumlama, yararlanma, yaşama tarzıdır. Alevilerin dini İslam’dır. İran, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Pakistan, Afganistan, Tacikistan ve Azerbaycan’da Şii yada Alevi diye tanınan Müslümanlar mezhepte Caferi, İmami, Nusayri, Dürzi, Zeydi, İsmaili gibi isimlerle anılarlar. Fakat Türkiye’de Alevi ve Beştaşilerin neredeyse hemen hepsi Caferi olduklarını söylerlerse de bu yanlıştır. İmam Cafer Sadık sevgisi insanları bu şekilde söylettirmektedir. Halbuki Caferiler ile İsna Aşeri farklıdır. İsna Aşeri, On iki İmam inancına dayanır. Caferilikte bu yoktur. Türkiye Alevi ve Bektaşileri İsna Aşeri’dirler, yani Oniki İmamcıdırlar. İsna Aşeri’nin ise Caferilik gibi temel bir mezhep anlışışı yoktur. Türkiye’de yaşayan alevi-Bektaşilerin hemen hepsi de ibadet ve yaşantılarında, ezan-abdest-namaz-oruç-hac-nikah-cenaze-bayram vs. ibadetleri başta olmak üzere tamamen Hanefi fıkhına, yani Hanefi mezhebine göre yaşarlar. Örneğin, Türkiye’de hiçbir Alevi köyündeki, mahallerindeki camide okunan ezanda, “Eşhedü enne Aliyyun Veliyyullah” denilmez. Zaten bu, İran’da Caferiler’in uydurmasıdır. Bid’at’tır. İmam Cafer Sadık’ın bile böyle bir içtihadı, görüşü, ezan okuyuşu kaynak kitap-larda yoktur. Hiçbir Türkiye Alevisi abdest alırken çoraplarının üzerine mesh etmez, namaz kılarken secdede alnına değecek şekilde Kerbela toprağı, Necef toprağı gibi bir bidat ve hurafeye sahip değildir. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir Müslüman genel olarak namazlarını çok farklı bir şekilde kılmazlarken, sadece Caferiler’de bu farklıdır. Hiçbir Alevi kendisinin Hanefi olduğunu da kabul etmez. Halbuki, bu bir bilgi eksikliğidir. Çünkü, Hanefiliğin imamı olan İmam Azam Ebu Hanife de İmam Cafer Sadık’ın öğrencisi, hatta üvey evladıdır. Dolayısıyla Hanefiler de, aslında Alevi meşreptirler. Çünkü, meşrep kelimesi mezhep kelimesinden daha genel ve daha önce gelir. Günümüz Alevi ve Sünnilerin sosyal yaşantı ve düşüncelerine bakarak hüküm vermeye kalkmak yanlış olur. Dört hak mezhep diye bilinen Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli mezheplerinin imamlarının, dini önderlerinin Alevi meşrep olmadığını hiç kimse ispat edemez, Çünkü Alevi meşreptirler. Ancak, daha sonraki Şii, Caferi, Nusayri, İsmaililer’den değildirler. Esas, asıl, gerçek ilk kaynaklarda aranmalıdır. İlimsiz inanç, sakattır, aksaktır, eksiktir, yanlıştır, zararlıdır.

    Aleviliği İslam inancı içinde nereye oturtabiliriz? İman ve ibadet esasları Aleviler için neyi ifade eder?

    İlk Aleviliği, İslam inancı içinde, tam ortaya oturtabilirsiniz. Günümüz Aleviliği de şu anda merkezin biraz kenarında gibi görünmekle birlikte, yine de İslam’ın merkezindedir, ortasındadır. Çünkü, Türkiye’de Aleviler sadece Doğu Anadolu’da yaşamıyorlar. Orta, Güney, Kuzey ve Batı Anadolu Alevilerini hiç hesaba katan yok. Halbuki gerçek Alevilik buralarda. Doğu Anadolu Alevileri tarihi, siyasi, coğrafi ve diğer pek çok nedenlerden dolayı Kitap ve Sünnet’ten çok uzun süre uzak kaldılar. Şu anda onların iman ve ibadet esasları açısından bilgi ve yaşantıda çok farklı şekilde geride kalmaları, hem kendilerinin hem de Sünnilerin suçudur, eksikliğidir. Bunda Emevilerin, Abbasi-lerin, Safevilerin, Osmanlının büyük sorumluluğu, daha doğrusu sorumsuzluğu vardır. Gerçek Aleviliği samimi bir şekilde bilmek, tanımak, görmek istiyorlarsa, gelsinler, benim köyümü yerinde incelesinler… Kütahya-Emet-Bahatlar köyü, Antalya-Elmalı-Tekke köyü, Ankara-Beypazarı-Köseler köyünü incelesinler. Üniversite yüzü görmüş üç-beş Marksist’in, Ateistin masa başı fikir yürütmeleriyle bir toplum hakkında sağlıklı karar verilemez. Pir Sultan Abdal’ı okumadan, anlamadan, O’nun İslam esaslarını kavramadan Aleviliği anlayamazsınız. Adamın biri kalkmış, “Ali’siz Alevilik” diye kitap yazmış. Böyle bir Marksist’in yazdığı kitaplara bakıyorsunuz, arkasında maalesef yüce devletin istihbarat bilgileri yada kaynaklarının kullanıldığını görüyorsunuz. Böyle devlet anlayışı olmaz. Hiç kimse, hiçbir devlet bu yollarla kendi halkının sorunlarını çözemez. Çünkü müstamel, kullanılmış, pis su ile abdest alınmaz.

    Alevi öğretisi içinde Ehl-i Beyt’in yeri nedir? “Şiayı Velayet”, “Şiayı Siyaset”, “Şiayı Hilafet”in taşıdığı anlamlar ne-lerdir?

    Bunlar başlı başına geniş ve uzun konular. Şu anda konuyu dağıtmaya gerek görmüyorum. Ancak şurası bir gerçek ki, Alevi ya da Sünni hemen her Müslüman Ehl-i Beyt sevdalısıdır.

    Aleviliğin felsefi kökenleri nelerdir? Panteist tanrı felsefesinin Alevilik öğretisinde yeri nedir? İslam’ın Tanrı anlayışıyla farkı nedir?

    Kitap, Sünnet, İcma ve kıyas ile birlikte, Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve On iki İmam sevgisinden, bağlılığından kaynaklanan sığ, dar çerçeveli bir düşünce yapısı; Emevi-Abbasi baskı ve zulümleri, Selçuklu-Osmanlı devlet ve sosyal yapısının gelişmeci ve aynı zamanda kuralcı özellikleri; Safeviler gibi saltanat davası güdenlerin, Hasan Sabbah’taki gibi Batıni düşüncelerin, İslam düşmanı Hıristiyan ve Yahudi bağ-nazların, eski Anadolu, Helen-Grek çok Tanrıcı sapık düşüncelerine ve hatta son yüzyılın yüzkarası Marksist ideolojinin kalıntıları, izleri; kolaya kaçma, cehalet, geçmişin medrese, günümüzün üniversite kurumlarından yararlanamama; bazı bağnaz Sünnilerin olumsuz yaklaşımları ve Alevileri dışlamaları; her iki taraftaki üstünlük düşüncesi, çekememezlik, aşırı dedikodular vb. pek çok nedenler Aleviliğin felsefi kökenlerini oluştururlar.

    Hz. Ali’yi aşırı sevgiden dolayı tanrılaştıran tarih kalıntılı birkaç yanlışlıktan dolayı, tün Alevileri suçlamak doğru olmaz. Alevilerin Sünnilerden bu konuda farkı yoktur. Tanrı Allah’tır. Peygamber Hz. Muhammet’tir. Hz. Ali’de Halifelerin en önemlilerinden biridir.

    Aleviliğin kolları (Bektaşilik, Caferilik, Rafızilik vs.) arasındaki farklılığın sebepleri nelerdir?

    Bazı farklılıklar olmakla birlikte, temel inanç esasları aynıdır. Caferilik hakkında genel birkaç cümleyi yukarıda söyledik. Rafızilik, İmam Zeyd dönemi ile ilgili siyasi bir kelime iken, daha sonra bu kelime Osmanlı döneminde tüm Alevi-Kızılbaş-Şii çevrelere hitaben suçlama unsuru olarak söylenmiştir. Rafızi kelimesi aslında, İmam Zeyd’i terkeden, Ona nankörlük eden ve karşı tarafa, Emeviler tarafına geçen Alevilere verilen ad iken, bu kelimeye daha sonraları tamamen zıt bir anlam yüklenmiştir. Örneğin, İslam Tarihinde Hariciler, daha önceleri Hz. Ali taraftarı olan Şii-Alevilerden bazılarının, Hz. Ali ve Muaviye arasındaki Sıffın-Nehrevan olayları, savaşları sonucu, özellikle de mızraklarının ucuna Kur’an-ı Kerim sayfaları asarak Hz. Ali’ye cephe alan Muaviye askerlerinin bu tavrına karşı silah kullanmayan, Gücünü göstermeyen Hz. Ali’yi pasif kalmakla suçlayıp Hz. Ali’den ayrılan, onu yalnız bırakan ilk Alevilerdir. Yani, Muaviye ile anlaştı diye terk edenler, Hz. Hüseyin’i Kufe’den devamlı mektup ve haberlerle çağırıp daha sonra yalnız bırakan ve Kerbela faciasına neden olanlar hep bizzat ilk Alevilerdir. Yani Hz. Ali, Ehl-i Beyt, İmam Hüseyin taraftarlığı yapıp daha sonra da seyyidleri ve şerifleri cephesine alan, kan döken Abbasiler de ilk Aleviler-dendirler. Onlar da saltanata geçince davalarına ihanet ettiler. Bunlar derin meseleler. Bunları anlayabilmek için çok okuyup çok araştırmak gerekir. At gözlüğüyle, sadece belli kaynakları incelemek, bizleri yanlış sonuçlara götürür.

    Bektaşilik, Aleviliğe göre daha farklıdır. İslami kaynaklara bakışta biraz daha hoşgörü ağırlıklıdır. Tarihi baskı ve zulümlerin neticesinde bazı Alevilerde oluşan kin ve nefretin yerine, daha objektif, daha insani, daha İslami bir bakış açısı oluşmuştur. Ancak, Osmanlı’nın ilk dönemlerindeki Bektaşilik ve son dönemlerdeki ayyaş, berduş, serkeş, kuralsız, düzensiz, pek çok çirkinlikleri içerisinde barındıran Bektaşilik çok farklıdır. Çaldıran’da Şah İsmail’in bozuk, İrancı düşünce sistemini yıkan, bozan, engelleyen Yesevi-Bektaşi kültürüne sahip Horasan Erenleri’nin, Yeniçeri Ocağı’nın varlığı olmuştur. Aleviler, maalesef İslam kaynaklarından istifade edememişler, kitabi bilgi yerine, masal, hikaye ve hurafelerin yer aldığı şifâi, sözel sözlerin içinde bocalayıp kalmışlardır.

    “Anadolu Aleviliği” kavramıyla kastedilen nedir? Bazıları tarafından İslam’ın Türk yorumu olarak da ifade ilen Alevilik öğretisinin özellikleri nedir?

    Anadolu’da yaşayan Alevilik, Anadolu’ya has Alevilik kastedilmektedir. Bu da kendi içinde farklı boyutlarda yer alır. Sivas Alevisi, Tunceli Alevisinden çok farklıdır, Kahramanmaraş’taki Nurhaklar, Hatay’daki Nusayriler’den pek çok farklılıklara sahip Antalya Toroslar’daki Tahtacılar, hemen yanı başındaki Ağaçeri ve Türkmen Alevilerine benzemez. İzmir-Narlıdere Alevi-Bektaşi kültürü ile Balıkesir Çepnileri çok farklıdırlar. Karadeniz’de yaşayan Sıraç Alevileri ile Trakya’daki Amucalar çok değişik kültürel yapılara sahiptirler. Her ne kadar temel, esas aynı ise de, sosyo-kültürel yaşantı bu farklılıklar ön plana çıkarmıştır. Sadece Sivas’ta en az altı çeşit Alevi olduğunu tespit etmiş idim.

    Bazıları “Anadolu Aleviliği” eski Judeo-Grek, Bizans-Hıristiyan ve pagan kültürleriyle içli dışlı göstermek niyet ve gayretindedirler. Bunlar, hain değilse bile, mutlaka gafildirler, dalalet ve hıyanet içerisindedirler.

    Evet, Anadolu Aleviliği İslam’ın bir Türk yorumudur. Ancak, Hatay Nusayrileri Arap kültüründen, Iğdır Caferileri de İran-Fars kültüründen önemli ölçüde etkilenmişlerdir. Özellikle Caferi olan Azeri Türkler, neredeyse Türk olduklarını bile inkar eder duruma gelmişlerdir. Uyuşukluk, atalet, miskinlik, korku, vb. özellikleri İran’da yaşayan ve ülkenin yarıdan çok nüfusunu kapsayan Azeri Türklerinde görebilirsiniz. Onları bu hale getiren Caferiliktir.

    Alevilik öğretisinin temel özelliği, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisinde düğümlenmesidir. Gözler ve kulaklar başka kaynaklara ulaşmayı engellemektedir.

    Anadolu Aleviliğinin İran Aleviliğinden farkı nedir?

    Bunu yukarıdaki paragraflarda az çok açıkladık. Yeterli olduğunu sanıyorum. Bırakın Anadoluyu, Ali Şeriati’nin dediği gibi İran’daki Ali Şiası ile Safevi Şiası arasında bile bir sürü fark vardır.

    Osmanlı Devletiyle Alevi toplumun ilişkileri nasıl olmuştur? Günümüzde devletle Alevi toplum arasındaki ilişki nasıl cereyan etmektedir?

    Safeviler ve özellikle de Şah İsmail ortaya çıkıncaya kadar çok iyi ilişkiler mevcuttur. Fakat daha önceki dönemlerden özellikle Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Buveyhiler, İlhanlılar, Selçuklular, Akkoyunlular’ın fikir ve düşünceleri zaman zaman Osmanlı dönemi insanlarını etki-lemiştir. Yavuz’un Çaldıran Seferi’nden sonra, Kanuni’nin İran seferi ve daha sonraki padişahların da bu hassas bölgeye seferleri önemlidir. Kanuni dönemi Celali isyanlarında toplumun, nasıl İran’ın etkisinde kaldığını çok iyi biliyoruz. Fakat, Osman-lı’nın Yeniçerilerin aslını oluşturan Bektaşi kültürüne ne kadar büyük değer verdiğini de inkar edemeyiz.

    Günümüzde çok üzülerek söyleyebilirim ki, devletimizin herhangi bir Alevilik projesi, çalışması yoktur. Cemevi yapmayı mari-fet zanneden, fakat gelecekte ne gibi felaketlerle karşılaşabileceğini göremeyen basiretsiz bir anlayış vardır. Devlet, 1937-38 Dersim olaylarını tekrar gözden geçirmelidir. Günümüzde Alevi toplumu sol, Marksist ve illegal örgütlerin potansiyel gücü olarak görülmektedir. Aleviler kurtulmalıdırlar. Alevilerin Türk siyasi hayatı üzerindeki etkisi büyüktür. Özellikle sol partiler Alevileri oy deposu olarak görme-lerine karşın, Aleviler son dönemlerde, artık solun kendilerini kullanmalarına izin vermek, fırsat vermek istememektedirler. Sağ partileri de biraz bağnaz görmektedirler. Ancak Alevi gençlerin aksine, Alevi halkın çoğunluğu merkez sağ partileri desteklemektedirler. Alevilerin kendilerini sol partilere yakın hissetmelerinin en önemli sebebi, devlete, yönetime, idarecilere karşı muhalefet özelliğine sahip olmalarındandır. Bu, tarihi bir sürecin sonucunda oluşmuştur.

    Sizce, özellikle Alevi toplumun değişim yönü nereye doğru?

    Bizim öz eleştiriye, oto kontrole, kendi kendimizi tanımaya, kimliğimiz bilmeye herkesten çok ihtiyacımız var. Alevi aydını dediklerimizin pek çoğu kendisini karanlıktan kurtaramamış ki başkalarını kurtarsın. Kendini eritmeyen mum, etrafını nasıl aydınlatsın? Hacı Bektaş Veli’nin eseri “Makalat”ı okumayan, okusa da anlamayan, anlasa da yaşamayan “aydın” olsa ne yazar!… Onlarca kitap, yüzlerce makale yazsa yine boş. Kur’an-ı Kerim’i okumadan anlamadan Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi, Ehl-i Beyt’i, On iki İmamlar’ı anlayamazsınız. Marks’la, Lenin’le bunlar öğrenilmez. Hz. Ali’yi tanımak için; kızı Ümmü Gülsüm’ü Hz. Ömer’le niçin evlendirdiğini, çocuklarına ve torunlarına kendinden önceki ilk üç halifenin isimlerini niye verdiğini, Muaviye ile içtihad farkının nasıl olduğunu tarihi belgelerden okuyup öğrenmek gerek. İmam Cafer Sadık’ı, İmam Azam Ebu Hanife’yi okumadan, öğrenmeden tanıyamazsınız. Ebu Hanife’nin Hz. Ali’yi ve Ehl-i Beyt’i sevip haklarını savunan bir Alevi olduğunu bilmeyecek kadar cahil olmaya gerek yok. Cafer Sadık’ın da, atası Hz. Muhammed’in yolundan kıl payı ayrılmayacak kadar Sünnete tabi olduğunu bilmemek aptallık olur. Allah’ın verdiği “akıl”ı kullanmamak kadar geri zekalılık olamaz. Tek bir harfinin bile değişmediğini tüm ilim adamlarının bildiği yüzyıllarca ışık tutan bir kitaptan, Kur’an’dan istifade etmemek, gericiliğin ta kendisidir. Esas yobazlık budur. Kaynakları işimize geldiği zaman batıni, mecazi anlamlarıyla açıklamaya kalkmak ahmaklıktır. Bu sivri kelimeleri özellikle kullanıyorum ki, artık birilerinin oyuncağı olmayalım. Kendimize gelelim. Kulak dolgunluğuyla, gazete kupürleriyle, dedikodularla ilim olmaz. Bu körün fili tarifine benzer.

    Toplum değişiyor, insanlar değişiyor. Değişmek zorunda, Gelişmenin, mükemmeli yakalamanın ilk şartı bu.

    Burada, özellikle Alevi toplumun değişim yönü önemli. Çünkü, bir cahiliye toplumunda bilimselliğe geçiş dönemi başlamıştır. Emeviler’in ve Abbasiler’in siyasi baskılarından canlarını zor kurtaran Aleviler, zamanın Selçuklu ve Osmanlı ilim yuvaları, üniversiteleri olan medreselerden de kırsal kesimde yaşadıklarından istifade edemediler. Babadan oğula geçen bilgi ve görgü birikimi bir noktada tıkanıp kaldı. Yirmi birinci yüzyılın eşiğinde ellerinde kitap olmadığını, yazılı kaynakların, ilmi belgelerin bulunmadığını gördüler. Daha doğrusu gördük. Arap ve Fars kültürünün bizim toplumumuza pek fazla örnek teşkil etmediğini anladık. Her ne kadar Peygam-berimiz Hz. Muhammed, İmamımız Hz. Ali Arap kökenli olsalar da. Öyle ki biz bunları bile Türk gibi düşünüyoruz. Çünkü, Allah bizi böyle yaratmış, Arap-Fars düşmanı da değiliz. İnsanlığın ve İslam’ın bayraktarlığını yapan Türk Milletinin birer ferdi olmaktan gurur duyuyoruz. Ancak şu anda Hz. Ali’nin, İmam Zeyd’in, İmam Cafer Sadık’ın, Hacı Bektaş Veli’nin kitaplarını aramaktayız. Kaynağa sahip çıkmak isti-yoruz. Kitapsız, ilimsiz, mutlu olamayacağımızı biliyoruz.

    Bir cenaze namazını kıldıracak bir tek imamı bile olmayan bazı Alevi köylerinin, Alevi mahallelerinin varlığı bu konuda ne kadar geride kaldığımızı ispata yeter. Alevi-Bektaşi toplumunun yüzlerce, binlerce ilahiyatçılara, din adamlarına ihtiyaçları var. Artık sarhoş Dedelere, mayhoş üniversite okumuşlara bizim insanımız itibar etmiyor. Hele hele Sovyet artıklarına, Mao hastalarına, Küba kalıntılarına hiç güvenmiyor, bu millet. Baksanıza, Türkiye’de sol bile, daha düne kadar hiç ağzına almadığı demokratlığa soyunmuş görünüyor. Tilkinin horoz çobanlığına özenmesi gibi… Alevileri, beceriksiz sağa kaptırmamanın “vitrindekiler”ini oynuyor, sol.

    Alevi-Bektaşi toplumunun bu derece kendi milli kültüründen uzak kalışında, yozlaşmasında Sünni aydın ve yöneticilerinin de büyük sorumlulukları var. Her şeyden önemlisi, Alevileri dışlamış olmaları, kendilerini fildişi kulelerinde hissetmeleri, onları bu vebalden kurtaramayacaktır. Bilgi sorumluluk getirir. İlim kimde ise, kitabı kim en iyi okuyup anlıyorsa, kim toplumu organize ediyorsa, onlar sorumludurlar. Diyanet, üniversiteler, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları, MİT, MGK, TBMM başta olmak üzere, gönüllü kuruluşlar, herkes bundan sorumludur.

    Horasan Erenleri’nin yolunu izleyen gönül erlerinin faaliyetlerini çok yakından takip ediyoruz: Bir dönem, Osmanlı’nın Anadolu’yu unuttuğu gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını da unutmamalarını diliyoruz. Alevi toplumuna sahip çıkılmasını bekliyoruz.

    Şu anda Alevi toplumun önünde iki yol var: Biri ilim, diğeri siyaset. Eğer ilim baştacı edilirse, ilim de Aleviler’i bu toplumda, hatta yeryüzünde baştacı edecektir. Fakat ilime tabi olmak lafla olmaz. Kaynaklara, öze inmekle, gerçeklerini görmekle geleceğe basiretle bakmakla ve hazırlıklı olmakla bunu yakalayabiliriz.

    Biz Genç Erenler olarak, Aleviler’in değişim yönünün, tıpkı Sünniler’de olduğu gibi iyiye, güzele, doğruya, kaynağa, asıla, ilk’e öze, ilime, İslam’a, çağa uygun ve aydınlığa doğru olduğunu görüyoruz. Işıktan rahatsız olan yarasalar, her zaman olacaktır. Onlar da, Allah’ın insandan farklı birer yaratıklarıdırlar.

    Heterodoksi Alevilik kavramı üzerine ne diyorsunuz?

    Samimi olarak şunu söylüyorum. Bu tür gayri milli kavramlardan rahatsız oluyorum. Beni, benim insanımı ifade etmiyorlar. Ne anlama geldiklerini dahi bilmek istemiyorum. Bu, papazın camide vaaz etmesine benziyor. Bülbülü serçe diye göstermeye gerek yok.

    Aleviliği sadece kültür olarak ele alanlara, ibadetsiz bir Alevilik ortaya koymaya çalışanlara ne diyorsunuz? Gerçek Alevilik hangisi?

    Allayıp pullasalar da, üzerine kül döküp örtmeye kalksalar da var olan gerçeği inkar edemeyiz. Gerçek Sünnilik nasıl ise, gerçek Alevilik de odur. Dünyada ibadetsiz bir toplum gösterilemez. Böyle bir kültür yoktur. Kültürün ne olduğunu bilenler, bildiğini sananlar, ibadetinde ne olduğunu bilseler, böyle konuşmazlar. Anlayana sivrisinek saz misali, oturmasını, kalkmasını, konuşmasını hatta yatıp uyumasını bilenler, nasıl ibadet yaptıklarını da çok iyi bilirler. İbadeti reddeden Sünni de, Alevi de olamaz. Hz. Ali’nin hayatını okusunlar yeter. Ali’siz Alevilik olamayacağını bile bile, ortaya çıkan “sapık”lar ya da “maşa”lar da olabilir. Ben, ülkemin ve insanlığın hayrına olabilecek bir şeyleri kafamda düşünebiliyorsam, bu bile ibadettir. Diğer ibadetleri de, kitaptan öğrenmek zorundayız. Fakat, dikkat edilecek tek husus şudur: Sadece akıl ile ilim olmaz. Nakil dediğimiz Kur’an ve Sünnet temel kaynaklardır. Ayrıca beş duyu organlarımız vasıtasıyla da kaynaklardan istifade etmek mecburiyetindeyiz.

    Alevi-Sünni yakınlaşması nasıl sağlanır? Bu amaçla ne tür faaliyetler yapılabilir ve diyalog için nasıl bir ortak zemin oluşturulabilir? Said Nursi’nin görüşlerinin bu ortak zemine katkısı nedir?

    İşte biz bunun kitabını yazdık. Alevi-Sünni kaynaşmasının reçetesi, formülü bizde. “Nerede Buluşalım? Alevi-Sünni Nasıl Kaynaşır?” başlığıyla madde madde sıraladık. Devletin en önemli makamları olan Başbakanlık, Milli Eğitim, İçişleri, Kültür Bakanlıkları başta olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşları hala daha uyuyorlar. Ta ki, yüzlerce Alevi-Sünni insanımızın kanı dökülünce uyanacaklar, ama o zaman da iş işten geçmiş olacak!… Bediüzzaman Said Nursi gibi ilim ve din büyüklerinin gösterdikleri yollara, ilmi açıklamalara Bu milletin ihtiyacı var. Biz Genç Erenler olarak Alevi-Sünni kaynaşmasının nasıl olabileceğini çok iyi biliyoruz. Ancak, kaynaşmadan rahatsız olanların da bulunduğunu unutmayalım.

    Köprü’nün bu mümtaz çalışmasını kutluyoruz. Milli birlik ve beraberliğimizden rahatsız olanlardan, bizlerin de rahatsız olduğunu bu millete anlatmak gerekiyor. Bu görev de devletindir. Bize, halkımıza devletimizin koruyuculuğunda, ilim aydınlığında, İslam’ın engin hoşgörüsünde çalışmak düşüyor.