Köprü Anasayfa

Evrensel Barışa Çağrı

"Bahar 2003" 82. Sayı

  • İslam, Barış ve Spor

    Hüdaverdi Adam

    Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi

    İslam kelimesi barış, güven, esenlik anlamlarına gelen selam kökünden türemiştir. Dolayısıyla İslam dini, çatışma ve gerilim kültürünün yerine barış/uzlaşma kültürünü yerleştirerek özgürlük ve güven ortamını her yerde oluşturmayı amaçlamaktadır. Çünkü, "Barış/uzlaşma/sulh, en iyidir."1 İslam’ın temel kavramlarından olan cihad ve fetih kavramlarını da bu çerçevede anlamlandırmak gerekmektedir.

    İslam hakkında günümüzde her zamankinden daha farklı yorumlar yapılmaktadır. "İslam bir barış dini midir? İslam’da insan hakları ne durumdadır?" gibi sorular ile İslam’ın güncel uygulamaları sorgulanmaktadır.

    Bunlar, Müslümanlara bakış açısı itibariyle, her halükârda İslam’a karşı şartlı bakış açısı olan ve gerçekler karşısında Müslümanların hepsini bir kefeye koyma haksızlığına düşmeyenler olmak üzere iki ana çizgide ele alınmalıdır.

    Terörün İslam dininde meşru olmadığı ve terör içeren eylemleri yapanların gerçek İslam’ı temsil etmediği meselesinin çeşitli platformlarda anlatılması yanında, Müslümanların dinlerini yaşaması ve uygulaması gerekmektedir. Terörizm ile Müslümanlığı aynı kefeye koymak insafsızlıktan başka bir şey olamaz. Zira Kur’an-ı Kerim kasten, haksız yere bir insanın öldürülmesini bütün insanların öldürülmesine denk tutmuştur.2 Kelime manasıyla bile İslam sulh ve selamet, kötülüklerden uzak durmak, kurtuluşa ermektir.

    İslam korku, baskı ve tehdit değil; sevgi, barış ve hoşgörü dinidir. Halife Ömer Kudüs’e beyaz bir devenin üzerinde girdiğinde, yanında bulunan kentin Hıristiyan yöneticisi Başrahip Sophronius vardır. Namaz vakti gelince Başrahip kendisini kibarca namazını bu kilisede kılmaya davet etmiş, ama Halife Ömer bu teklifi, "Eğer bu kilisede namaz kılarsa, sonra bazı Müslümanların bu olayı anıtlaştırmak amacıyla buraya bir cami inşa etmek isteyebilecekleri, bunun ise Kutsal Mezar Kilisesi’nin yıkılması anlamına geleceği" endişesi ile reddetmiştir.

    Yıllardır Hıristiyanlar, yıkık Yahudi Tapınağının yer aldığı bu alanı, şehrin çöp yığınağı olarak kullanıyorlardı. Halife, Müslümanların bu çöpleri temizlemelerine kendi elleriyle yardım etmiş ve burada Müslümanlar iki mabed inşa etmişlerdir.3

    Kabul etmek gerekir ki şiddet, insanlığın tarihi kadar eski ve de köklü bir gerçektir. Nitelik ve niceliği değişse de şiddet, çağımızda da sıkça gündeme gelmektedir. Halbuki, insanın huzur ve mutluluğu bütün ilahi dinlerin temel amaç ve hedefi olmuştur. Barış, emniyet, anlaşma ve uzlaşma gibi anlamlara gelen İslam; mutlu insan ve sonuçta huzurlu ve barış içerisinde bir toplum oluşmasını gaye edinmiştir. Şiddet ve terörle anlam ve içerik olarak taban tabana zıt olan İslam, her vesile ile iyiliği, güzelliği, kardeşliği, merhamet ve adaleti, öfkeyi yenmeyi emir ve tavsiye etmiştir. İnsanı yaratılmışların en üstünü sayan İslam, bir hayat kurtarmayı bütün bir insanlığı kurtarmak gibi ele almıştır.4 Bütün insanların Hz. Adem’in çocukları olmak itibariyle kardeş olduklarını bildiren Peygamberimiz; "Veda Hutbesi"nde insanların mallarının, canlarının ve namuslarının dokunulmaz olduğunu, her türlü tecavüzden korunduğunu ilan etmiştir. Baskı ve şiddet uygulamayı bir kimsenin hoşlanmadığı şekilde arkasından konuşmak olan gıybeti "kardeşinin ölü etini yemek" kadar çirkin saymıştır.5

    Bu nedenle İslam’ı din olarak kabul eden ve şuurlu bir şekilde ona inanan hiçbir mü’min asla şiddete başvuramaz, imanı böyle bir şeye asla izin vermez. Çünkü sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin terör ve şiddet bir insanlık ayıbıdır.

    Allah Teala Hz. Peygamberi ancak alemlere rahmet olarak göndermiş, hidayet ve hak din çağrısını, alemlere şamil kılmıştır.6 Bunu sağlamak için toplumların ve devletlerin de birbirlerine karşı belirlenmiş bir kısım hak ve sorumlulukları vardır. Böylece en zayıf devletler bile haklarını korumada güçlük çekmeyeceklerdir.7

    Bunu sağlamak için İslam ahde vefa,8 adalet,9 eşitlik10 gibi prensipler yanında dış ilişkilerde savaşın değil, barışın esas oluşunu getirmiştir. Bu anlamda cihad savaşı değil, öncelikle sulh vasıtaları ile dinin tebliğ edilmesi ve bu konuda gayret gösterilmesini ifade eder. Zira "Kur’an ve sünnette savaşın sürekli esas olduğunu öngören bir tutumu destekleyen nass yoktur. Gerçekte bu bir fetvadan başka bir şey değildir."11

    Hz. Peygamber döneminde dış ilişkilerin ana hedefi, İslam’ı tanıtmak ve yaymaktır. Böyle ulvi bir hedefe ulaşmak için en uygun zemin ise barış ile oluşturulabilir.12 Bu gün dünyayı kuşatan şekliyle spor da insanlar arası ilişkileri geliştiren ve doğru algılanıp uygulanabilirse İslam’ın temel esprisine aykırı olmayan insanî bir etkinliktir.

    ***

    Spor, ‘fizik kondisyonu iyileştirmeyi amaçlayan oyun, yarışma ve mücadele anlayışıyla yapılan fiziksel etkinlikler’ olarak tanımlandığına göre, hangi yaşta ve seviyede olursa olsun, hiç kimse kendisini spordan uzak tutamaz, şu veya bu şekilde bir spor türü ile ilgisi vardır; az veya çok yapıyordur veya uzaktan da olsa ilgileniyordur.

    İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe dayanan spor etkinlikleri, günümüzde artık çok daha farklı boyutlar kazanmış, uluslararası bir faaliyet, evrensel bir dil ve etkin bir tanıtım aracı haline gelmiştir. Her millet ister istemez bu ortak dili konuşmakta, kitle iletişim araçlarının desteğiyle de ilgi alanını iyiden iyiye artırmaktadır.

    Bazı spor etkinlikleri, özellikle millî futbol karşılaşmaları sonunda halkın büyük çoğunluğu tek noktaya kilitlenebilmekte, eğitim seviyesi ve düşünce yapısı ne olursa olsun, spor insanları ortak bir payda etrafında birleştirebilmektedir.

    Her etkinlik gibi, spor da bir disiplin ve kurallar bütünüdür. "Oyunu kuralına göre oynamalı" prensibi en çok sporda geçerlidir. Meseleye insanî boyutun girmesi zaten böyle bir düşünceyi mecburi kılmaktadır. Hayat ve inanç disiplini içinde baktığımızda sporun da dayandığı bir geleneği ve mazisi vardır. Bu mazi sünnet çerçevesinde incelendiğinde esaslı, köklü, kalıcı ve o nisbette bağlayıcı yönleri bulunmaktadır.

    Hz. Peygamberin bizzat meşgul olduğu, teşvik ettiği ve esaslarını belirlediği spor türlerinin belli başlıları güreş, koşu, müsabaka, at ve deve yarışları, yüzmek, ok atmak, avlanmak ve bu spor faaliyetlerini ferdî olarak veya toplu halde seyretmek, kazananları ödüllendirmektir.

    Güreş

    Dönemin ünlü pehlivanlarından Rükâne b. Abdülyezid, İslâm’a girmek için Hz. Peygamberin kendisini güreşte yenmesini şart koşmuş ve yapılan karşılaşmada Hz. Peygamber onu birkaç defa yenmiş; Rükâne de bunun üzerine sözünde durarak Müslüman olmuştur.13 Siyer kaynaklarında Hz. Peygamberin Rükâne’den başka bazı kimselerle de güreş tuttuğu, ergenlik çağına gelmiş olan Sahabe çocuklarının askere alınmaları için her sene düzenlenen merasim sırasında birbirleriyle güreştikleri, ayrıca Hz. Hasan ve Hüseyin’in de Resûlullah’ın huzurunda güreş yaptıkları yer almaktadır.

    Güreş Osmanlı döneminde çok büyük bir ilgi ve destek görerek geliştirilmiş ve dünya çapında bir şöhret kazanmıştır. Güreşçilerin pîri olarak da ‘Allah’ın ve Resûlünün arslanı’ olarak bilinen ve şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza kabul edilmiştir.

    Atıcılık ve Ok Atmak

    Bir savaş sporu ve cihad aleti olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir yeri vardır ki, Hz. Peygamber bir hadislerinde, "Sizden hiç kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın" buyurmuştur.14 Bir seferinde Sahabelerden bir grubun eğlenmeye gittikleri söylenince, Hz. Peygamber "Atış, eğlendiğiniz şeylerin en hayırlısıdır"15 buyurarak onları teşvik etmiştir.

    Peygamberimiz iyi ok atan Sahabelere iltifatlarda bulunmuş, Sa’d b. Ebi Vakkas’ı Uhud Savaşında, hedefe isabetli atışları sebebiyle, "Anam babam sana feda olsun" diyerek övmüştür.16 Bütün bu teşviklerden dolayıdır ki, Sahabe atıcılığa önem vermiş, her fırsatta, hatta akşam namazından sonra bile ok atışları yapmıştır.17 Peygamberimiz ok atış müsabakalarında zaman zaman taraftar da olmuş ve herkese örnek olacak taraftarlık dersi vermiştir: Seleme bin Ekvâ isimli Sahabe’nin anlattığına göre, Hz. Peygamber çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem’den bir grupla karşılaşınca onlara, "Ey İsmailoğulları! Atın, zira atalarınız atıcı idiler. Atın, fakat ben falan kabileyi tutuyorum" demiştir. Bu söz üzerine bazıları atıştan vazgeçince Hz. Peygamber "Ne oldu, niye atmıyorsunuz?" diye sormuş, "Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz." cevabını alınca da "Atın, ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum" buyurmuşlardır.18 Hz. Peygamber taraf olurken kimsenin gönlünü kırmama ve her başarıya sahip çıkma dersini vermiştir.

    Hz. Peygamber ata çok önem verir, at yetiştirmesine ayrı bir özen gösterir ve teşvik ederdi. Rivayetlere göre belli zamanlar içinde kendilerinin 19 kadar atı var olmuştu. O atını antrenmana tâbi tutar, sonra da onunla yarışa katılır,19 hatta "Şu üç şeyde armağan vardır. Deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı"20 diyerek yarışta birinci gelenlere ödüller verir ve onları teşvik ederdi. Kur’ân da Âdiyat Suresinin ilk beş âyetinde bir cihad unsuru olan atı:

    "Yemin olsun nefes nefese koşan atlara. Ve çarparak kıvılcım çıkaranlara. Ve sabah vakti baskın yapanlara. Ve tozu dumana katanlara. Ve düşmanın ortasına dalanlara…" buyurarak çok güzel övmektedir.

    Yürümek ve Koşmak

    Hz. Peygamber "Ok yarışı yapın, bedenen sertleşin, yalınayak yürüyün" ifadeleriyle yürümenin faydasına dikkat çekmiştir.21 Hatta bizzat kendisi de Hz. Âişe ile birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Âişe kazanmış, ikincisinde ise kilo alması sebebiyle Hz. Âişe kaybetmiş, ve koşuyu kazanan Hz. Peygamber ona "Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik." demiştir.22

    Görüleceği ve anlaşılacağı üzere sünnette yer alan spor türleri gayeli, faydalı, hedefi belli oyunlardır. Bütün spor aktivitelerinde taraflar arasında kine, nefrete ve düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmemektedir. Ok atışı ve at yarışlarında kazanan ve kaybedenler birlikte gözetilerek, dereceye girene teşvik mahiyetinde ödüller verilmekte, yarışı kaybedenlerin de kazanma gayreti içine girmeleri istenmektedir. Bu tür yarışlar hiçbir şekilde kumara yol açacak bir hale girmemektedir.

    Bugün hepimizin karşı karşıya olduğu, gözardı edemediğimiz ve görmezden gelemediğimiz bir spor gerçeği vardır. Şartlarına uygun yapılan bir spor aktivitesinin pek çok faydası vardır. Ama bunların en başta geleni toplumu birleştirici rolüdür.

    Toplum ve Spor

    Günümüzde tüm dünya ülkeleri spora büyük önem vermekte ve uluslararası spor organizasyonlarında ön sıralarda yer almak için birbirleri ile kıyasıya mücadele etmekte ve alınan sonuçlar ulusal saygınlığın bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.23 Spor önemli bir toplumsal kurumdur.24 Çünkü spor kendine özgü toplumsal kuralları, değerleri, etkileşim simgeleri ve süreçleriyle canlı bir toplumsal yapıdır. Bu nedenle spor, otonom olarak kendiliğinden oluşmaz. Özellikle, toplumdaki ilişkiler yolu ile ortaya çıkarak değişir ve yeniden biçim kazanır.25 Spor uluslararası yasaları, yönetmelikleri ve kurallarıyla, en rasyonel biçimde kurulup çalıştırılan örgütler durumunda olsa bile yapıları ve işleyişlerinde içinde bulundukları toplumun geniş ve derin izlerini taşırlar.

    Her insan spor vasıtasıyla bütün insanlarla bütünleştiği bir etkinliğe ve deneyime girer.26 Bundan dolayıdır ki, "Herkes için Spor" ve "Yaşam Boyu Spor" sloganları tüm dünya ülkelerinde benimsenmiş ve yaygın olarak uygulanmaya başlamıştır.

    Papa II. Jean Paul sporun toplumsal rolünü açıklarken şu ilginç tespitte bulunur: "Sporun aslında bir eğlence olmadığını ve bu yöndeki çabaların insanlık için çok ciddi bir konu olduğunu insanlara inandırmak için çalışmalısınız. Spor, dinlerin, inançların, her çeşit insanca özelliklerin ayrılıklarını ortadan kaldıran, insanları birleştiren bir semboldür"27 Bir dönem UNESCO Uluslararası Spor ve Bedensel Boş Zaman Değerlendirme Konseyi Başkanlığı yapan Noel Baker, "Bana insan ilişkilerinin stadyumlardan ve spor karşılaşmalarından başka hiç bir konum ve kesimini gösteremezsiniz ki, insanlar, orada, öyle çok ortak yanları olduğunu öylesine kolay anlasınlar, ana dilleri ne olursa olsun konuşacak ortak dili öylesine kolay bulabilsinler"28 derken aynı tespite katılır.

    Grup, sosyolojinin temel kavramlarından biridir. Çünkü toplumsal yaşamın temelinde sosyal gruplar yer alır. İnsanlar doğduğu andan itibaren önce aile olmak üzere giderek eğitim, meslek ve diğer alanlardaki değişik sosyal grupları içinde yer alırlar. Toplum içindeki grupların bileşimi de bir bütün olarak toplumu meydana getirir. Bir sosyal grup, ortak amaçların izlenmesi hususunda, sosyal normlara, yararlara ve değerlere uygun olarak, karşılıklı rolleri yerine getiren kişilerden oluşmuş, bir yapıya sahip ve benzerlerinden ayrılıp bütünleşebilen bir topluluktur.29 Her insanın hayatı sosyal bir grup içinde başlar ve sona erer. Kişiler kendi gereksinimlerini karşılamak ve hayatlarını sürdürebilmek için başkalarının yardımına, desteğine ve işbirliğine gereksinim duyarlar. Bundan dolayı da her zaman ve her yerde bir veya daha fazla sosyal grupla dolaylı ya da dolaysız ilişki halindedirler.30

    Çocuk ve genç için sosyal kabul çok önemlidir. Bu nedenle, birlikte duyan, birlikte davranan yaklaşık aynı yaştaki kişilerden oluşan arkadaş gruplarına girer.31 Arkadaşlık grupları genç üzerinde büyük etkisi olan referans gruplarıdır. Bunlar niteliklerine göre üyeleri için olumlu ya da olumsuz etkileyici çevrelerdir.32

    Sürekli olarak bir hareket içerisinde bulunan ve yenilenen toplumsal yapı, kendi bünyesinde bulunan ve farklı özellik ve etkinliklere sahip olan toplumsal öğeler tarafından değişmeye zorlanır.33 Sosyolojik açıdan küçük gruplarda meydana gelen değişmeler ve moda gibi geçici değişmeler önemli değildir; bunun yerine aile, ekonomi, hukuk vb. kurumlardaki değişmeler, sosyal rollerdeki değişmeler ve sosyal ilişkilerde meydana gelen değişmeler önemlidir.34

    Toplumsal yaşam sosyal ilişkilerden oluşur ve kişiler sosyal rolleri sayesinde ve içinde, birbirleriyle eylemde bulunurlar.35

    Toplumsal ilişkiler toplumda hem yazılı hem de örf, adet gibi yazısız hukuka göre gerçekleşir. Toplumdaki bazı kurumlar ise sosyal ilişkilerin gelişip güçlenmesini kolaylaştırır. Dil, eğitim, din gibi spor da bu kurumlardan biridir. Spor özellikle barışçı olma niteliği ve uluslararası değişmeyen kuralları nedeniyle, aynı toplumdaki insanlar ve gruplararası sosyal ilişkiler yanında diğer toplumlardaki insanlar ve gruplarla kurulan sosyal ilişkilerin gelişip güçlendirilmesinde de olumlu etkiye sahiptir.

    Toplumsal ilişkiler çok farklı biçimlerde ortaya çıkmasına rağmen sosyologlarca yarışma (rekabet),36 uyuşma (uyarlanma),37 yardımlaşma (işbirliği),38 benzeşme, (özümseme),39 diyalektik (karşıtlık)40 ve çatışma41 gibi belirli gruplandırmalar yapılabilmiştir. Spor bir toplumsal olay olarak ele alındığında bu gruplandırılan toplumsal ilişki tiplerinin hepsini görmek mümkündür.

    Sınıflar toplum hayatının önemli bir gerçeğidir. Tüm insanlar yasalar karşısında eşit olarak kabul edilmekle beraber, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yönden farklı yaşam biçimleri içindedir. Sınıf, genellikle, aynı ekonomik güce sahip olan, yaşam tarzları birbirine uygun, kendilerini aynı durumda gören ve belirli bilinç düzeyine erişen, ortak çıkarları olan insanlardan oluşmuş topluluğa denir.42 Her sınıfın kendine özgü bir hayat stili vardır. Hayat stili ile doğuştan önce gösterilen ihtimamları, vücut ve yüz süslerini, davranışları, jestleri, konuşma örneklerini, elbise türleri ve vasfını, konut tiplerini, mesleklerini, eğitim derecesini aile hayatı örneklerini, dini inançları, okuma alışkanlıklarını, yayın programları üzerindeki zevkleri, siyasal bağlantıları ve fikirleri, cinsi ahlak standartlarını ve diğerlerini anlamak gerekir.43

    Bireysel bir olgu olarak beliren spor, giderek toplumsal bir nitelik kazanmıştır. Günümüzde ilgi alanı geniş kitlelere ulaşan spor, giderek çoğunluğun edilgen olduğu bir kitle uğraşı haline gelmiştir.44

    Toplumsallaşma ve Spor

    Sosyalleşme (sosyalizasyon) kişinin toplumsal kültürle bütünleşmesini ve içinde yaşadığı toplumla uyum sağlamasını mümkün kılan bir mekanizmadır.45 Yeni doğan bir çocuk toplumsallaşma süreci ile sosyal davranışları öğrenip toplumsal sistemin bir üyesi haline gelir. Toplumsallaşma, kişinin toplumun değerlerini ve ideallerini benimsemesi, sosyal hayatta oynayacağı rolleri öğrenmesi anlamını taşır.

    Bir çocuğun sosyalleşmesini sağlayan araçlar; ailesi, komşuları, oyun arkadaşları, okul arkadaşları, öğretmenleri ve kitle iletişim araçlarıdır.46 Sosyalizasyon toplum açısından bir kontrol süreci ve grup yaşamında düzenlilik sağlama yoludur.47 Bu anlamda toplumsallaşma hayat boyu süren bir süreçtir.

    Gelişmiş ülkelerde sportif yarışmalar da sosyalleşmenin önemli bir aracı olarak kabul edilir. Amerika Birleşik Devletlerinde fikir olarak bu eğilimde olan yetişkinler, oyunlu aktiviteler düzenlemekte ve amaç edinmeyi, beceri geliştirmeyi ve ödül alma başarısının önemini vurgulayan spor programlarına katılması için çocuklarını teşvik etmektedirler.48 Çocuğun temel gelişiminde zaten oyuna sınırsız ihtiyacı vardır. Organize edilmiş sportif oyunlar yoluyla çocukların hem kendi akranları ile bir arada olması sağlanır, hem de kurallara ve kararlara uyma, yenme ve yenilmeyi hazmetme gibi deneyimler kazandırılır. Ancak bu organizasyonlarda çocuğun insan yönü üzerinde durulmalı, sporcu yönü ön plana çıkarılmamalıdır. Böylece çocuk kendi vücudunu tanıma, fiziksel özelliklerinin farkına varma fırsatını elde eder. Kendinden daha çok iyi ve daha az iyi kişiler olduğunu fark eder. Daha az iyi olanları küçük görmemeyi, daha çok iyi olanları takdir etmeyi öğrenir. Bu deneyimler hayatı boyuncu farklı konularda ve farklı koşullarda karşılaşacağı benzer durumlara uyumunu kolaylaştırır. Mutlu ve başarılı olmak için çalışırken kendine ve başkalarına zarar vermeden rekabet edebilir.

    Çocuk ilk aylarından itibaren en basit davranış şekillerini bile taklit yoluyla geliştirir. Anne ve babayla başlayan bu taklit etmeler giderek sevdiği, beğendiği ve hayranlık duyduğu diğer büyüklerle devam eder. Sporcular, müzisyenler ve sinema oyuncuları gençlerin taklit etmeye en çok eğilim gösterdikleri kişilerdir. Bu yüzden sporcular örnek davranış ve alışkanlıklarıyla sosyalleşme sürecinde diğer kişilere iyi birer model olabilirler.

    Kültür ve Spor

    Toplumların yaşam biçimlerinde ve değerlerinde farklılıklar bulunmaktadır. İnsanlar da içinde doğdukları toplumların bu özelliklerini sosyalleşme süreci içerisinde öğrenerek, kuşaktan kuşağa geçmesini sağlarlar. Sporun insanların yaşamı içindeki yeri, önemi ve uygulamaları da toplumların yaşam biçimlerindeki farklılıklara bağlı olarak değişiklik gösterir.

    Bir toplumun yaşama tarzı olarak nitelendirilen ve bilgi, inanç, gelenek, örf, adet, sanat, ahlak, araç-gereç, teknik gibi maddi ve maddi olmayan unsurlardan oluşan karmaşık bütüne kültür denir.49 Kültür, bir yandan bireylerin toplumsal yollarda edindikleri ve toplumsal yollarla ilettikleri bir değer, yargı, inanç, simge ve davranış ölçütleri düzeninden, diğer yanda da böylece ortaya çıkan geleneksel davranış kalıplarının simgesel ve maddi ürünlerinden oluşur. Birey bu düşün, değer, davranış ve en geniş anlamıyla eylem ve yapı maddelerini, gerçek toplumsal yaşam içerisinde dolaylı ve dolaysız yollardan öğrenir. Böylece kültür aynı zamanda, diğer kuşaklardan gönümüze ulaşan bir mirastır.50 Her kültür topluma yeni katılan bireylerin tutum ve davranışlarını düzenlemek, başka bir deyişle toplumsal kontrolü sağlamak için toplumsal kurumlarını oluşturur.

    Bir toplum içinde çeşitli grup veya sınıfların, bütünsel kültüre oranla yarı bağımsız bir alt kültür oluşturmaları mümkündür. Alt kültür (ikincil kültür), bir toplum içinde, az veya çok farklılaşmış, bu toplumun kültürel yapısına tam uyum sağlamamış, ancak yine de onun temel bir üyesi olan belirli bir sosyo-ekonomik veya etnik grubun ayırt edici toplumsal kuralları ve yaşam biçimi olarak tanımlanmaktadır.51 Kültürün çağdaş işlevi, toplumsal yapıyı oluşturmaktan öte ona anlam vermektedir. Çıkış noktaları farklı olsa da toplumsal yapının tanınmasında ve tanımlanmasında kültür, odak noktasını oluşturmakta, dolayısıyla da, toplumsal yapının bütünlüğü ve süregelmesinden sorumlu olmaktadır.52 Kültür konusunda karşımıza çıkan kavramlardan diğer ikisi ise yüksek kültür (seçkin kültür) ve popüler kültürdür.

    Sporun popüler kültür ürünü olarak ele alındığı ve bu ürünün, kitlelerin onayı alınarak kitle iletişim araçlarından sunulduğu görülmektedir. Pazar ekonomisi anlayışının, bu araçlara da egemen olması, sporun sosyo-kültürel yapıya uygun kullanılmasını doğurmuştur. Popüler kültür, seçkin kültürün karşıtında yer alması nedeniyle, ticari amaçlı ve yaygın olma özelliği ile tanımlanmaktadır. Tarihsel süreçte, popüler seçkin kültür ikiliği, kültürel ürünlerin sanatsal nitelikte olup olmamasına bağlanmaktadır. Her dönemde, genel estetik yanı ağır basan kültürel ürünler yanında, gündelik yaşamı vurgulayan ürünler de bulunmaktadır. Bu nedenle, yaygın olma özelliği ile popüler kültür geniş anlamda bir gündelik yaşamın kültürü olarak tanımlanır.53 Yüksek kültür, toplumda davranışların, zevklerin ve entelektüelliğin gelişme uğraşıdır. Bu bir kültürün fiziksel kalitesi, toplumsal, entelektüel, yüksek ahlaki değerleri ile tanımlanır. Ancak bir toplum içindeki ırk, cinsiyet ve sınıf ayrılıkları nedeniyle halk kitlesinin, yaşamını kaliteli kılacak faaliyetler içinde yer alması mümkün değildir.54 Bu nedenle halk kitlesi, popüler kültür olarak sunulan spor ve müzik olaylarına daha çok ilgi göstermektedir. Spor, kültürün bir parçası olarak hem ondan etkilenmekte hem de popülerliği nedeniyle onu etkileyebilmektedir.

    Kitle İletişim Araçları ve Spor

    İnsanlar güncel olayları, kitle iletişim araçları sayesinde öğrenir ve takip ederler. Bu yüzden günümüzde kitle iletişim araçları, yasama, yürütme ve yargı organları yanında dördüncü bir güç olarak kabul edilmektedir. Haberleşmenin bazı tekniklerle, belirli bir teknoloji uygulanarak çoğaltılıp güçlendirilerek, çok sayıda kişiyi etkileyecek biçime getirilmesine kitle haberleşmesi (mass communication) adı verilir ve kullanılan araçlara da kitle haberleşme araçları (mass-media) denilir.55

    Kitle iletişim araçları denildiğinde tüm yazılı ve görsel basın (gazete, dergi, radyo, televizyon, film vb.) anlaşılır. Ancak radyo ve özellikle televizyon her evde bulunduğu ve günümüzün gelişmiş teknolojisi sayesinde çok uzaklardaki olayları bile canlı olarak tüm ayrıntısıyla görüntülü olarak karşımıza getirdiği için en etkili olanlarıdır. Televizyonun bu etkisi spor faaliyetlerine olan ilgiyi de arttırmıştır. Hayatlarında hiç spor yapmamış insanlar bile televizyon sayesinde spor karşılaşmalarına ilgi duymaya başlamışlardır.

    Kitle iletişim araçlarının ve yapımcılarının görevleri ise halka haber ve bilgi vermek, eğitime ve eğlenceye katkıda bulunmak olarak sıralanabilir. Ancak hızla gelişen teknolojiye bağlı olarak kitle iletişim araçlarının nitelik ve niceliğinde ortaya çıkan artışlar, bunlar arasındaki rekabeti de arttırmıştır. Sonuçta tiraj kaygısı bilgi verme ve eğitime katkıda bulunma görevini unutturmaya başlamıştır.

    Önemsenen, televizyon programlarının ne oranda izleyici topladığı veya gazetenin tirajıdır. Spordaki şiddet öğeleri de, örneğin holiganların saldırganlıkları, sansasyon haberciliği için iyi malzeme oluşturmaktadır. Spor haberleri başarı ve başarısızlık, kazanmak ve kaybetmek çerçevesinde sunulmaktadır. Spor yıldızları başarı durumunda sınırsızca göklere çıkarılmakta, başarısızlık durumunda ise gaddarca eleştirilmekte; kendisini nasıl toparlayacağı ya da eleştirileri nasıl hazmedeceği pek önemsenmemektedir.56

    Geçmişten günümüze, hem sporun medyaya hem de medyanın spora etkisi görülmektedir. Özellikle sporun tüm dünyada bir sosyal olgu olarak gelmiş olduğu konumda kitle iletişim araçlarının büyük rolü olmuştur. Bugün dünyada 65 ayrı çeşit spor dalı bulunmaktadır. Değişik spor dallarının tanıtılıp yaygınlaştırılması, spor yapma imkanına sahip olmayan çoğunluğun spora ilgi duyması, kitle iletişim araçları sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak artık spor medyayı kontrol eder ve yönlendirir duruma gelmiştir. Medya sporun bunca değişik çeşidi, fizyolojisi, anatomisi, antrenman planlaması ve periyotlaması, organizasyon ve yönetimi, psikolojik ve sosyolojik yönü karşısında gerekli uzmanlaşmayı gerçekleştiremediği için geride kalmıştır. Özellikle profesyonel spor, gazetelerin spor sayfalarını ve televizyonların spor programlarını ele geçirmiş durumdadır.

    Dünyada, on dokuzuncu yüzyılın başlarında kurallar uygulanarak yapılmaya başlanan modern spor dallarını ilgi ile izleyen seyircilerin, bu karşılaşmalar için yapılan eleştirileri öğrenmek üzere gazeteleri okumaya başlamasıyla, gazeteler spor konusunda bilgili yazarlar aramaya başladılar ve bu suretle de gazetelerde spor yazılarının sütunlar halinde yayınlanmaya başlamasıyla spor yazarlığı gündeme geldi. Bu yüzyılın ortalarından sonra İngiltere’de futbol takımları, Amerika’da boks, Fransa’da güreş profesyonel olarak düzenlenmeye başlanınca seyirci kapasitesi arttı ve ilgi fazlalaştı. Bu nedenle de spor yazarlığı gelişmeye başladı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Fransa, İngiltere, Amerika, Almanya, Belçika ve İtalya’da yalnız spor yazan dergiler yayınlanmaya başlandı. Yirminci yüzyılın başında bütün dünyada haberler telgrafla, fotoğraflar da mektupla gazete ve dergilere iletiliyordu. Yıllar geçtikçe buna telefonlar ve sinema filmleri eklenmeye başlandı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra radyolar anında spor sonuçlarını yapıldıkları yerden bildiriyordu. 1935’den sonra fotoğrafları anında ülkeden ülkeye veren makineler kullanıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra televizyon spor olaylarını daha çabuk dünyanın dört bir tarafına duyuruyordu. Hele bilgisayarla uydu antenleri ve fakslar sayesinde bütün dünya spor olaylarını görüntüleriyle anında milyonlarca insanın izlemesini sağladı.57

    Sonuç

    Spor değişik düşüncede ve inançta yer alan insanları birleştiren, biraraya getiren, yer yer sevindiren, zaman zaman eğlendiren ve bazen de ağlatan bir özelliğe sahiptir. Ancak bunun da kendi sınırı içinde kalması gerekir. Bu sınır aşıldığı zaman fanatik taraftarlıklar sonucu kavgalara, bazen öldürmelere kadar varan olumsuzluklara sebep olunabiliyor. Bu sınırın korunmasında en önemli esas ise iman ve ahlâkın yapıcı ve birleştirici yönüdür.

    Özellikle futbol karşılaşmalarından sonra görülen bu taşkınlıklar sokaklarımızı istenmeyen manzaralarla doldurup taşırmaktadır. 2002 Dünya Kupası maçında yenilgiye uğrayan Japonya ve Güney Kore’nin centilmenliği, sükuneti ve sakinliği bize çok şey öğretmiş olmalıdır.

    Bu faydalarının yanında, spor, insana yaşama azmi, ibadet aşkı ve çalışma şevki verir, gönül rahatlığı sağlar. İnsanın belli kabiliyetlerini geliştirir. Gençlerin enerjilerini boşaltmalarına vesile olur. Yerine göre bir tebliğ aracı olarak bile değerlendirilebilir. Dinî ve manevî değerlerine sahip olan sporcunun inancı, ahlâkı ve yaşantısı gençler için iyi bir örnek olabilir. Şuurlu hareket edilirse kolektif sporlar insanın medenîleşmesine sebep olur. Birlikte iş görmeyi, yardımlaşmayı, ortak hareket etmeyi temin eder. Ortak duygu ve düşüncenin ortaya çıkmasını ve paylaşımını sağlar. İnsanı disiplinli olmaya alıştırır, hareket ve faaliyet altında tutar.

    Bugün dünya çapında oynanan spor oyunları, hangi adı taşırsa taşısın, asıl vatanı hangi ülke olursa olsun, gerek ferdî olarak, gerekse takım hâlinde oynanmasında bir sakınca söz konusu değildir. Ancak İslâm uleması yine insanın huzuru ve rahatı için şu hususlara dikkatimizi çekmiştir:

    1. Oynarken ve seyrederken kötü sözlerin söylenmesine meydan verilmemeli.

    2. Oynayanların ve seyredenlerin eğitimlerini ve zaruri işlerini terk etmeye varacak kadar zaman israfına yol açmamalı.

    3. Oynanan oyunlar hiçbir şekilde (sportoto, sporloto ve altılı ganyan gibi) kumara alet edilmemeli.

    4. Namaz ve oruç gibi farz ibadetlerin zamanında yapılmasına engel olmamalı.

    5. İnsanın bedenen zarar görmesine ve ölümüne sebep olacak kadar tehlike arz etmemeli.

    6. Çevreyi rahatsız edecek kadar aşırılıklara meydan vermemeli.

    7. Kıyafet ve sair noktalarda, Kur’ân ve sünnetle ruhsat verilen ölçülerin dışına çıkmamalı.

    Bu ölçüler içinde gerçekleştirilecek bir spor aktivitesi bilgi, şuur ve yüksek bir strateji ile de planlanabilirse bir yandan tebliğ, bir yandan sulh ve barış, öbür yandan ise ciddi bir tanıtım ve reklam görevi görebilir.

    Dipnotlar

    1. Nisa, 4/28

    2. Maide, 5/32

    3. Karen Armstrong, Holy War, MacMillan, London, 1988, s. 30-31

    4. Maide, 5/32

    5. Hucurat, 12

    6. Enbiya, 21/107

    7. İbn Emin, Hukuk-u Düvel, Medhal, Dersaadet, 1326, s. 33

    8. Enfal, 8/61; Muhammed, 47/35, Muhammed Ebu Zehra, el-Alakatü’d-Devliyye fi’l-İslam, Kahire, Tarihsiz, s. 40; Ahmet Özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul, 1991, s. 53; M. Abdullah Dıraz, Mebadiü’l-Kanun ed-Devliyyi’l-Amm fi’l-İslam, C:5, Kahire, 1991, s. 80; İbnü’l-Arabi, Ahkamü’l-Kur’an, C:2, Beyrut, 1392, s. 524; Cessas, Ahkamü’l-Kur’an, C:6, Asitane, 1325,s. 295

    9. Nisa, 4/58; İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim’in Öngördüğü Adalet Esasları, Diyanet Dergisi, Cilt:29, Sayı:2, 1993, s. 17; Muhammed Ebu Zehra, el-Alakatü’d-Devliyye fi’l-İslam, s. 55; Macid Khadduri, İslam’da Adalet Kavramı, Tercüme: Selahattin Ayaz, İstanbul, 1991, s. 22; Cessas, Ahkamü’l-Kur’an, C:2, s. 397; Maverdi, el-Ahlamü’s-Sultaniyye, Mısır, 1973, s. 51; İbn Kudame, el-Muğni, C:8, Beyrut, 1972, s. 462

    10. Bakara, 2/30; Hamidullah, İslam Peygamberi, C:2, Tercüme: Salih Tuğ-Said Mutlu, İstanbul, 1969, 1096;

    11. Vehbe Zuhayli, el-Alakatü’d-Devliyye fi’l-İslam, Beyrut, 1989,s. 130-131

    12. Macid Khadduri, İslamda Adalet Kavramı, s. 239

    13. Ebu Dâvûd, Libas 21

    14. Müslim, İmaret 168

    15. Kenzü’l-Ummâl, 4:292

    16. Buhârî, Megazi 18

    17. Ebu Dâvûd, Salâ, 6

    18. Buhârî, Cihad, 78

    19. Ebu Dâvûd, Cihad, 67

    20. Ebu Dâvûd, Cihad, 67

    21. Mecmaü’z-Zevâid, C:5, s. 136

    22. Ebu Dâvûd, Cihad, 67

    23. Konu için bkz. Iose M Cagigal, Sociological Aspects of Sport in Comtenporary Societyö, DFSSOM, Ed: Wieczorek, IOC Publications Lausanne, 1974; Atilla Erdemli, İnsan, Spor ve Olimpizm, Sarmal yayınevi, İstanbul, 1996; Mustafa Erkal, Sosyolojik Açıdan Spor, MEGSB., Yayın No:30, Ankara, 1986; Fichter Joseph, Sosyoloji Nedir, Çev: Nilgün Çelebi, Atilla Kitabevi, Ankara, 1994

    24. Kurthan Fişek, Spor Yönetimi, AÜSBF. Yayınları No: 445 Ankara, 1980, s. 34

    25. Rasim Kale, Toplum ve Olimpik Başarı, Türkiye ve Olimpiyat Sempozyumu, 249, 17-18 Kasım İstanbul, 1994

    26. Atilla Erdemli, İnsan, Spor ve Olimpizm, s. 66

    27. Papa II. Jean Paul, "Spor İnsanları Birleştiren, Ayrılıkları Unutturan Bir Semboldur", Röp: Reha Enis, Milliyet, 1/12/1979

    28. Tröger Walther, Sport: Universal Social Phenomenan, 8, DFSSOM. Ed: Wieczorek, IOC Publıcations, Lausanne, 1974

    29. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, Savaş Yayınları, Ankara, 1984,187

    30. S. Kızılçelik , Y. Erdem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevi, İzmir, 1996, s. 493

    31. Newcomb, T. M., Social Pyschology, Dryden Press, Newyork, 1950, 156

    32. Ridgeway, C. L., The Dynamics of Small Groups, St. Martin’s Press, Newyork, 1983, 26

    33. B. Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, Savaş Yayınları, Ankara 1983, s. 277

    34. S. Kızılçelik, Y. Ergen, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevleri, İzmir, 1996, s. 487

    35. Fıchter Joseph, Sosyoloji Nedir, Çev: Nilgün Çelebi, Atilla Kitabevi, Ankara, 1994, 97

    36. Age., s. 115

    37. Age., 111

    38. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, s. 395; İ. Armağan, Sporun Toplumbilimsel Temelleri, EÜBESYO. Yayın No: 4, İzmir, 1981, s. 93; F. Joseph, Sosyoloji Nedir, s. 110

    39. İ. Armağan, Sporun Toplumbilimsel Temelleri, s. 94

    40. B. Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş, s. 16

    41. Fıchter Joseph, Sosyoloji Nedir, s. 113; S. Kızılçelik, Y. Ergen, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, s. 111

    42. S. Kızılçelik , Y. Erdem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, s. 501

    43. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, s. 322

    44. A. Gür, Spor ve Sosyal Sınıflar, Aydınlık Yayınları No: 69, İstanbul, 1983, s. 7

    45. Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, s. 141

    46. Özgüven Murat, Toplum Bilimlerine Giriş, s. 43

    47. Fıchter Joseph, Çev: Çelebi N., Sosyoloji Nedir, s. 23

    48. Coakley, J., Social Dimensions of Intensive Training and Participation in Youth Sports, Intensive Participation in Children’s Sports, Cahill, B. R. and Pearl, A. J., Human Kinetics Publishers, 1993, pp.27

    49. S. Kızılçelik, Y. Ergen, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, s. 338

    50. B. Tolan, Toplum Bilimlerine Giriş,s. 227

    51. Age., s. 228

    52. N. Bulgu, Sporun Diğer Popüler Kültür Ürünleriyle Sosya-Kültürel Yapıyı Anlamlandırması, Sporda Psikososyal Alanlar Seminer Kitabı, Ankara, 1996, s. 101

    53. Age., s. 102

    54. Davis, R. J., Bull, C. R., Roccoe J. V., Roscoe D. A., Physical Education and The Study of Sport, Wolf Publishong, England, 1991, s. 457

    55. S. Dönmezer, Sosyoloji, s. 408

    56. S. Hoffner, Spor Medyalar ve Toplum, Çev: Günay Develi, Spor Ahlakı ve Spor Felsefesine Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul, 1991, s. 185

    57. H. San, Spor ve Basın, Spor Ahlakı ve Felsefesine Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul, 1991, s. 187