Köprü Anasayfa

Genetik Bilimi Nereye Gidiyor?

"Yaz 2003" 83. Sayı

  • El-Hafiz: "Zahir ve Batın Aynalar"da Her Şey Kayıt Altında

    Mustafa Said İşeri

    Hafiz, "Korumak, görüp gözetmek, ihmalkâr ve gafil davranmayıp, dikkatli ve basiretli bulunmak; anlayıp bellemek, ezberlemek" anlamına gelen "hıfz" kökünden sıfat olup, "koruyan, hiçbir şeyin kaybolmaması ve ihmal edilmemesi için gerekli tedbirleri alan" demektir. Aynı manadaki "hafız" kelimesine nispetle mübalağa ve süreklilik ifade eder. Hafiz, Allah’ın isimlerinden biri olarak "kâinatta zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutan" anlamına gelir. Hıfz kavramı Kur’an-ı Kerim’de kırk yerde geçmekte olup, bunların on üçü Allah’a, dördü meleklere, altısı peygamberlere, biri ilm-i İlahi veya Levh-i Mahfuz manasındaki "kitab"a, diğeri de insanlara nispet edilmiştir. Hafiz, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmizi ve İbn Mace rivayetlerinden sadece Tirmizi’de yer almıştır.1

    Kur’an’ın dört ana meselesinden birisi haşirdir. Kur’an ayetlerinin manasındaki mucizeliği ispat eden ve hakikatlerini her yaştan ve seviyeden insanın anlayabileceği tarzda açıklayan Risale-i Nur’da da haşir meselesi önemli bir yer işgal etmektedir. Haşir meselesinin en önemli esaslarından biri de eskiyen, dağılıp kaybolan her şeyin hakikatinin muhafaza edilmesidir. Bu açıdan Hafiz isminin tecellisi olan muhafaza ve hafiziyet hakikati Nur Külliyatına, özellikle de haşir ile ilgili pek çok bölüme konu olmuştur.

    Kur’an kâinattan bahsederken, bazen Cenab-ı Hakk’ın fiillerini ve yaratmış olduğu sanatlı eserlerini tafsilat vererek, insanların nazarları önüne sermektedir. Sonra, çeşit çeşit ve sürekli değişen işlerini, eserlerini külli isimlerine dayandırarak "sabit hakikatler" suretine çevirmekte ve özet bir şekilde akıl sahiplerine hıfzettirmektedir. Cüz’i hakikatleri külli hakikatlere bağlamak, insanları sebeplere takılmaktan kurtarmak ve Cenab-ı Hakk’ın isimlerini kâinat sayfalarından okumayı öğretmek için bir kısım ayetlerin sonları Esma-i İlahi zikredilerek bitirilmektedir. Kur’an’ın bu özelliği Risale-i Nur eserlerine de aksetmiştir. Bediüzzaman, bir konu içinde Cenab-ı Hakk’tan bahsetmek gerektiğinde, o konuya uygun "esma-i hüsna"yı kullanmayı tercih etmektedir. Haşirle ilgili meselelerde çoklukla kullanılan isimlerden biri de Hafiz2 ismidir ve değişik terkipler halinde istimal edildiği görülmektedir. Örneğin: Hafiz-i Hakiki,3 Hafiz-i Rahim,4 Hafiz-i Alim,5 Alim-i Hafiz,6 Hafiz-i Hakîm,7 Hafiz-i Zülcelal,8 Hafiz-i Zülcelal-i ve’l-ikram,9 ism-i Hafiz,10 ism-i Hafiz ve Rahim, ism-i Hafiz ve Rakib,11 Zat-ı Hafiz,12 Zat-ı Hafiz-i Bizeval,13 Zat-ı Hakîm-i Hafiz14

    Hakimiyetini ve saltanatını muhafaza etmek için sonsuz dikkati olan Cenab-ı Hakk, mülkünde meydana gelen her şeyi ihtimamla muhafaza etmektedir. En sıradan olayı ve en basit bir hizmeti bile kayıt altına almakta ve aldırmaktadır. Kâinatın her tarafında geçerli olan bu muhafaza kanunu, Onun hiçbir şeyi başıboş bırakmadığının ve her şeyin her haline dikkat ettiğinin bir göstergesidir.

    Hiçbir varlık, hatta en basit hayat tabakasından olan bir bitki bile yok olmak, unutulmak ve çürüyüp kaybolmak için yaratılmamıştır. Ölümle bedenini kaybediyor olsa bile, binlerce hafızalarda ve tohumlarda daimi bir vücudu kazanmaktadır. Hafiz isminin tecellisiyle, her şeyin "manası", "hakikati", "misali", "dünyevi ve uhrevi meyveleri", "hüviyeti", "sureti", ruh sahibi ise "ruhu", "hafızalarda", "elvah-ı mahfuzada", "sermedi manzaraların film şeritlerinde", "ilm-i Ezelinin meşherlerinde", "amel defterlerinde", "daire-i Esmada" ve buna benzer sayısız vücut alemlerinde manevi varlık kazanmaktadırlar.15

    Cenab-ı Hakk’ın kendisi baki olduğu gibi, bütün sıfatları ve isimleri de daimi ve sermedidir. O baki ve daimi olan sıfatlarının ve isimlerinin tecellileri olan varlıklar da ölümle ve son bulmakla yokluğa mahkum olmayacaklardır. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin sınırsız mertebelerinin açığa çıkması ve yeni vazifedarlara yer açılması için, varlıkların terhis edilerek "daire-i kudret"ten "daire-i ilm"e, "alem-i şehadet"ten "alem-i gayb"a ve "alem-i tegayyür ve fena"dan "alem-i nura, bekaya" giderlerken, manalarının ve hakikatlerinin korunmasını, muhafaza edilmesini Hafiz ismi gerektirmektedir.

    Gökte yerde, karada denizde, yaş kuru, küçük büyük, adi âli her şeyi mükemmel bir şekilde muhafaza eden ve neticelerini saklayan bir hafiziyet hakikati,16 ihatalı ve azametli bir şekilde hükmetmektedir. Gökyüzünden gelecek zararlı maddelere ve ışınlara karşı atmosferle örtülen yeryüzü, direkler ile muhafaza edilen bir gemi gibi dağlar ile kazıklanarak zararlı sarsıntılardan da Hafiz isminin tecellisiyle koruma altına alınmıştır. Ayrıca, dağların sulara kaynaklık yapması, havayı temizlemesi, toprak tabakasını denizin istilasından koruması ve beşerin medeniyeti için çok büyük ihtiyaç duyduğu madenlere hazinedarlık etmesi gibi hayati önemdeki faydaları, hafiziyetin dağlar azametinde bir tecellisidir. Yeryüzünde canlı hayatının devamı için çok önemli üç unsur olan su, hava ve toprağın muhafaza edilmesinde büyük bir vazife gören dağlar üzerinde Hafiz ismi ihtişamlı bir şekilde gözükmektedir.

    Senelik haşir meydanı olan bahar mevsimi de, Hafiz isminin azami tecellilerine mazhardır. Yer altında defnedilen tohumlar İsrafil’in (a.s.) sûr üflemesini hatırlatan gök gürültüleri ile uykularından uyandırılmaktadırlar. Birbirine benzeyen ve karma karışık bir vaziyette toprak altında bulunan tohumların süratle, hatasız olarak ve kolay bir tarzda canlanmaları fevkalade bir muhafazanın varlığını göstermektedir. Demek ki; "Her bir tohum, ism-i Hafiz’in cilvesiyle ve ihsanıyla, ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti, iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor."17

    Ağızdan çıkan bir kelime, çabucak geçmiş zamanın karanlıklarında kayboluyor gözüktüğü halde, Allah’ın izniyle kulaklarda, kağıtlarda, kitaplarda ve akıllarda sayısız vücutlar kazanmaktadır. Bunun gibi bir gül çiçeği de, kısa bir zamanda vazifesini tamamlamakta ve solup gitmektedir. Fakat, gerçekte onu gören insanların hafızaları ve neslini devam ettirecek tohumları miktarınca suretleri ve manaları arkasında bırakarak beka kazanmaktadır. O gül için hafızalar ve tohumlar, suretini, zinetini muhafaza etmek için birer menzildirler.18

    Her canlının hayatının muhafazası için gerekli olan aletlerin ve cihazların verilmesi de hafiziyetin latif bir güzelliğidir, aslında. Arının zehirli iğnesinden, dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına19 kadar geniş bir yelpazede yaşanılan muhafaza hakikati, eşsiz bir yaratılış gerçeğini gözler önüne sermektedir.

    Hayvanlar alemi yüz binlerce nevden oluşan büyük bir ordudur. Bu ordunun giydirilmesi, silahlandırılması ve eğitilmesi gibi beslenmesi de çok mükemmel bir sistemin varlığını gerektirmektedir. İhtişamlı büyük ordu olan hayvanlar aleminin beslenmesi için tohumlar ve çekirdekler çabuk ve kolay pişirilen Rahmani konserveler suretinde yaratılmıştır. Pişirilme tarifeleri de kaderin manevi kalemleriyle yazılarak bu küçük sandıkların içinde muhafaza edilmiştir.20 Bu da göstermektedir ki, hayvanlar aleminde parlak ve azametli bir şekilde görülen beslenme hakikati, Rahman isminin Hafiz burcunda tulu etmesinden başka bir şey değildir.

    Kâinat iç içe sayısız dairelerden meydana gelmektedir. Her şeyin yapıtaşı olan zerreler de birbiri içindeki bu dairelerden her birine münasip bir vaziyet, faydalı bir konum ve önemli bir vazife almaktadırlar. Sayısız defalar farklı farklı varlıkların bedenlerinde görev alan, hayatın hizmetinde defalarca koşturularak nurlandırılan ve onurlandırılan zerrelerin ihmal edilmesi, tesadüfün girdaplarına terk edilmesi Cenab-ı Hakk’ın hikmetine, adaletine ve rahmetine aykırı bir durumdur. Belki, başka yüksek bir aleme hazırlanıyor gibi terbiye gören bu zerrelerin "manevi alınları"nda manalarının hikmetleri, hiçbir şeyi kaybetmeyen Hafiz-i Zülcelal’in kader kalemi ile kaydedilmektedir.21 En küçük ve ehemmiyetsiz varlıkları vazifelerinde ücretsiz, maaşsız, kemalsiz bırakmayan Cenab-ı Hakk, "en kesretli ve esaslı" memurları olan zerreleri de ücretsiz bırakmayacak ve Hafiz isminin tecellisiyle bütün hizmetlerini muhafaza ederek, ebedi mükafatlandıracaktır.

    "Hadisçe ‘zahr-ı kalp’ denilen insanın hafızası, ekser envaın bir çeşit muhtasar fihristesi ve bir küçük numune haritası ve şecere-i kâinatın bir manevi çekirdeği ve ekser esma-i İlahiyenin incecik bir ayinesi"dir.22 Hafiz isminin en parlak tecellilerinden biri de insanın hafıza kuvvesinde görülmektedir. Hayat boyu görülen, işitilen, yaşanan ve öğrenilen her şey, insanın başında hardal küçüklüğünde bir yere yerleştirilmiş "kuvve-i hafıza" denilen kütüphaneye kaydedilmektedir.

    Geçici, âdi, bekasız, ehemmiyetsiz şeyleri muhafaza eden Hafiz-i Zülcelal, gayp alemleri, ahiret alemi, ruhlar alemi ve her şeyi kuşatan rububiyet-i amme için çok önemli neticeler üreten insanın amellerini de dikkatle kayıt altına almaktadır. İnsanın büyük ve değerli olan amellerinin, fiillerinin hesaba ve mizana çekilerek "sahife-i a’malinin neşr"23 edildiği zaman olan mahkeme-i kübrada, adil bir yargılama olabilmesi için inceden inceye bir kayıtın yapılması gerekmektedir.

    İnsanın işlediği her amel, mucizevi bir sanatla hafızasına yazılmaktadır. Bu işi yapan Zat, haşirde "büyük defter-i a’mal"i neşrederek insanları hesaba çekecek olan olmalıdır. İnsandan dünyada işlediği her şeyin hesabı sorulduğunda, itiraz edememesi ve her işinin inceden inceye yazıldığının ispatı için, kendi aklının cebinde küçük bir senet olacaktır, kuvve-i hafıza.24

    Kâinatta hafiziyetin öyle bir tarzda hakimiyeti vardır ki, bakteriler, böcekler gibi küçük hayvanlar bile pek büyük rahmet ve hikmetle muhafaza edilmektedirler. Bu küçük canlılara "hıfzü’l-hayat hissi", yani hayatlarını koruma duygusu verildiği gibi, vücut sağlıklarının devamı için bağışıklık sistemi ve düşmanlarına karşı da etkili silahlar ile donatılmaları, muhafaza hakikatinin ne kadar esaslı olduğunun aşikar bir delilidir. Elbette, hafiziyetini bu şekilde gösteren bir Zat, ahirette ebedi meyveler veren ağaçların çekirdekleri mahiyetinde olan insanın amellerini ihmal etmeyecektir, belki; "Bir incir ağacının tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden, devirden devire himaye eden, inhilalden vikaye eden ve o tohumda incir ağacının teşkilatına lazım olan esasları kemal-i ihtimam ile muhafaza eden, elbette, halife-i arz ünvanını alan nev-i beşerin a’malini ihmal etmez, hıfzeder."25

    Her vakit "fenaya hazır ol!" emrini bekleyen madde aleminde bile hıfz ve muhafaza kanunu hükmünü icra etmektedir. Çünkü, hiçbir şey fena için yaratılmamıştır, bir nevi bekaya mazhardır. Bir çiçeğin bir parçacık ruha benzeyen "kanun-u teşekkül"ü, bozucu ve çürütücü birçok dış etkenlere rağmen tohumlarında, Hafiz-i Hakim tarafından korunmaktadır. Kanunlar içinde harici bir vücut giydirilerek ve şuur sahibi kılınarak yüksek bir mahiyet kazandırılan insan ruhunun bekadan mahrum kalması, elbette düşünülemez. Bir ömür boyunca birçok cesetleri değiştirerek halden hale yuvarlandığı halde bekasını muhafaza eden bir ruh,26 Hafiz isminin tecellisine en fazla liyakat kesb edendir.

    İnsanların halleri ile en fazla ilgili varlıklar meleklerdir. İnsanın yeryüzünde yapmış olduğu işlere pek büyük bir ehemmiyet vermektedirler. Cenab-ı Hakk’ın, Hz. Adem’i (a.s.) yaratırken meleklere "müşavere şeklinde yaptığı muhavere" de bu sırdan kaynaklanmaktadır. Hafiz isminin tecellisiyle bir kısım meleklerin insanları korumaları, bir kısmının amellerini yazmaları, bu güçlü yakınlık nedeniyledir.27

    Kıymetli bir sözünü ve halini daimileştirme duygusuna sahip insanoğlu, şiir, yazı, fotoğraf, kaset ve CD gibi kayıt vasıtalarını geliştirmiş ve yaygınlaştırmıştır. İnsana daimi mükâfat kazandıracak, Cennette ebedi meyveler verecek ve ahiretin sinemalarında sermedi olarak gösterimde kalacak olan fiillerini kaydetmekle vazifeli Kiramen Katibin meleklerinin varlığı, fıtrattaki kıymetli anlarını muhafaza etme duygusunun en güzel bir şekilde tatmin edilmesidir.28 Bu açıdan bakıldığında, Cenab-ı Hakk’ın Hafiz ismi Kiramen Katibin meleklerinin vazifelendirilmesiyle şirin bir tarzda tecelli etmektedir.

    İnsanın düşmanları çoktur. Mikroptan kuyruklu yıldıza, depremden Kıyamete, hastalıktan ölüme ve şeytandan Cehenneme kadar onu taciz eden sayısız düşmanları vardır. Bütün bunlara karşı silahı ise, aczini fark edip Hafiz-i Hakiki’nin kudretine iltica etmektir ve "iltica, istiğfar ve hıfz-ı İlahiye"ye29 dayanmaktır.

    "Nev-i beşerin en büyük meselesi Cehennemden kurtulmaktır"30 diyen Bediüzzaman’a göre, başta Resul-i Ekrem (a.s.m.) olmak üzere bütün peygamberlerin ve hakikat ehli insanların her vakit dualarında "Bizi Cehennemden hıfz eyle!" demeleri bunun en açık belirtisidir. Kâinattaki her türlü şer, elem, karanlık, çirkinlik ve küfür gibi zararlı unsurların yağdığı ve biriktiği nihayetsiz büyüklükte bir havuz olan Cehennem, elbette en fazla korkulması ve sakınılması gereken bir yer olmalıdır.

    "İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur. Onu zayi olmaktan ve fenadan ve başıboşluktan muhafaza etmek için kuvvetli ve emin bir ele teslim"31 etmek varlığının en önemli meselelerinden biridir. Bu açıdan, insanın ruhunu muhafaza etmekle vazifeli "emin bir el" olan Hz. Azrail’in (a.s.) Hafiz isminin hoş bir tecellisine mazhar olması, azami bir derecede ayna olduğu Mümit isminin celalli tecellisine ayrı bir letafet katmaktadır.

    Dünya ahiretin tarlası olduğu için, yeryüzünde bir an gözüküp kaybolan varlıklar, aslında ahiretin sermedi manzaralarını dokumaktadırlar. İnsanın dünyevi amelleri de ahiret pazarına gönderilerek, uhrevi sinemalarda dünya maceralarının lezzetle hatırlanması gibi çok vazifeler göreceklerdir. Bediüzzaman bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

    "Ehl-i Cennet, elbette arzu ederler ki; dünya maceralarını tahattur etsinler ve birbirine nakletsinler. Belki o maceraların levhalarını ve misallerini görmeyi çok merak ederler. Elbette, sinema perdelerinde görmek gibi, o levhaları, o vak’aları müşahede etseler, çok mütelezziz olurlar. Madem öyledir; herhalde dar-ı lezzet ve menzil-i saadet olan Cennette ‘Alâ sürurin mütekabilin [Karşılıklı tahtlarda kardeş kardeş otururlar]’32 işaretiyle, sermedi manzaralarda, dünyevi maceraların muhaveresi ve dünyevi manzaraları Cennette bulunacaktır."33

    "Beni beşerin kuvve-i hafızaları, ağaçların meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, tohumları, elbette bir hafıza-i kübrayı, bir defter-i ekberi, bir Levh-i Mahfuz-u Azam’ı ihsas eder, iş’ar eder ve ispat eder, belki keskin akıllara gösterir."34 Levh-i Mahfuz, Cenab-ı Hakk’ın mülkünde cereyan eden bütün işleri, hadiseleri kaydettiği, suretlerini aldığı ve kâinat sayfalarındaki zerre miktar hayır ve şerri yazdığı, Hafiz isminin azami bir tecellisidir.

    İnsanda cisimden başka akıl, kalp, ruh, hayal ve hafıza gibi manevi vücutlar olduğu gibi, büyük bir insan olan kâinatta da cismani alemden başka alemler vardır.35 İnsanın başında mercimek küçüklüğünde yer işgal eden hafıza kuvvesinin, bir büyük kütüphane kadar bilgiyi karıştırmaksızın ihtiva etmesi, bu kuvvenin "nümune-i ekber ve azam"ı olan Levh-i Mahfuzun varlığından haber vermektedir.36

    Bütün varlıkların bütün sergüzeştleri, hayat maceraları Levh-i Mahfuzun defterleri olan İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin’de yazılmaktadır.37 Başka bir ifadeyle, "Bütün eşya, bütün ahvaliyle, vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor"38 Bu defterlerden birincisi olan İmam-ı Mübin; (a) ilim ve emr-i İlahinin ünvanıdır, (b) gayb alemlerine bakar, (c) geçmiş ve gelecek zamanlarla ilgilidir, (d) her şeyin aslı, nesli, kökleri ve tohumları ile alakalıdır, (e) kader defteridir, (f) nazari kader olarak da isimlendirilir. Kitab-ı Mübin ise; (a) kudret ve irade-i İlahiyenin ünvanıdır, (b) şehadet alemine bakar, (c) şimdiki zamanla ilgilidir, (d) her şeyin vücudu, mahiyeti, sıfat ve şuunatı ile alakalıdır, (e) kudret defteridir, (f) bedihi kader olarak isimlendirilir.39

    Levh-i Mahfuzdan, beşerin hafızasına, ağacın meyvesine, meyvenin çekirdeğine, çiçeğin tohumuna kadar uzanan hafiziyet kanunu, her şeyi kuşatarak "zahir ve batın aynalar"da muhafaza etmektedir. Vazifesinin bitmesiyle ömrü sona eren ve bu alemden göçüp giden her şey, Hafiz-i Zülcelal tarafından nizam ve mizan içinde ehemmiyetle yazılarak, kayda geçirilmektedir.

    Dünyaya gelişiyle birlikte sürekli öğrenmeye ve kendini geliştirmeye muhtaç bir varlıktır, insanoğlu. Hayatının sonuna kadar da öğrenme serüveni devam etmektedir. Bu nedenle, "insanın vazife-i asliyesi taallümle tekemmüldür"40 denilmiştir. Yani, yaratılış gayesini öğrenerek, bilgi sahibi olarak istidat ve kabiliyetlerini açığa çıkarması için yeryüzüne gönderilmiştir.

    Her bir insan, "talim-i esma" ile meleklere hilafet davasında üstün gelen Hz. Adem’in (a.s.) evladı ve istidadının varisidir. Bütün varlıklar üstündeki o yüksek makama liyakatini ispat etmek için ise ilim, fen ve teknolojisinde "esma-i hüsna"yı esas yapması ve Cenab-ı Hakk’ın birer ismine yapışması gerekmektedir. "Her bir kemalin, her bir ilmin, her bir terakkiyatın, her bir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat, bir ism-i İlahiye dayanıyor."41 Fenler ve teknolojik gelişmeler Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden birine dayandıkları takdirde mükemmelleşir ve hakikate ulaşırlar. Tersi olduğunda ise "hikmet-i İlahiye"nin semalarından "tabiat dalaleti"nin bataklıklarına saplanarak sukut etmeye ve "nakıs bir gölge" olarak kalmaya mahkum olurlar.

    ***

    Günümüz insanlarının temel problemlerine çareler üretmesi nedeniyle popüler tartışmalara konu olan ve bilimsel içeriğini çok kısa bir sürede en fazla arttırabilen alanlardan biri de genetik bilimidir. Her bilim dalı gibi genetik de, Cenab-ı Hakk’ın kâinat kitabında yazmakta olduğu sayısız ayetleri, kelimeleri ve mektuplarından sadece canlılar üzerindekileri okumaya ve manalarını çözmeye çalışan bir uzmanlık sahasıdır. Bu okumalar sonucu olağanüstü bir kayıt sisteminin canlılar dünyasındaki eşsiz güzelliği daha iyi fark edilmiştir. Binlerce yıldan beri yaratılan yüz binlerce canlı türünden yalnızca biri olan insanoğlunun, milyarlarca ferdinin bedenleri içindeki trilyonlarca hücrelerinin her birinin yüz binde birlik bir bölümünde kütüphaneler dolusu bilgilerin saklanıyor olması, canlılar alemindeki arşivleme faaliyetlerinin ne derece harika ve azametli olduğunun açık bir göstergesidir.

    İnsan vücudunda 75 trilyondan fazla hücre bulunmaktadır. Her bir hücrenin içinde bulunan çekirdek, insana ait bütün bilgileri barındırmaktadır. İnsan bedeninin yaratılış şifresi denilebilecek bu genetik bilgiler DNA molekülü adı verilen çift sarmal bir yapının içerisinde kodlanmıştır. Yaklaşık olarak 2 metre uzunluğundaki DNA’nın hücre çekirdeğine sığabilmesi için sıkışıp büzüşmesi sonucu olağanüstü bir paketleme sistemi olan kromozomlar ortaya çıkmıştır. İnsanda 46 kromozom içine paketlenen genetik bilgilerin işlevsel en küçük bölümüne "gen" denilmektedir. Her bir gen insana farklı bir özellik kazandırmaktadır. Göz renginden kan grubuna, saç şeklinden vücudun ihtiyaç duyduğu hormonlara, salgılara kadar insan bedeninin kompleks yapısını ortaya çıkaran her ayrıntı genlerin içine programlanmıştır. İnsanda 25 ile 31 bin arasında değişen sayıda gen bulunmaktadır. DNA’nın işleyişi yaşa göre değiştiği için bu rakam sabit değildir. Çünkü, bir kısım genler genç hücrelerde aktif oldukları halde, yaşlandıkça pasif hale geçtikleri için aktif gen sayısının değişmesine yol açmaktadırlar.

    Tek bir hücredeki DNA kodu içinde 3.1 milyar gen harfi bulunmaktadır. Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin (A, T, G, S) adı verilen dört harfin çeşitli dizilişleri sonucu genler yazılmaktadır. 31 bin genin bir araya gelmesiyle "genom" meydana gelmektedir. Eğer bir insan kendi genomundan her bir saniyede tek bir harfini ezberlemeye çalışsaydı, tamamını ezberlemesi için yüz yıl zaman ayırması gerekecekti. İlginçtir ki, insanoğlu, her bir hücresine yazılan bu derece muazzam bir bilgiden habersiz olarak binlerce yıldan beri yeryüzünde yaşamaktadır ve kendi aklına, bilgisine itimat ederek gururundan vazgeçmemektedir.

    Hafiz ismi, hücre çekirdeğindeki DNA’larda canlı bedenlerine ait bütün bilgilerin arşivlenmesinden, kâinatta olmuş, olmakta ve olacak olan ulvi, süfli bütün olayların kayıt edildiği Levh-i Mahfuz’a kadar çok geniş bir dairede hükmünü icra etmektedir. Genetiğin ilgilendiği alan ise bu harika arşiv faaliyetinin çok dar bir kısmını ihtiva etmektedir. İnsan Genom Projesi gibi genetik çalışmalar sonucu binlerce genin hayati fonksiyonları anlaşılmış ve milyarca harften meydana gelen DNA’nın şifresi çözülmüş olsa bile, ulaşılan merhale Hafiziyetin yalnızca insan üzerindeki tecellisinin zayıf bir gölgesinin görülmesinden başka bir şey değildir. Çünkü, insanın fıtraten de gereksinim duyduğu en önemli kayıt hakikati, onun ahirette ebedi neticeler verecek olan her bir halinin, sözlerinin ve fiillerinin başta kendi hafızası olmak üzere, amel defterinden alem-i misale, Levh-i Mahfuz’a kadar değişik birçok "batın aynalar"da muhafaza edilmesi hadisesidir. Fenaya maruz ve çürümeye, dağılmaya, bozulmaya mahkum bir bedenin, trilyonlarca hücresi ve hücrelerinin içindeki milyarlarca genlerinin diliyle geçici bir beka için yapmış oldukları dualarına harikulade bir tarzda fiilen cevap verilmesini anlama çabaları olan genetik çalışmalar, insanın bedenî ve ruhî her bir halini sayısız arşivlerde hıfzeden Hafiz isminin cüzi bir tecellisini kavrama yolunda atılan adımlar olarak görülmelidir.

    Olayı başka bir açıdan değerlendirecek olursak, aslında, insanı insan yapan ve gerçek anlamda onu bekaya mazhar kılan, yaşadığı sene sayısının iki katı kadar beden değiştirmesine rağmen mahiyeti değişmeyen ruhudur. Zaten, bedenin canlılığı ve bekası da ruhun varlığına bağlıdır. Ruhun bedenle öyle bir ilişkisi vardır ki, bütün organları, dokuları ve hücreleri birbirinin yardımına koşturan, aslında insanın ruhudur. Bedenin her bir bölümünün idaresi, manevi seslerini işitmesi ve ihtiyaçlarını görmesinde, ruh için bir iş diğerine engel olmamakta ve karışıklığa yol açmamaktadır. Elbette, böyle bir ruhun sayısız düşünceleri, duyguları ve hallerine, fani bir bedenin tek bir hücresi kadar ehemmiyet verilmemesi mümkün değildir. Belki, ruhun en gizli sırları, arzuları ve duaları daha latif arşivlerde kayda geçirilecek ve onun bir sonraki hayatının esasları da, o arşivlerde yazılanlara göre cereyan edecektir.

    Teknoloji ve mühendislik, hayatın zorluklarını kolaylaştırmak, daha konforlu ve denetlenebilir yaşantı sürmek için gösterilen çabalar sonucu ortaya çıkmış ve zamanla gelişmiştir. Mühendislikler içinde en hassas alanda çalışanlar ise gen mühendisleridir. Öyle ki, bu mühendislik dalında gelişen ve hızla ilerleyen teknolojiler ile bir canlının genetik yapısına müdahale edebilme, hatta başka türler arasında gen aktarımı yapabilme imkânlarına bile kavuşulmuştur. Mesela, insana ait bir gen ile bakterilerde insan proteinleri üretilmiş ve birçok hastalığın tedavisinde kullanılan "rekombinant ilaçlar" elde edilmiştir. Bir kısım bitkilerin de genetik yapılarına müdahale edilerek iklim ve coğrafi şartlara daha iyi uyum sağlayabilen verimi yüksek ürünler yetiştirilmiştir.

    Genetik mühendisliğinin günümüzde en çok yankı uyandıran ve tartışılan konularından birisi de genetik kopyalamadır. Genetik kopyalama, bir canlı ile aynı genetik bilgiye (DNA) sahip başka bir canlı üretilmesidir. Normal üremede genetik bilginin yarısı anneden yarısı babadan gelirken, genetik kopyalamada genetik bilginin tamamı kopyalanacak canlıya ait olmaktadır. Aslında genetik kopyalama bitkiler varolduğundan beri tabiatta yaşanılan bir durumdur. Çünkü, bitki hücrelerinin genetik programları kilitlenmediği için zigot gibi davranabilmektedir. Böylece bitkilerin kök, dal veya yaprağından bir parça almakla yeni bir bitki üretmek mümkün olabilmektedir. Oysa günümüze kadar hayvanlarda özelleşen hücrelerin kilitlendikleri ve zigot gibi davranamadıkları düşünülmekteydi. Her ne kadar, bir kısım hayvanlarda vücut parçalarından kopan kısımların yenilenmesi görülse de ve bazı hayvan türlerinde ise zaman zaman dişi yumurtaları döllenmeden canlı gelişmesinin olabildiği bilinse de, alışılagelmiş olan genel kanaat değişmemiştir. Ancak, genetik kopyalama teknolojisi geliştikçe, tabii yollarla üremenin zorunlu bir yol olmadığı ve herhangi bir hücre içindeki genetik programdan dahi yeni bir hayvan yada insan bedeninin yaratılabileceğini gerçeği daha bir açıklık kazanmıştır. Cenab-ı Hakk’ın hafiziyetiyle insan bedenini tek bir hücresine kaydetmiş olduğu, mevcut genetik bilgilerinden haşirde tekrardan diriltebilmesinin ne kadar akla uygun olduğu, genetik mühendisliğinin keşfettiği ip uçları sayesinde çok daha iyi anlaşılmaktadır. Hadiste ‘acbü’z-zeneb’ tabir edilen "ecza-i esasiye" ve "zerrat-ı asliye"nin42 ikinci diriliş için yeterli olduğunu, çürüyüp dağılan bütün beden zerrelerinin toplanmalarına gerek olmadan da dirilişin gerçekleşebileceği hakikatini kendi bilimsel diliyle ilan eden ve haşre iman hakikatini görmeyen ya da görmek istemeyen gözlere de gösteren bir bilim dalı olmuştur genetik.

    İnsanlığın ulaşmış olduğu en ileri teknolojik seviyeler "celb", "galebe" ve "cidal" ile değildir. Çok zayıf ve aciz olduğu için her şey insana boyun eğdirilmiş, onun yardımına koşturulmuştur. İhtiyaçları çok fazla olduğu için de insana fazlaca ihsanda bulunulmuş ve her şeyi öğrenme konusunda cehaleti bulunduğundan ilhama mazhar kılınmıştır. Ne zaman ki insanoğlu, Karun gibi "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" diyerek, Cenab-ı Hakk’ın merhametini ve varlıkları ona teshir etmesini inkâr edecek olmuştur, o zaman kendisine ikram edilen teknolojik ve ilmi gelişmelerin zararları faydalarına üstün gelerek "azap tokadı" mahiyetine bürünmüştür.43

    Her bir fen ve teknoloji gibi, genetik de Cenab-ı Hakk’ın bir ismine dayanarak hakikatini bulabilir ve kemal noktasına ulaşabilir. Canlı bedenlerinin yapıtaşları olan hücrelerin DNA’larında yazılan yaratılış kanunlarını ve şifrelerini okuyarak Hafiz ismine yetişmeye çalışmakla ve ona dayanmakla mükemmelleşir, hakikat olur ve felsefi dalaletlere kapı açmaktan azade olur.

    Peygamber kıssaları ve Cenab-ı Hakk’ın isimlerini zikrederek, insanlığın şimdiki seviyesinden çok daha yüksek noktaları ve en ileri mertebeleri gösteren, bir nevi teşvik eden Kur’an-ı Kerim’in "talim-i esma" hadisesinden bahsetmekle vermek istediği mesaj ile konumuzu bitirelim:

    "Sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be vakit başınızı kaldırıp, Esma-i Hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Ta fünun ve kemalatınızın menbaları ve hakikatleri olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız."44

    Dipnotlar

    1. Bekir Topaloğlu, "Hafiz", TDVİA., C:XV, İstanbul, 1997, s. 116.

    2. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul, 2001, Yeni Asya Neşriyat, s. 85, 485; Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, İstanbul, 2001, Yeni Asya Neşriyat, s. 36; Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Germany, 1994, Yeni Asya Neşriyat, s. 198, 199; Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 1999, Yeni Asya Neşriyat, s. 42, 162.

    3. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 100; Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, İstanbul, 2001, Yeni Asya Neşriyat, s. 84; Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, İstanbul, 2001, s. 133, 156.

    4. Nursi, Sözler, s. 49.

    5. Nursi, Sözler, s. 433.

    6. Nursi, Şualar, s. 561.

    7. Nursi, Sözler, s. 477.

    8. Nursi, Sözler, s. 76; Şualar, s. 130, 197, 199, 520.

    9. Nursi, Şualar, s. 197.

    10. Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, İstanbul, 2001, Yeni Asya Neşriyat, s. 141,142; Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 149,150.

    11. Nursi, Sözler, s. 75.

    12. Nursi, Lem’alar, s.142; Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 150.

    13. Nursi, Sözler, s. 477.

    14. Nursi, Sözler, s. 79.

    15. Nursi, Şualar, s. 66.

    16. Nursi, Sözler, s. 76.

    17. Nursi, Lem’alar, s. 190.

    18. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 39.

    19. Nursi, Şualar, s. 72.

    20. Nursi, Şualar, s. 62.

    21. Nursi, Sözler, s. 512.

    22. Nursi, Sözler, s. 26.

    23. Nursi, Sözler, s. 76.

    24. Nursi, Sözler, s. 621.

    25. Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 162.

    26. Nursi, Sözler, s. 477.

    27. Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l-İ’caz, İstanbul, 1997, Yeni Asya Neşriyat, s. 249.

    28. Nursi, Şualar, s. 231.

    29. Nursi, Lem’alar, s. 123.

    30. Nursi, Şualar, s. 209.

    31. Nursi, Şualar, s. 231.

    32. Hicr Suresi, s. 47.

    33. Nursi, Mektubat, s. 284.

    34. Nursi, Sözler, s. 56.

    35. Nursi, Sözler, s. 523.

    36. Nursi, Sözler, s. 149.

    37. Nursi, Lem’alar, s. 549, Nursi, Şualar, s. 56.

    38. Nursi, Sözler, s. 151.

    39. Nursi, Mektubat, s. 40-41; Nursi, Sözler, s. 433, 505.

    40. Nursi, Sözler, s. 286.

    41. Nursi, Sözler, s. 238.

    42. Nursi, Sözler, s. 484.

    43. Nursi, Sözler, s. 296.

    44. Nursi, Sözler, s. 238.