Köprü Anasayfa

Ordu, Devlet ve Demokratikleşme

"Güz 96" 56. Sayı

  • Manevi Kültürün Ordu-Asker Üzerindeki Etkisi

    Dinamik Bir Çevre Faktörü Olarak

    Tahsin Gülhan

    Dumlupınar Üniversitesi, Bilecik İİF, Araştırma Görevlisi

    Ordu kendine has karakteri yanında diğer beşerî organizasyonlar gibi içinde bulunduğu hakim kültürle ilişkili olarak bir alt kültür organizasyonu, toplumun bir ürünüdür. Karakteri ve amacı toplum ve değerlerince belirlenen ordu, insan gücünü yine aynı insan stokunda tedarik eder. Toplum- “X toplumu” ise onun bir ürünü olan ordu “X ordusu” demektir. Bu iki nokta arasında karşılıklı iletişim ve etkileşimin niteliği ölçüsünde ilgili toplumsal organizasyonlar anlamlı, başarılı ya da tersi olurlar. Ordunun en dinamik kaynağı olan insanın bir bütün olarak ele alınması, yapısına bağlı olarak ihtiyaç ve beklentilerinin bilinmesi başarı grafiğini etkileyen baş faktörlerden biridir. İnsan değer boyutu olan bir varlıktır. Manevi değerlerin kaynağının niteliğine ve insanların manevi donanımına göre yaşamdaki etki dereceleri farklı olabilir. Ama sözü edilen manevi değerlerin yok sayıldığı bir hayatın ahenksiz ve anlamsız olduğunu, içinde yaşanılan günümüz dünyasının mutsuz, güvensiz ve çatışmacı gibi problemli boyutları göstermektedir.

    Manevi kültürün ile askerî hayat arasında anlamlı bir ilişkisi olduğu bilinir. Bu bakımdan bir kâr amaçsız, (hizmet) kuruluşu olan ordu ve misyonu, Kışla kültürü ve iklimi, insan olarak asker ve motivasyonu, bu seyirde askerî yaşamı anlamlı kılan ideal, sembol ve değerlerin ne ifade ettiği önemli konular olmalı. Burada “Dinamik Bir Çevre Faktörü Olarak Manevi Kültürün Ordu-Asker Üzerindeki Motivasyon Etkisi” başlıklı çalışmamızda ilgili konular ele alındı.

    I- Manevi-kültürel çevre ortamında bir organizasyon olarak ordu

    Genel anlamda çevre, herhangi bir organizasyonun kendi dışındaki fakat kendisiyle doğrudan ve/veya dolaylı olarak ilgili faktörleri ifade eder. Organizasyonla ilgili her şeyi kapsar. Bir organizasyon (ordu, işletme vb.) hayatını sürdürebilmek için ihtiyacı olan her türlü kaynak ve enerjiyi çevresinden alır ve buna karşılık onun istek ve ihtiyacına cevap vermeye çalışır.1 Gerçekte her organizasyon bulunduğu ortam-çevrenin bir ürünüdür ve bu noktada çevre faktörlerinin bir uydusu konumundadır.

    Kültür niteliği ve fonksiyonu itibariyle önemli bir çevre faktörüdür. Toplumsal yapı ve şartların işletmeyi en çok etkileyen kısmı kültürel özelliklerdir. Bundandır ki kültürle ilgili bir çok tanımlama yapılmıştır. Bunlardan sosyoloji ve sosyal antropoloji kitaplarında yer alan Taylor’un tarifine göre “kültür, bilgiyi, imanı,sanatı, ahlakı, hukuku, örf ve adeti ve insanı toplumun bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün kabiliyet ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık bir bütündür.”2 Kültürün maddi kültür ve manevi kültür gibi ayrıma tabi tutulmaktadır. Burada bizi ilgilendiren kültürün manevi yönü veya manevi kültürdür. Bu yönüyle kültür, en kısa deyimiyle, bir toplumun yaşama biçimidir. Yaşama biçimi ise, fikir, his, inanç, gelenek, görenek gibi psiko-sosyal özelliklere bağlıdır. Başka bir deyimle, gerek ferdin gerek toplumun karar davranışlarının sonucu ve toplamı sayılabilecek yaşama biçimi, bu karar ve davranışları etkileyen fikir, duygu, bilinç ve inanç sisteminin bir sonucundan başka birşey değildir. Yaşama biçimi denince, toplumun her türlü ihtiyaçlarını gidermede kullandığı araç ve yöntemler ile çalışma, dinlenme, haberleşme temas ve çevrenin etkilerine gösterdiği tepkiye varıncaya kadar bir çok şeyi anlamak gerekir. Yeme, içme barınma, eğlenme, ibadet, çalışma, konuşma gibi yaşamın en önemli yönleriyle ilgili karar ve davranışlar kültürü oluşturan başlıca unsurlardır.3

    Her türlü beşerî organizasyonda olduğu gibi ordu da içinde bulunduğu sosyo-kültürel çevrenin bir ürünüdür. Ordunun hem varlık sebebi hemde fonksiyonel amacı itibariyle bir toplumun varlığına dayanır. Hiçbir beşerî organizasyonun, ortamı olan topluma ve onun değerlerine rağmen ayakta kalması mümkün değildir. Reel olarak baktığımızda toplumun değerlerinin birer ürünü olan sanat, edebiyat, mimari, musıkî ne ise, bu anlamda ordu da toplum değerlerini aynı temsil ediciliğe sahip olması gerekir. Askeriye ulusal kültür içerisinde bir alt kültür organizasyonudur. Alt kültür denilen “örgüt kültür”leri, ait olduğu toplumun temel kültürel değerlerini paylaşan, bunun yanısıra genel kültüre ters düşmemesi şartıyla kendini diğer gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam biçimi olan organizelerdir.4 Örgüt kültürlerinin genel kültüre sürekli bağımlılıkları söz konusudur.

    Toplumsal çevrenin bir ürünü olan ordu-kışla, teknik bir birim olmanın yanında, gerek kendi görev-insan ve insanlar arası ilişkiler, gerekse çevresiyle ilişkileri açısından da sosyal bir birim oldukları kabul edilir. İnsan-toplum ihtiyacının bir ürünü olan ordu ile kültür içiçedir ve bundan dolayı askerî ve sosyal bilimler arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. Ülke ve toplum tüm değerlerine yönelik dış fiziki tehlikelere karşı onları koruma gibi konular ordunun görev kapsamına girdiği gibi, arkaplan olarak bunlar, öncelikle birer sosyal ilişki ve fertlerle fert, fert ile toplum arasında doğuracağı karşı etkiler de göz önünde tutulursa ordu savunması olarak düşünülen olay aynı zamanda sosyal bir olaydır. Toplumla kaçınılmaz karşılıklı ilişkiler zincirinde yapılanan sosyal boyutlu bir organizasyondur. Bu bakımdan hiç bir askerî sistem sosyal çevresi ve varlık sebebi olan toplumun manevi-kültürel yapısından tecrit edilerek uygulanamıyacağını sosyal bilimin verilerinde görüyoruz.

    Zamanla sosyo-kültürel değerlerde görülen olumlu değişiklikler ve sonuçları ordunun toplumdan kopuk, istediğini yapabilen ve yaptırabilen kuruluşlar olmaktan çıktıklarını, başarılı olabilmek için bir çevre faktörü olan kültürle ve ortam unsuru olan toplumla bütünleşmeleri gerektiğini göstermektedir. İçinde bulundukları toplumsal çevrenin bir ürünü olan beşerî organi-zasyonlar (örgütler), bu çevrenin sürekli değişmesi karşısında, kendilerini çevreden gelen bu değişmeye uydurma zorunluluğuyla karşı karşıyadırlar.5 Ayrıca örgütler toplumsal bir fonksiyonu yerine getirdikleri ölçüde yaşayacaklarına göre, kuruluş amaçlarını sosyo-kültürel çevrenin isteklerine göre yeniden düzenlemek durumundadırlar.

    Beşerî-sosyal bir organizasyon olan ordu varlığını sürdürebilmesi ve kadim amacını gerçekleştirebilmesi için içinde bulunduğu toplumdaki değişikliklere karşı duyarlı olması ve değişime uygun bir şekilde cevap vermesi hayati bir meseledir. Toplumsal çevredeki değişmelere karşı mekanik ve kapalı yapı yerine değişmelere karşı duyarlı olan organik ve açık bir yapı ve yaklaşımın tercihi bilimsel verilerin öngördüğü gibi aynı zamanda hep varolmanın diğer adıdır. En sade yaklaşımla ülke sathında yaşayanlar aynı zamanda ordunun beşerî boyutunu besleyen birincil kaynaktır. Başka ifadesiyle ordu, beşerî kaynağını esas olarak içinde faaliyette bulunduğu çevrenin insan stokundan tedarik eder. Bireyler ise doğup büyüdükleri ve yetiştikleri toplumun bütün özelliklerini taşırlar. Konunun ilk kısmında işlenen de budur. Sistemi oluşturan fertleri kurumun amacına doğru yöneltebilmek için, yönetim-üst, her şeyden önce, onların psiko-sosyal özelliklerini bilmez ve bu değerlere duyarlı olmazsa onlardan, gerekli verimi elde edemez.6 Dahası bu ilgili oganizasyonun son bulmasına kadar uzanan bir çok olumsuzlukları da beraberinde getirir. Bir insan olarak askerin dış çevre ile uyumu sadece biyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için değil, sosyal gruba uyması ve kişilik özellikleri içinde gereklidir. Kültür, kişinin dış çevre ile olan ilişkilerini düzenlediği gibi, genel kültüre olan yakınlık derecesine göre, ilgili sistem içindeki insan grubunun kültürü, söz konusu organizasyonun sosyal çevre ile olan ilişkilerini de düzenleyecektir.7

    Burada üzerinde önemle durulması gereken bir husus ordunun kâr amaçlı bir kuruluş olmayıp, kâr amaçsız-hizmet kuruluşu olmasıdır. Kâr amaçlı kuruluşlarda toplumda görülen ihtiyaca, birinci şahıslara gelir sağlamak maksadıyla cevap vermeye yönelik olarak yapılanırlar. Kâr amaçsız organizasyonlar ise toplum tarafından beliren genel ve temel bir veya bir çok ihtiyaca cevap vermek amacına yönelik; hizmet önceliğinde şekillenen kuruluşlardır. Çoğu kâr gütmeyen organizasyonlar merkezî bir aktivite üzerinde odaklaşır. Bu merkezî aktivite aynı zamanda onların ana misyonlarını teşkil eder.8

    Kâr amaçsız organizasyonların varlık nedeni-amacı diğerlerinde olduğu gibi “kâr” değil “hizmet”tir. Tabiatıyla her türlü faaliyeti hizmete endeksli olmak zorundadır. Hizmeti varolan bir ihtiyacın kendisi olarak düşündüğümüzde, ilgili ihtiyacın aynı zamanda hizmet kuruluşlarınında doğmasını netice veren ana etken olduğu anlaşılır. Kâr amaçlı organizasyonlar da “kâr” hizmetten önce gelir ki burada dolaylı bir hizmet söz konusudur. Dolayısıyla bu tür organizelerde “yaşa ve yaşat” ilkesi geçerliyken, kâr amaçsız organizasyonlarda “yaşat ve yaşa” ilkesi önemli olmaktadır. Çünkü hizmetin gerçekleşmesi ilgili organizasyonları toplumla bütünleştirerek, onların işbirliğini ve yardımlarını bu şekilde kendine çekecektir. Anlaşılacağı gibi kâr amaçsızlar varlıklarını temel misyonları olan himmetleri yaptıkları ölçüde sürdürebilir veya sağlıklı bir yapı olarak ayakta kalabilirler. Misyonda olabilecek bir yozlaşma veya yabancılaşma bir hastalığın belirtisi veya kendisi olduğunu gösterir. Ordu ve benzeri hizmet kuruluşları misyonları hizmet önceliğinden sapma ölçüsünde yabancılaşma süreci yaşarlar. Bu yabancılaşma varlık sebepleri olan temel anlam ve amaçtan (misyondan) şu veya bu gibi menfaat eksenine veya sıradanlığa kaymaları sonucu uzak düşülür. Genel amaç yerine özel amaç, toplum yerine belirli (imtiyazlı) zümre, temel kültür belirleyiciliği yerine alt kültürün hakimiyeti, ideolojisi ve kilik’in ikamesi, hizmet yerine kâr önceliğine kayması, veyahut başka fonksiyonlar yüklenmesi, dış rakibi içeride; dayandığı toplum temelinde ve değerlerde araması, onları hedef alması gibi durumlar bir sapma, yozlaşma ve yabancılaşma belirtileri olarak görülür.

    II-Askerin motivasyonunda manevi-kültürel faktörler

    a-İnsan olarak asker ve gönül gücü dinamiği

    Yararlı bir kavram olan motivasyon isteklendirme, teşvik etme, tahrik etme, anlamlarına gelmektedir.9 Bu terimin Türkçe karşılığı, güdü, saik veya harekete geçirici olarak görülmektedir. Motivasyon kavramı fonksiyonel olarak “kişilerin belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere kendi arzu ve istekleri ile davranmalarıdır” şeklinde tanımlanabilir. Eğer, çalışanlar belirli amaçları gerçekleştirmek üzere davranıyorsa ve bu amaçları gerçekleştirmek için bütün yeteneğini, bilgisini ve enerjisini iste-yerek harcıyorsa o durumda bir motivasyondan bahsedilir.10 Bu durumda motivasyon teoriği, insanın ihtiyaç ve değerlerine göndermeler yaparak çalışanın işine hevesle, istekle, bir anlamda işe gönüllü yönelmesini sağlamak için alınması gereken tedbirleri içeren hususları konu edindiği anlaşılacaktır. Dolayısıyla motivasyon sürecini tam olarak kavrayabilmek için kişileri belirli şekilde davranmaya zorlayan davranış saikleri kişinin amaçları, davranışların sürdürülme imkânları gibi konuların daha doğrusu bütün boyutlarıyla insanın incelenmesi gerekmektedir.11

    Askerî yapıda, nerede ve hangi yüzyılda olursa olsun, yalnız dış verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyasından öteye insan dinamiği vardır. Bir ordunun geleceği onu oluşturan her hangi bir öğeden çok insan unsuruna dayanır. İnsanlar bir ordu-kışla yapısının en değerli kaynaklarını oluşturur. Çünkü beşerî kaynaklar olmadan fiziksel kaynaklar kullanılamaz. İnsanın çabası olmadan hiçbir şey elde edilemez. Ordunun yapısının da insan faktörü ile anlamlı hale geldiği unutulmamalıdır.

    Manevi kültürün ögeleri kurallar, değerler, anlamlar ve sembollerdir. Bunlar davranış biçimlerine de yansırlar.12 Bütün canlılardan farklı ve üstün olarak, sadece insan hayatına has mânâ ve fenomenlerin ifadesine temel olan idrak, hürriyet, sanat, inanç, dil ve din gibi kültür değerleri insanın manevi-psiko-sosyal boyutunun muhtevasını teşkil eder. Yazar Casirer’in altını çizdiği gibi; tabiatıyla insan kendinden ve kendine has değerlerden kaçamaz. Kendi yaşamının koşullarını benimsemekten başka bir şey de yapamıyacağı ortadadır. İnsan yalnız bir fiziki evrende değil, bir simgesel evrende de, yani inanç ve değerler dünyasında yaşamaktadır. Dil, mitos, sanat ve din ve benzeri kültürel öğeler bu evrenin parçalarıdır. Onlar hayatı anlamlı kılan, insan yaşantısının karmaşık dokuları ve hayatın kaçınılmaz gerekleridir.13

    İnançların gerek toplumsal yaşamımızdaki, gerekse örgütsel yaşamımızdaki önem ve etkilerini bize genel bir tarih bilgisi gösterebilir. Bunun yanında çeşitli gruplardaki günlük yaşam deneyimlerimiz üzerinde şöyle bir düşünmek yeterli olabilir. Bir başka deyişle, gerek resmî ve sivil organizasyonlarla ilgili yaşamımızda, gerekse yaşamımızın diğer alanlarındaki deneyimlerimiz, yaşadıklarımız, kültür bütününün birer parçası olan inanç, değer, sembol v.b.nin düşünce ve eylemlerimizi ve dolayısıyla başarılarımızı nasıl etkilediğini anlayıp kavramamıza yetebilir.14 Kısaca toplum kültüründeki inanç sistemi çoğu zaman ast-üst ilişkisinin biçimini belirler dini ve kişisel inançlar, grup içinde, grup üyeleri arasındaki bağı belirlediği gibi grubun biçimsel lideri olan üst yönetici içinde tutumları belirler. 15

    Önemli bir husus orduyu anlamlı kılan insanın, bizzat kendisini anlamlandıran değerin farkına varmaktır. Modern yönetim anlayışının olumlu önerilerine rağmen halen kışlalarda bir insan olarak varolma sorunu yaşanmaktadır. Söz konusu sorunun varlığı insan faktörüne yaklaşımından, insanı bir bütün olarak ele almama eksikliğinden ve ona olan yaklaşımın tutarsızlığından kaynaklanmaktadır. Toplum içinde insanı kültür tarafından belirlenen tutum, değer, norm gerçeklerinden tecrit ederek izah etmek mümkün değildir.

    İnsan, bulunduğu her yerde-kurumda kişiliği, inanç ve değerleriyle ile yer alır. Bu bakımdan insan bütünlük anlayışı içinde ele alındığı ölçüde sağlıklı sonuçlara ulaşılacaktır. Böylesi bütüncül bir yaklaşım fizyolojik ihtiyaçların yanı sıra onun manevi boyutu veya manevi ihtiyaçlarını farketmede gecikmez. Gerek kışlada gerekse cephede üstün başarı insanın motive olması ölçüsünde gerçekleşeceği, bu ise söz konusu boyuta duyarlı olunması, ihtiyaçların giderilmesi ile mümkün olacağından, manevi ihtiyaçların karşılığı olan manevi değerlerin orada bizi beklediğini görürüz. Askerî yaşamda rasyonel sonuca ulaşmak isteyen yönetim bu rasyonelliğin öncelikli şartlarından birinin, bütün boyutlarıyla insanı tanımak olduğunu anlaması gerekir. Bu bakımdan insan üzerinde manevi kültürün belirleyici olduğu kişilik, inançlar, tutum ve davranışları ve ilgili saikleri bilmek önemlidir.

    İnsanların daha verimli bir şekilde çalışmalarında motivasyon faktörlerinden güdüleyici faktörlerde maddi faktörlerin, çalışanlar için önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla fizyolojik ihtiyaçlara yönelik maddi-parasal faktörler yeterli olmamakla beraber kâr amaçlı işletmelerde önemli olmaktadır. Fakat kâr amaçsız hizmet kuruluşlarında bu durum farklı olmaktadır. Kâr amaçsız kuruluşlarda amaç “kâr” değil “hizmet” olduğu ve bunu da söz konusu “misyon” belirlediğine göre insanların motivasyonunda misyonla sembolize edilen manevi faktörler ön plana çıkmaktadır. Manevi faktörlerin ve sembollerin fert-toplum ve kurum-kuruluşlar üzerinde salt anlamda tartışılmaz bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Bundandır ki kâr amaçlı kuruluşlar yetersiz kalan güdüleyici maddi faktörler karşısında dün olduğu gibi bugünde manevi faktörlere yönelişi kaçınılmaz görmüşlerdir. (kaynak beşir veya baysal). Özellikle askeriye gibi kâr amaçsız kurululuşlarda manevi faktörlerin yaptırımları ayrı bir yere sahiptir. Çünkü kâr amaçsız hizmet kuruluşlarında insanların ayırıcı vasıflarından birisi gönül gücüne dayanan bir hizmet anlayışının varlığıdır.

    İnsandaki gönül gücü amaçlara ulaşmada ve hizmetlerin başarıyla gerçekleşmesinde önemli bir beşerî kaynaktır. Burada gönül gücü beden ve fikrî güce sahip insanın çalışma şevkinin arkaplanını ifade eder.16 Bu terbiyeyi kazanmış fertler, toplum kalkınmasında kendi kendine yardım ve gönüllük sistemini tahakkuk ettirmeye çalışır. Bu ise gönüllülük idealinin teşvikini gerektirir. Hizmet ve kendini feda etme duygusuyla da benzer anlamı taşıyan bu duygu, başarılı hizmetlerin özel tarifi ile yakından ilgilidir. Şöyle ki, fertler bencilliğin dışında, altürist (diyergam) duyguların tesiriyle toplum meselelerine duymuş oldukları mesuliyet ile hareket ederler.17 İdeal anlamda motivasyonun amacıda budur zaten; çalışanın motivasyonu onun işini mümkün olduğu ölçüde isteyerek ve arzulayarak yapmasıdır.

    İnsanın gönlünün bir anlamla doldurulması onun güdülenmesini de beraberinde getireceğini bilmeliyiz. Çalışma ortamı içerisinde oluşan grubu başarıya götüren özelliklerden biride grubun gönüllü biçimde oluşması gereğidir. Gönüllü çalışma isteği bir motivasyon konusu olduğu kadar grup dinamiğinin meydana getirilmesinin en önemli şartı olarak da ele alınabilir.18 Buna tesir eden amiller kuruluşlardaki topyekün beşerî münasebetlerle ilgilidir.

    Çalışanlara aşk ve şevk verecek motifler ise onların sahip oldukları manevi dinamiklerinin içinde mevcuttur.19 Kendi kültürümüz açısından gönüllü hayır işleri müesseseleşmiş olduğu tarihi ve anlamlı bir vesikadır. İşte vakıflar bu yönüyle gönüllü araçlardan biridir.20 Bu husus ayrıca niçin dini müesseselerin, toplumun kalkınma problemlerine katıldıklarının sebebini teşkil eder. Çünkü din genel olarak uygun olan işi zora dayanan tedbirlerle yaptırmak yerine, onu gönüllü ve severek yapmaya sevkeden bir manevi ve ahlaki formasyon geliştirmek suretiyle etkilemektir.21 Gönül gücü engin olan insanın veya her insanda varolan gönül gücünün işletilmesiyle onların daha istekli ve gayretli kılınabilinir. İnsanda varolan bu tür duyguların ön plana çıkarılıp, gerekli manevi değerler ile beslemek suretiyle harekete geçirilebilir.

    b-Moral değerler ikliminde asker

    Moral genel anlamda arzu, ümit, güvence ve azmi belirleyen bir ruh halidir. Yani moral, zihnî ve hissî heyecana dayanan bir ruh hali olup, bireyin ve grubun işe ve işletmeye olan his ve düşüncelerini ifade eder. Gerek kişilerin ve gerekse toplumların, hayatın türlü zorluklarına karşı direnme ve dayanma güçlerinin yükseltilmesi, morallerinin yüksek tutulabilmesine bağlı olduğunu söylemek yeterlidir. Ne varki yeterli yüksek moral düzeyine ulaşmak ve bunu devam ettirmek de kolay iş değildir. Bu kolay olmayan iş kişinin moral hayatının önemine, kişiliği tamamlayıcı kuvvetine inandırılması ve inanması ile sağlanabilir.22 İnsanın yapısı gereği genel anlamda maddi ve manevi olmak üzere iki türlü ihtiyacı olduğuna göre maddi ihtiyaçların tatmini manevi, manevi ihtiyaçların tatmini maddi sahayı etkilemesi kaçınılmazdır.

    Askerî yaşam içerisinde ele alındığında moralin, kişisel boyutunu bir askerin görevine karşı duyduğu his olarak tanımlamak mümkündür. Askerin işinden memnun olma, tatmin olma meselesidir. Moral bir bakıma çalışanın çok boyutlu ve karmaşık ihtiyaçlarına ve bunların tatmin edilmesine bağlıdır. Bu bakımdan kişisel açıdan; moral konusunda araştırma yapmak istendiği zaman insanın ihtiyaçlarının belirlenmesiyle işe başlanır.23

    Sanayi toplumu haline gelen yapılarda maddi tatmine rağmen, manevi tatminsizlik içinde olan, yalnızlaşan insanı moral reçeteleri kurtarabilmektedir. Manevi hayatın reddedilmesi, insan aklının gerçeğin ölçüsü olarak ele alınması insanlığa yüklediği fatura oldukça kabarık olmuştur.24 Günümüzde insanların çoğunun moral bakımından zayıf oluşu, büyük ölçüde, manevi-psikolojik atmosferin yetersizliğine ve fena bileşimine bağlanmalıdır.25 Bu kışla (örgüt) iklimiyle ilgili bir durumdur. Kışla iklimi ise kışla (örgüt) kültürüyle yakından ilgilidir ve askerî personelin değerleri ile kışla kültürü arasındaki uyumu ölçer. Kışla (örgüt) iklimi insanların ordu içindeki görevlerin nasıl olması gerektiğine dair beklentileriyle, bu beklentilerinin ne ölçüde gerçekleştiğine dair algılarının sonunda oluşan genel havadır.26 Eğer çalışanlar örgüt kültürünü benimsiyorlar ise kışla iklimi iyidir, aksi halde zayıf ve kötüdür. Genel havanın ilgili fertlerin değer ve beklentilerine ters düşmesi halinde moral düşecek, diğer durumda ise o ölçüde moral de yükselecektir.

    Konuya batıya örgü bir deyim olan “özel yaşam” ifadesiyle yaklaşıldığında bu deyimle kişinin, kamuya dönük hayatı ile kendine ait sayılan hayatı arasında bir ayırım yapmak amaçlandığı görülür. Bu deyimin tartışmasından çok çalışma-hizmet ortamındaki gerçeği daha çok bizi ilgilendirmektedir. Adına ne dersek diyelim kişilerin görev ortamları dışında genel kural ve ahlâka ters düşmeyen özel ilgi duyduğu birçok konu vardır. Örneğin; aile ilişkileri, sosyal faaliyetler sorumluluk duyguları, özel tutkular ve zevk için yapılan çabalar, din, ibadet, sağlık durumu ve buna benzer hususlar kişinin özel yaşamını meydana getirir. Öteden beri, bir kişinin özel yaşamının bağlı oldukları kurumdaki görevlerini ya da işlerini yerine getirmede oynadığı rol bilinmektedir. Bu sebeple, bir görevliyi etkili şekilde sevkedebilmek için onun iş dışı kişisel sorunlarının tatminkâr bir sonuca bağlanması mecburi olmaktadır.27

    Kişilerin inançları veya inanç haline gelmiş belirgin değerleri konusunda daha hassas oldukları bilinmektedir. Çok kolay ve basit bir örnek verirsek; orduda görevli askerî bir şahsı inandığı bir değerin ifadesi olan manevi bir sembolden veya günlük ibadetinden dolayı takibe uğrarsa, o askerî şahıs hangi moralle, hangi ideal için ve nasıl motive olacaktır? Bu tür uygulama sadece, saf, iyi niyetli halk insanını dahi kuşkuya sevkedecek, kendi işi ile ilgili soğuma ve tereddütlere sevkedecektir. Görevlilerin sigara ve çay molasını dahi gözönüne alan, yerine göre ince ayrıntılara kadar inen bir anlayış, elemanlarının manevi boyutunun gereksinimlerine duyarsız kalması davranışsal açıdan tuhaflığı ortadadır.

    Toplumumuzun sıradan bir ferdine askerlik sorulduğunda “peygamber ocağı” olduğu cevabı alınır. Asker ocağının kutsanmasıyla manevi bir iklim kazanan kışla fertlerin gönüllü yönelimini kazanır. Her fert askerliği bu kutsallık içerisinde bir üst anlam yükleyerek ibadetle eş anlamda tutar. Peygamber ocağı olan kışla cami ve okunan ezanlar kışla iklimini fertlerin beklentileri doğrultusunda olumlu kılarak fiili ibadetlerle onlara emsalsiz moral kaynağı olur. Genel kültür ortamından gelen mevcut askerî fertler kendileriyle beraber hakim olma kişilik, inanç ve değerlerini insan ve bir kültürün ferdi olma gereğini beraberlerinde getireceklerinden, aynı kültürün bir alt organizasyonu olan ordu aynı anlamla uyumlu olması beklenir.

    Moralin korunması için kışla ikli-minin bir güven atmosferiyle çadırlanması gerekir. Moral duygusuyla yakın ilişkisi olan güven duygusu ihmal götürmeyen bir öneme sahiptir. Güven duygusu herhangi bir güvenceye bağlı olan ruh halidir. Güvence olan bağlılık devam ettiği sürece güven duygusu devam eder.28 Elektronların atomun çekirdeği etrafında, gezegenlerin güneş etrafında bir itme-çekme kuvvetiyle uyumlu dönmeleri, sanki onların karşılıklı oluşturdukları gizli bir güven duygusundan haber verdiği gibi, aynı zamanda biz insanlara ders vermektedir. Hiçbiri diğerinin hakkına tecavüz etmeden, büyük bir itimat ve işbirliği içerisinde kendi yörüngesinde güvenle akmaktadırlar. Güven duygusu adaletin; güvensizlik adaletsizliğin eseridir. Normalde adaletsizlik güvensizliği, güvensizlik “atalet”i doğurur. Tabii olarak kendisini güvenlik duygusundan yoksun hisseden bir kimsenin şevki, gayreti ve iş görme azmi azalır. Buna karşılık bu endişelerden kurtulduğu zaman tüm enerjisini yapıcı işlere harcayacak duruma geçer.29

    Askere sürekli moral sağlayacak şartlar bilinmelidir. Askere, onun enerjisini arttıran gelecek hakkında umutlarını kuvvetlendiren ve ona yaşama gücü sağlayan değerler bütününü kavramasına imkân verilmelidir. Asker, yaşamını sürdürecek, kişisel değer bütününü sağlayacak ve ileriye ait ümitlerini gerçekleştirecek bir ortamda görev yaptığına inanmalıdır. Bireysel değerler, iş grubunun değerleriyle uyuşmalı ve grup beraberce ortak gaye olarak benimsedikleri amaca, güçlerini koordine ederek ulaşmalıdır. Napoleon askerlerine bu yüksek maneviyatı, grup, birlik, kıt (ruhunu) maneviyatını aşılamış ve birçok savaşta böylece zaferler kazanmıştır.30 Ne olursa olsun toplumun bir ürünü olan bu tür kurumların hedef ve yöntemleri görevlilerin beklentileri, inançları, ilkeleri, gelenek ve görenekleriyle çelişme içinde olmaması gerekir.31 İnsanların ufkunu karartan, ideallerini körelten ve onları kendilerine ve misyonlarına yabancılaştıran ve hakim kültür değerleriyle çelişen hiçbir oluşum ve faaliyet aslî moral değerleri yerine ikâme edilemeyeceğini unutmamak lazımdır. Sözgelimi toplumumuzun kahramanlığının kendi kültüründen süzülerek besteleşmiş bir ifadesi olan, askerî musıkîmiz mehter marşının oluşturduğu atmosfer asker için çok önemli bir motivasyon saikidir. Kışlada bilhassa cephede mehter musıkîsinin yerine oturtulmaya çalışan her türlü yabancı esintili çalgı Mehmetçik için cenaze marşından öte bir toplumun kendine has moral değerlerine yönelimle doğru orantılıdır. Söz konusu moral değerlerini elimine etmek şöyle dursun küçük ihmalleri dahi umulmadık tehlikeleri beraberinde getirir. Savaş ortamında rakip orduyu moralmen yıkmak isteyen düşman güçler öncelikle manevi değerler ve sembolleri hedef alması bundandır.

    Askerin verimli bir şekilde hizmet etmesi için, moral seviyesi yüksek tutulmalı, görev arzusu artırılmalıdır. Her toplumun kültüründe değer ölçüsü, bu sebeple de yönetim faktörü farklıdır. Toplum ve organizasyon içinde ki grubun kültür personelinin çalışma biçimini belirler. Çalışma prensipleri toplum ve grup kültürüne uydurulmalıdır.32

    c-Askeri hayatın anlam ve ideal boyutu

    Toplumu harekete geçirecek, fertlere istek ve gayret verecek hedefler olmalıdır ki bunlar toplum çapında ideallerdir. Her toplumun kendine göre değerleri ve bu değerlerin şekillendirdiği idealleri vardır. Her toplumda bu değer ve inaçlar farklı olabilir, fakat o toplum fertlerinin gönlünü dolduran bu değer ve inaçlardır.33 Fertleri harekete geçirecek maddi bir takım beklentilerden daha güçlü, büyük, toplum hayatında köklü hedefler gerekir. Bunlar ise ilk görünen yüzü maddi olsa da, onların arkasında bulunan değerlerdir. Bu değerler toplumdan topluma değişebilir.34 Eğer insanlar hayatlarını mânâlandıracak genel bir hayat felsefesi ve inanç sisteminden mahrum kalırlarsa; veya araçlarla amaçları birbirine karıştırarak, amaçları gözden kaçırır ve araçla amacın ilgisini kuramaz ve araç niteliğindeki işlerin içinde kaybolur giderlerse, sonunda kendilerini bir hiçlik ve mutsuzluk uçurumunda bulmaları kaçınılmaz olur. Oysa ki toplumun idealleri, fertlerin köklü olarak inandığı ve değer verdiği içine işlemiş olan değerleri ile bütünleşirse o insanların gönülden harekete geçmesi ve o idealleri gerçekleştirmesi daha kolaydır. Fransız filozofu Rostand: “bir kumandan için, karşısındaki ordunun ne kadar askeri, ne kadar silahı ve mühimmatı olduğunu bilmek çok faydalıdır. Fakat onun için bunlardan daha faydalı bir şey vardır ki, oda, karşısındaki ordunun felsefesini bilmektir” der.35 Felsefeleri, yani inançları, ülküleri, idealleri ve onların derinliğidir ki insanlar yolunda zaferler kazanır, uğruna ölür ve ötelere yürür.

    İbn Haldun asabiyet kavramı çevresinde, bir insanın hayatından daha değerli birşeyi yoksa onun hayatının da bir değeri yoktur demektedir. Yani, hayatınızın birşeyi yoksa onun hayatının da bir değeri yoktur demektedir. Yani, hayatınızı anlamlandıracak, varlığınızı aşan, onun uğrunda ölebileceğiniz bir değeriniz yoksa hayatınızında bir değeri yok demektir.36 Örneğin, Japon ideali ve “kokutai”sini anlayan insan, Japon insanının İmparatoru için, Japonya için, şirketi için ölesiye çalışmasını, kendini feda etmesini, “Kamikaze” intihar uçuşu yapan pilotlarını daha kolay anlayabiliyor. Tarih boyu insanları coşturan, toplumlara dinamizm veren “İnsanın kendi hayatını uğruna feda edeceği hayatından daha değerli bir ideali yoksa o insanın hayatının değeride yoktur.” sözündeki anlamdır.37

    Bütün gayretleriyle din dışı hayatı savunanlar bile dinin referanslarına yönelmekten kendilerini geri alamıyorlar. Gerek iş hayatında gerekse onun etrafında oluşan ilişkilerde yaşandığı gibi günlük hayatın kapsamlı bir dünyevîleşme noktasına ulaştığı zaman bile, devlet veya aile kurumu gibi kurumlara hala dini sembollerin iliştirildiği görülebilir. Söz gelimi “din fabrikanın kapısına gelince durur” yargısının (bir veri olarak) “olduğu gibi kabul edildiği bir yerde”, geleneksel dini sembolleştirmeler olmaksızın ne bir savaşa ne de bir evliliğe başlamak da mümkün olmamaktadır.38 Dine karşı demir kapılarla yapılanan zamanın komünist Rusya’sının da İkinci Dünya Savaşı’nda ırkçı rakiplerine karşı halka ve askerlere gerekli motivasyon için Stalin tarafından mabedlerin serbest bırakılması dinin manevi motivasyon gücünü gösteren çarpıcı bir örnektir. Örneğin çarpıcı diğer yanına bugün şahit oluyoruz. Sadece cephede antiparantez açılımıyla dini değerlerden yararlanmayı uman, ve normal zamanda kışlaya manevi değerleri sokmayan ateist zihniyet, geçen zaman zarfında dünün Kızıl Ordu’suna bugün din adamı atayarak bilinmesi gereken gerçeğin örneğin mecburiyetle sergilemişlerdir. Manevi değerler sadece cephede motor gücü gören mevsimlik değerler değil, aksine uzantısı kışlada, sivil hayatta ve kişisel yaşamımızda her an hüküm süren vazgeçilmez dinamiklerdir. İlgili değerler hayatın tüm sathında yaşandığı zaman kendilerinden beklenen manevi motivasyonu gerçekleştirirler. Medeniyetlerin gözler önüne serdiği gerçek şu ki tüm boyutlarıyla hayatı anlam ve idealize eden ve ona kutsallık veren manevi değerlerin kaynağı dindir. Objeye anlam katan bu temel manevi dinamik gözardı edildiğinde uğruna feda olunacak her şey sıradanlığa ve anlamsızlığa dönüşecektir. O zaman “Kızıl Elma” ideali mahalle manavında bulunan, yolunda ölmeyi gerektirecek derinliği olmayan sadece bir elma veya diğer ihtimalle bir “put”tur.

    Dini inaç ve bunun gereği ibadetler kişiyi içsel ve dışsal olarak disipline ederek onu yararlı işler için hazır hale getirir. Allah ve peygamber inancı insanlara “üst otoriteye uyma bilinci”, ibadet vakitleri “zaman bilinci”, toplu ibadet “grup ruhu bilinci”, ibadetleri yerine getirme “görev bilinci”, “zorluklara dayanma gücü” vb. birçok iç ve dış disiplini kazandırarak kendileriyle birlikte askerî yaşama taşır. Göreve “ibadet” gibi bir üst anlam yükleyerek, inancının gereği vazifesini bir ibadet bilinci, disiplini ve şevkiyle yapar ki bu tür olgular askerî hayat için ne denli önemli olduğu bilinir. Birçok olağanüstü haller yaşanan 1974 Kıbrıs çıkartmasından dolayı “Manevi gücün savaşlarda ve zafere ulaşmada etkisi nedir?” diye sorulan soruya ruh bilimci Prof. Doksat’ın cevabı şöyledir. “Hangi makinalar, hangi aletler ve hangi silahlar kullanılırsa kullanılsın, netice itibariyle, bunları kullanan, bunlardan faydalanan insandır. İnsan her şeyin mihrakı olunca onun maneviyatının, inanışlarının, tutumlarının rolü kendiliğinden anlaşılır. Esasen insanın hayvana üstünlüğü buradadır. İnsanoğlu dini, manevi inançları uğruna aç kalır ve açlık güdüsünü bastırarak oruç tutar. Ama oruç tutan bir hayvana rastlayamazsınız. Keza, insanoğlunun dini ve milli mukaddesleri uğruna canını feda eden; vatanı ve milleti için şehit olana, bütün bunları yaptıran manevi inanç ve tutumlardır. En ümitsiz durumlarda sabretme kudretini veren iman olmasaydı zafere ulaşılabilir miydi?.39

    Bu tür inanç ve idealler ancak insanlara hayatlarını feda ettirebilir. İnsan kendi işini sadece kendine gelir getiren bir iş olarak değil de, bu tür daha büyük bir hedefin içinde yorumlayabilirse, ona bu yorumlatılabilirse askerliğin anlamı çok farklı olacaktır. İnsanları ve toplumu her yönden seferber edecek güçlü bir yöneltme gerekir, yarı kuru hamaset duyguları da olsa bu tür büyük boy idealler, değerler, inançlar onlardan sökülüp alınırsa veya onlara karşı çıkılırsa o insan kendini niçin feda edecektir.40 Meşhur Çanakkale harbinde yaşanan ve Mustafa Kemal’e atfedilen “Bombabastı” olayı bu bakımdan çarpıcı bir örnektir; kendisi anlatıyor, “Karşılıklı siperler arasında mesafe sekiz metre, yani ölüm kaçınılmaz… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen şehit oluyor, ikinci siperdekiler onların yerine geçiyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor en ufak korku bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayran olunacak ve tebrik edilecek bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muhaberesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”41

    Savaşta manevi motivasyonun yerini alabilecek bir kaynak henüz icad edilmemiştir. Bir savaş ortamında kişi “Ben ölürsem şehidim, öldürürsem gaziyim” inancıyla severek ve korkusuzca ölümün kucağına atılmaktadır. Düşünülsün ki sıradan bir neferin ruhunda bu şekilde üstün fedakârlığa sebep olabilecek hangi değer gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame ile hayatını severek ona feda ettirebilir?42 Bu şekilde dini inançların etkisiyle “ölürse şehit, kalırsa gazi” olmak güdüsü, bu ideal düşünce, manevi dinamiklerin eseridir.43 Yani manevi kültürün temel dinamiği olan din (İslam) dir. O temel kaynağa göre savaş “cihad”dır. Cihad ibadettir, amaç kutsal olan tüm değerleri savunmak ve İlay-ı Kelimetullah” idealidir. Bu uğurda ölmek “şehit” olmak demektir ki “şehitlik” yüksek makam ve Allah’a kanatlanmak, geçici hayata bedel “ebedî varolmaktır” Şehidlik, inanan neferin nazarında ölümü öldüren ölümdür ki “bir gül bahçesine girercesine” ölümüne koşar.

    Sonuç olarak sahip olduğumuz aynı manevi kaynak “askeriyenin bir peygamber ocağı” olduğunu söyleyerek savaşı cihadla, ölümü şehitlikle anlamlandırdığı gibi askeriyeyi de peygamber ocağı simgelemekte ve anlamlandırmaktadır. Bu inançtaki her ferdimiz askerî görevi “kutsal bir görev”, nöbet ve talimi “ibadet” bilinciyle yapmakta ve şu kadar ibadete denk saymaktadır. Bugün çeşitli disiplin dallarıyla ulaşılmaya çalışılan insan motivasyonunun nihaî sınırı sahip olunan manevi kaynaklarca çoktan çizilmiş olduğunu gösterir. Askeriyede kadim amaca ulaşmak için bu manevi dinamiklere faydalı görülen motifler ilave edilebilir, ama onları zayıflatan ve yerini almaya çalışan her durumun, motif ve yaklaşımın ilgili kuruma, ülkeye, topluma zarar verdiğini ve vereceğini özellikle söylemeliyiz. Temelsiz, günübirlik, ve marjinal değer ve yaklaşımların, milletlerin ruh kökünü oluşturan kadim değerlerin yerine ikamesinin, rakip güçlerin yararına olabilecek fahiş bir hatadan başka izahı olamaz. Fert-Toplumların kişilik ve kimliğini yani ruh kökünü oluşturan bu kadim değerler hiçbir yozlaşma ve yabancılaşmayı, hafife almayı affetmez; onlardaki ihmal milletleri hakim konumdan, mahkum edercesine indirgeyerek oldukça sert cezalandırdığını tarih sistematiğinden öğreniyoruz.

    Dipnotlar

    1. DİNÇER, Ömer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, (Marmara Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İst., 1991), s.84,

    2. DÖNMEZLER, Sulhi, Sosyoloji, 8. baskı, (Savaş Yayınları, Ank., 1982) s.116,

    3. TOSUN, K., İşletme Yönetimi, (Mars Yay., İst., 1984) s.443,

    4. ÖZAKALP, Enver, Sosyolojiye Giriş, (Anadolu Ünv. Yay. No 87) s. 79,

    5. SAĞLAM, Mehmet, Örgütsel Değişme, (Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yay. Ank., 1979) s, 64,

    6. TOSUN, a.g.e. s. 449,

    7. ERDOĞAN, İlhan, İşletmelerde Davranış, (İ.Ü.İşt.Fakültesi Yay. İst., 1983) s.219,

    8. OSTER, Sharon, Strategic Management For Nonprofit Organization, Çev. Tahsin Gülhan, Oxford, 1995,

    9. EREN, Erol, Yönetim Psikolojisi, (İ.Ü.İşt. Fakültesi Yay. İst., 1987) s. 388,

    10. EFİL, İsmail, İşletmede Yönetim ve Organizasyon, (Uludağ Ü. Güçlendirme Vakfı, Bursa, 1193) s.98,

    11. KOÇEL, Tamer, İşletme Yöneticiliği, (İstanbul Üniversitesi İşletme Fakultesi Yay., İst., 1982) s.302,

    12. VAROL, M., Halkla İlişkiler Açısından Örgüt Sosyolojisine Giriş, (Ank. Ü. İşletme Fak.Yay. Ankara, 1993) s. 302,

    13. CASSİRER, Ernest, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. N.Arat, Remzi Kitabevi, İst. 1980) s. 33,

    14. VAROL, a.g.e. s. 185,

    15. ERDOĞAN, İlhan, Kültürün Yönetim Fonksiyonlarının Uygulanmasına Etkisi, (İ.Ü. İşletme Fak.Yay. İst. 1975) s.101,

    16. DRAKE, R, İ.. ve Smith, P.J, Sanayide Davranış Bilimleri, Çev. K.Tosun ve diğerleri, (İ.Ü. İşletme Fak. Yay.) s.110,

    17. TÜRKDOĞAN, Orhan, Toplum Kalkınması, (Dede Korkut Yn., İst. 1977) s.61,

    18. SABUNCUOĞLU, Zeyyat, Çalışma Psikolojisi, (Uludağ Ü. Basımevi, Bursa, 1987) s.24,

    19. TINAR, M.Yaşar, “İş Davranışlarını Açıklama Yeterliliği Açısından Güdüleme” (Dokuz Eylül Ü.İkt.ve İdari Bil. Fak. Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, İzmir, 1988) s,11

    20. KOZAK, İ.Erol, İnsan Toplum İktisat, (İbn Haldun’a Göre), Pınar Yay., İst. 1984 s. 126,

    21. EREN, a.g.e. s, 430,

    22. İSLAM, Nadir, Latif, Hürriyetin Alfabesi, (Yeni Asya Yay., İst. 1977) s.183,

    23. KOLASA, B. İşletmeler için Davranış Bilimleri, Çev. Temal Tosun ve Diğerleri, İ.Ü. İşletme Fak. Yay., 1978) s.44,

    24. CARREL, Alexis, İnsan Denen Meçhul, Çev. R. Özdek, (Yağmur Yay. İst. 1983) s.183,

    25. ERKAL, Mustafa, İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (Kuşak Ofset, İst., 1992) s.46,

    26. Business Strategy, Organizational Dynamics, Vol. 10, Summer, 1981, (Aktaran Ö.Dinçer, Stratejik Yönetim, 3.b.(İz Yay. İst., 1994) s, 275,

    27. EREN, a.g.e. s.415,

    28. ÖNER, Necati. Stres ve Dini İnanç, (T.Diyanet Vakfı, Yayınları, Ank., 1989) s.36,

    29. EREN, a.g.e. s.305,

    30. YALÇIN, Selçuk, Personel Yönetimi, (İ.Ü. İşletme Fakültesi Yay., İst., 1991) s.228,

    31. TOSUN, a.g.e. s.115,

    32. ERDOĞAN, a.g.e. 1975, s.100,

    33. ATALAY, Beşir, “İktisadi Kalkınmada Geleneksel Değerlerin Yeri (Japon Örneği)” (İktisadi Kakınma ve İslam, İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayını, İst., 1987) s.72,

    34. a.g.e. s.72,

    35. YÜRÜK, Ali, Türkiye Neden Böyle, (Kuşak Ofset, Ankara -t.y.-) s.60,

    36. KOZAK, a.g.e. s.145,

    37. ATALAY, a.g.e. s.101,

    38. BERGER, Peter. L., Dinin Sosyal Gerçeği, Çev. A., Coşkun, (İnsan yayın. İst., 1993) s.190,

    39. ARSLAN, Mehmet, Kıbrıs Harekatının Perde Arkası, (Akabe, İst. 1988) s.12,

    40. ATALAY a.g.e. s.101,

    41. ÖNER, a.g.e. s.28,

    42. NURSİ, Said, Mektubat, (Sözler Yay., İst., 1997) s.302,

    43. SABUNCUOĞLU, Zeyyat, Çalışma Psikolojisi, (Uludağ Ü. Basımevi, Bursa, 1987) s.68.