Köprü Anasayfa

Risale-i Nur’a Doğru

"Kış 95" 49. Sayı

  • Risale-i Nur'larda Fen İlimleri Felsefesine Bakış Açısıyla İlgili Bir Deneme

    Gökçe Ok

    Biyoloji Lisans Öğrencisi

    Not: Bir şeyi, bu konuya girmeden önce burada belirtmek gerekir ki, bu çalışmamız tamamiyle bir denemeden ibaret olup, burada İslâmiyetin, Kur’ân-ı Kerim’in ve onun bu asra ve ötesine bakan tefsiri Risale-i Nur Külliyatının fen ilimleriyle uyuşup uyuşmadığı, çatışıp çatışmadığının ispatına girilmemiştir. Aksinin Köprü okuyucusuna bir eziyet olacağı inancıyla bu tür çalışmalarımızı ileride daha kapsamlı olarak kamuoyunun eleştirisine sunacağımızın müjdesini vermek isterim. Bırakın Risale-i Nur’ların asr-ı hazır fen ilimleriyle uyuşma problemini, akademik düzeyde çalışmalar yapma temennisinde olan benim inancım ve iddiam şudur ki; Risale-i Nur’lar üzerindeki araştırmalar, sosyal ve fen ilimlerindeki bir çok kaidenin ve bu ilimlerin tarihinin sistematiğinin tekrar yazılacağı yönündedir. İnşaallah, Üstadımızdan aldığımız, "Bu dürûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, vazifesi ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir"1 izniyle kendi sahamızla ilgili olarak Risale-i Nur’daki meseleleri ilim dünyasının gözü önüne getireceğiz. Tevfik Allah’tandır. Dualarınızla.

    Giriş

    Fen ilimlerini; hayatın tam kendisi, beş duyu organımız ve diğer hislerimizle algıladığımız herşey olarak tanımlamak mümkün. Beşer tarihi boyunca fen, teknolojinin geliştiği ahirzaman çağına kadar, ancak makro düzeyde (gözle görülebilen) ele alınabilmiştir.

    Fenlerin âciz kaldığı noktalarda ise söz hakkını, metafizik düzeyde materyalist felsefe* ve İslamiyet almıştır. Aristo zamanlarına kadar uzanan engizisyonlardan da anlaşıldığı gibi inkârcılık fikri, kilise taassubuna karşı geliştirilen bir reaksiyon olmaktan çıkmış, ilmi anarşizme, kör tesadüfe, şuursuz tabiata ve sonuçta Darwin’le beraber şaklabanlığa kadar uzanmıştır.

    Fenlerin açıklamada yetersiz kaldığı soru(n)lara Kur’ân, "Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?"2 "Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik; hiçbir çatlağı yoktur,"3 "Kün fe yekûn…"4 "Gördünüz mü attığınız tohumu; siz mi yarattınız onu, yoksa Biz miyiz yaratan?"5 saflığıyla ve belagatıyla verdiği cevaplar, 1900’lü yılların mikro fenleriyle de desteklenmiş, ama imana küfür fen cihetiyle geldiğinden inkâr yayılmıştır.

    İşte bu safhada, durma noktasına gelen İslâmî fen çalışmaları** dinin bu sahadaki görüşlerini günümüz meselelerine uygulayamamıştır. Toptan bir Batı hayranlığının göze çarptığı Cumhuriyet döneminde ise fen bilimleri felsefesinde din karşıtı hangi fikir varsa, "Mal bulmuş Mağrîbi" mantığıyla, hiç süzgeçten geçirilmeden sahiplenilmiştir.

    Bu aşamaya gelindiğinde, kendi deyimiyle, "Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolâstik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası mı zannediyorlar? Ben bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta bazı eserler te’lif eyledim" diyen ve fenlerde âlim olan Hz. Bediüzzaman, Tabiat ve Haşir risaleleriyle küfrün belinin kırıldığını, dinsiz ilmin olamayacağını ispatlamıştır.

    Burada hemen şu reddiyeyi göğüsleyelim ki; bugüne kadar risalelerdeki fenni realitelerin ön plâna çıkmaması bizim değil, din adına ne varsa karşı çıkma inat ve taassubuna sahip kem damarlıların suçudur.

    Risale-i Nur’lar ve Fenler

    Günümüzde, "Planc sınırında fizik biter ve devreye din girer"6 tarzındaki yaklaşımlar, son dönem bilim adamlarınca sıkça dile getirilmeye başlandı. Eski Yunan’dan bugüne fenlerdeki gelişmeyi ve buna bağlı olarak değişimi göz önüne alınca, bir zamanların erişilmez dehâları sayılan Aristo’ları, İbn-i Sina’ları, Newton veya Einstein gibilerini (listeyi uzatmak mümkün) demode saymak gerekiyor. Şimdilerde hayatını bu uğurda adayan bizler de, gelecek torunlarımızca mâzide hoş bir sedâ olarak kalacağız. "Fenler peygamberlerîn mucizelerine kadar gelişecek. O zaman neden bu uğraşı?" dendiğinde, Risale-i Nur, "Her bir fen Allah’ı gösteriyor… Bütün fenler kâinattaki güzel intizama birer şâhid-i sâdıktır"7 bakış açısıyla fen felsefesine adımını atıyor.

    Risale-i Nur’ların her olaya olduğu gibi fenlere de yaklaşım tarzı, sorunun (hastalığın) teşhisiyle başlamaktadır. Üstad Hazretleri İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde kişinin fenlerle olan münasebetini bir şablona oturtmaktadır ki, girift zannedilen meseleleri bu şablona vurunca çözüm de (derman) kendiliğinden hasıl olsun. Fenlerle uğraşanlara düstur olacak nitelikteki bu kaideleri buraya aktarmakta fayda görüyorum:

    1. Bir şahıs, çok fenlerde ihtisas sahibi olamaz.

    2. İki şahıstan südur eden bir söz, istidatlarına göre tefavür eder, yani birisine altın, ötekisine nazaran kömür kıymetinde olur.

    3. Fünun, fikirlerin birleşmesinden hasıl olup, zamanın geçmesiyle tekâmül eder.

    4. Eski zamanda nazari olup, bu zamanda bedihi olan çok meseleler vardır.

    5. Zaman-ı mâzi, bu zamana kıyas edilmez; aralarında çok fark vardır.

    6. Sahra ve çöl adamları basit ve saf insanlar olduğundan, medenilerin medeniyet perdesi altında gizleyemedikleri hile ve desiseleri bilmezler ve gizleyemezler. Her işleri merdânedir; kalpleri ve lisanları birdir.

    7. Çok ilim ve fenler vardır ki, âdetlerin telkiniyle, vukuatın talimiyle ve zamanla, muhîtin yardımıyla husule gelirler.

    8. Beşerin nazarı, istikbale nüfuz edemez; hususi keyfiyât ve ahvali göremez.

    9. Beşer için bir ömr-ü tabiî olduğu gibi, yaptığı kanunlar için de bir ömr-ü tabiî vardır; onun nihayeti olduğu gibi, bunun da nihayeti vardır.

    10. İnsanların sıfatlarında, tabiatlarında, ahvalinde zaman ve mekânın. çok tesiri vardır.

    11. Eski zamanlarda harika addedilen çok şeyler vardır ki, mebâdi ve vesâitin tekâmülüyle âdi şeyler hükmüne geçmişlerdir.

    12. Def’aten bir fennin icadına ve ikmal edilmesine, bir zekâ-yı hârika olsa bile, muktedir olamaz. O fen, ancak çocuk gibi tedricen kemale erer.

    Aziz kardeşim! Bu kaideleri birer birer sayıp kafana koyduktan sonra…8

    Bu kaidelerde de açıkça görüleceği gibi, Risale-i Nur fenleri böyle şablonluyor, çünkü bu dersini Kur’ân’dan almış. Bu kaideler ehl-i insaf ilim erbabınca da kabul edileceğinden, asgari müşterek yakalanmış ve fen felsefesi tartışılırken başvurulacak odak belirlenmiş olur. Zaten o çaplı bir münazaraya da İslâm her zaman destekçi olmuştur. İlmin doruk noktaya çıktığı zamanlardaki çalışmaların felsefi boyutları gözönüne alınmaya değerdir.

    Risale-i Nur’lara göre, "âlemin herbir nev’ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden (büyük-temel kaidelerden) ibarettir.. Külliyeti kaide ise, o nev’ide olan hüsn-ü intizamına keşşaftır. Demek cemi’ fünun, hüsn-ü intizama birer şâhid-i sadıktır."9 Ayrıca, "Aklın nuru fünunu medeniyedir."10 Vicdanı da aydınlatan din ilimleri olduğu için hakikatin meydana çıkması ikisinin ittifak etmesini zaruret haline getirir.

    Risale-i Nur’lar, sonuç olarak belirtmemiz gerekirse, müsbet fen ilimlerinin yaradılıştan başlayarak kâinat, insan, astronomi, atom, madde ilişkileri, fen ve felsefi karşılaştırmaları, biyolojik kavramlarhatta botanik, zooloji ve mikrobiyoloji genellemeleriyle dahi-tabiat, coğrafya, fizik, psikoloji, sosyoloji ve metafiziğe kadar ilim nev’inden her konuyu, satırlarına, ikna edici deliller, ispatlar, dil ustalığı ve kabul ettiriciliğiyle nakşetmiştir.

    Fenler Risale-i Nur’lara göre, din ilimleriyle paralellik gösteren Sâni-i Zülcelâli tanıma yollarıdır. İlimde inat ve gösterilecek hırs, hatta inadın dostu olmalıdır. Batının fen ve felsefesiyle olacak olan ilişki ise, onun fen ve tekniğini, ihtiyaca binaen lüzumuyla almak ve kendi potamızda eritmek suretiyle olmalıdır.

    Fenlerdeki gelişme insanların hayal güçlerini zorlayacak ve bu da fen felsefesini gündeme getirecekse, bu eserler o dünyaya-başka dünyalara olduğu gibigirişin kapıları hükmündedir. Çünkü dersini Kur’ân’dan almış.

    Tâbiri câizse, Risale-i Nur’lar için, "İlim ilim bilmektir / ilim kendin bilmektir…"

    Dipnotlar

    1. Mektubat, s. 413, Yeni Asya Neşriyatı, Germany 1994.

    2. Rahman Sûresi.

    3. Kaf Sûresi, 6.

    4. Yâsin Sûresi.

    5. Vakıa Sûresi, 58-59. Embriyolojik mucize delildir.

    6. İngiliz fizikçisi Stephan Hawking.

    7. Lem’alar, s. 307, Yeni Asya Neşriyatı, Germany, 1994.

    8. İşârâtü’l-İ’caz, s. 167-168, Yeni Asya Neşriyatı, İstanbul, 1994.

    9. Muhakemat, Birinci Makale, Dokuzuncu Mukaddeme.

    10. Münazarat, s. 31, Yeni Asya Neşriyatı, İstanbul 1994.

    * Buradaki materyalist felsefeden kasıt, İslamiyet dışındaki bütün metafizik değer yargılarıdır. Ayrıca bir ayırıma—tümü Tehvid akıdesine aykırı olduğundan—gidilmemiştir.

    ** Gerileme yıkılış dönemi de olsa Osmanlılarda, son anda dahi fen ilimlerine önem verildiğini görmekteyiz. Bütün bütün, "İslami fen çalışmaları durdu" demek yanlış olacaktır. Bu iddiayı yapanlar, öncelikle unutmamalıdırlar ki, Osmanlı bir çok cephede savaş halindedir. Kendilerine sormak gereksiz, "Yetmiş yıldır ne üretiyorsunuz?" diye.

    *** Asr-ı Saadette Arapların o vahşi halden nasıl büyük bir medeniyet çıkardıklarına dair Üstad Hazretlerinin tespitidir. (G. Ok)