Köprü Anasayfa

İnsanî Değerler, Toplumsal Barış, Milliyet ve Milliyetçilik

"Güz 2013" 124. Sayı

  • Tefrika İlleti

    The Disease of Dissention

    Cüneyt Gökçe

    Yrd. Doç. Dr., Harran Ünv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi

    Toplumu sarsan ve bireyleri birbirine düşman yapan önemli unsurlarınbaşında “tefrika” gelir. İhtilaf gerekçelerini incelediğimiz zaman “yapay” birtakım bahanelerin arkasına sığınıldığını müşahede ederiz.

    Bu bahaneler şu şekilde sıralanabilir:

    1-IRKÇILIK: HASTALIĞIN TEŞHİSİ

    “Kişinin mensubu bulunduğu kavmi üstün ve ayrıcalıklı görme” şeklindeözetlenebilecek bu hastalığın doğurduğu sıkıntılar da şöylece özetlenebilir:

    a) Bu his, toplumun önemli dinamiklerinden olan “adalet” anlayışınızedeler. Çünkü, bu duyguya sahip insanın başlıca özelliği–haklı/haksız–yandaşını kayırmaktır. Böyle birisinden adalet ve insaf beklemek hayaldenöteye gitmez.

    b) Bu his, sosyal bağları koparır; çünkü kin, hased ve düşmanlık buortamın dikkat çeken virüsleridir.

    c) Bu duygunun egemen olduğu ortamda vahşet ve zulüm söz sahibidir.Zira, burada şefkat, merhamet ve mürüvvetten söz edilemez.

    d) Bu hissin hükümferma olduğu alanlarda fesat, kibir ve enaniyetvardır; çünkü bu duygunun başlıca özelliği başkasını yutmakla hayatsürdürmektir. Hatta denilebilir ki, pek çok fitne ve fesadın arka planında buzalimane duygu vardır. Örneğin; İkinci Dünya savaşının patlak vermesineve milyonlarca insanın vahşice katledilmesine sebebiyet veren unsurların başında Hitler Almanyasının “üstün ırk nazariyesi” geldiği göz önünde bulundurulacak olursa bu hissin felâketi daha rahat anlaşılır. Buna İtalya’da Mussolini’nin binlerce insanı imha etmesi, Avrupa ve Amerika’da siyahileretarih boyu zulmün ve ayrımcılığın reva görülmesi ilâve edilecek olursa meselenin vahameti daha rahat anlaşılır.

    Özetle ifade edilecek olursa insandaki ulvî hisleri zedeleyen buhastalığın anlayışında tevazu yerine gurur, sevgi yerine kin, yardımlaşmayerine çarpışma ve hak yerine kuvvet hâkimdir. Böylece; hamiyet duygularıköreldiğinden muhayyel efsane ve mitolojilerden medet umma durumunadüşülür.

    B-ÇÖZÜM YOLLARI:

    1-Irkçılığın ilk temsilcisi:Şeytanî olan bu tefrika düşüncesininilk temsilcisinin yine şeytan olması gerçekten dikkat çekici değil midir?Bilindiği gibi yüce Allah Hz. Âdem’i (as) yaratır ve meleklerin ona secdeetmelerini ister. Bütün melekler secde ederler. Ama melekler arasındabulunan şeytan secde etmez. Allah’ın: “Emrettiğim halde secde etmeneengel nedir?” sorusuna şöyle cevap verir:

    “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise topraktan yarattın.”

    2-Aslında bütün insanlar kardeştir:

    “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanımanıziçin, sizi milletlere, kabilelere böldük. Şüphesiz Allah katında en şerefliniz, entakva sahibi olanınızdır.”

    Nitekim Hz. Peygamber, İslâm toplumunda yer alan bütün insanlararasında barış ve kardeşlik bağlarını sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Bu hususâyet-i kerimelere şöyle yansımaktadır:

    ‘De ki: Ey kitap ehli! Geliniz, sizinle aramızdaki birleşeceğimiz bir kelimeüzerinde toplanalım. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’ndan başkamabud tanımayalım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp dabazımız bazımızı mabud edinmesin.’

    De ki: Allah’ ve bize indirilen Kur’ân‘a, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’ave Yakup oğullarına inzal olunanlara Musa, İsa ve bütün peygamberlere rableritarafından verilene iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz yalnızAllah’a boyun eğmiş kullarız.’

    Şu halde Hz. Peygamber’in daveti bütün insanların tek bir ümmetolmaları esasına dayanıyordu. Kısacası beşeriyetin kardeşliğini hedefliyor;fırka ve kabileleri, beyaz, siyah, sarı ırkları, galib ile mağlubu ayırt etmeksizin,arazi ve memleket farkı gözetmeksizin bütün insanları kardeşliğe davetediyordu. Birbirine zulüm ve haksızlık işlemekten menediyordu. Çünkü ‘beşerî kardeşlik’ fikrini bir fener olarak tutuyordu. Müminler, harpkaranlıklarında onun ışığında gidiyorlardı. Dolayısıyla İslâmî fetihlerinyağmalama gibi bir amacı yoktu.

    Nitekim İslâm memleketlerinde bulunan ecnebiler ehl-i zimmetolup Müslümanlara verilen haklar onlara da verilmiştir. BinaenaleyhMüslümanların zimmilere şefkat ve merhametle muamele etmeleri gerektiğigibi zimmilerin de bu kardeşliğin icaplarına riayet etmeleri gerekir.

    3- İslâm kardeşliği:Aynı anne ve babadan doğanlara veya ortakdeğerlere sahip olan kişilere ‘kardeş’ denir. Arapçada ‘ah’ olarak ifade edilenbu kavramın ‘ihve’ ve ‘ihvan’ şeklinde çoğulu bulunmaktadır.

    ‘Kardeş’ denildiğinde akla genellikle aynı anneden ve babadan dünyayagelen kişiler gelmektedir. Bunun dışında, ayrıca aynı dine veya dünyagörüşüne mensup olmayı ifade eden ‘akide kardeşliği’ söz konusudur.

    İslâm dininde kardeşlik, bütünüyle akide temeline dayanmaktadır.Yukarıda ‘kardeş’ kelimesinin karşılığı olan ‘ah’ kelimesinin ’ihve’ ve ‘ihvan’şeklinde olduğunu belirtmiştik. İşte ‘ihve’ genelde nesep kardeşliği için;‘ihvan’ ise görüş ve din kardeşliği ya da yakın arkadaş ve dostlar için kullanılır.Bu arada İslâm kardeşliğinin temelini belirten ve belgeleyen ve ‘inneme’lmu’minuneihvetun’=’müminler ancak kardeştir’ şeklinde başlayan âyet-ikerimede ‘ihve’ kelimesinin tercih edilmesi gerçekten dikkat çekicidir. Öteyandan aynı ifadelerde iman ve kardeşliğin yan yana getirilmesi; maddîhayatın devamını sağlayan diğer bir kelimenin omuz omuza vermesi çokanlamlıdır. Kısacası, müminlerin tümü ebedî hayatı mucip olan bir asla, birimana mensup bulunmaktadırlar.

    Buna göre ancak iman bağıyla bir araya gelenler kardeş olarak kabuledilmektedirler. Şu halde yeryüzünün neresinde bulunursa bulunsunlar,hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar veya hangi renge sahip bulunuyorlarsabulunsunlar, hangi kavme mensup olurlarsa olsunlar bütün müminler,kelimenin tam anlamıyla birbirinin kardeşidirler. Başka bir deyimle, mümingönülleri en sağlam ve esaslı bir biçimde birbirine bağlayan bağ iman vetakva esasından kaynaklanan kardeşlik bağıdır:

    ‘Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluk bulamazsın ki, onlarAllah’a ve Resulüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi ve dostluk bağıkurmuş olsunlar: bunlar ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, istersekendi aşiretleri olsun’ ayeti ile; ‘Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü seviptercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin’ayeti bubağın önemini çok net bir biçimde ortaya koymaktadırlar.

    Şu halde:

    Kardeşler, karşılıklı sevgi ve saygı beslemelidirler. Nitekim Hz.Peygamber şöyle buyurmaktadır:

    ‘Kişi kardeşini sevince sevdiğini ona bildirsin.’

    Kardeşler, anne ve babalarını üzmeyecek şekilde birlik ve beraberlikiçinde olmalıdırlar. Maddi çıkarlar yüzünden birbirlerine düşmanlıkyapmamalıdırlar.

    Şan şöhret, makam ve servet gibi şeyler kıskançlık sebebi olmamalıdır.

    Aradaki ihtilâf noktalarını, zora başvurmadan, birbirlerinin fikirlerinesaygı duyarak ve konuşup anlaşarak halletmelidirler.

    Bir müminin, diğer mümine her halükârda yardımcı olması gerekir.Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

    ‘Bir kimse, bir din kardeşinin ihtiyacını yerine getirirse Allah da ona yardımeder, Bir kimse, Müslüman kardeşinin sıkıntısını giderirse Allah da ona mukabilkıyamet gününün kederlerinden birini giderir.’

    Bir mümin diğerin ayıbını örter; kusurunu yüzüne çarpmaz çünkü Hz.Peygamber’in deyimiyle:‘Bir kimse, bir din kardeşinin ayıbını örterse, Allahda kıyamette onun ayıbını örter.’

    Kişi, kendisi için istediğini kardeşi içinde istemelidir. Çünkü Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur:

    “Sizden biriniz, kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe tamanlamıyla iman etmiş sayılmaz.”

    “Siz mümin olmadıkça Cennet’e giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçede mümin olamazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeysöyleyeyim mi: Aranızda selâmı yayın.”

    Kardeşlerin karşılıklı kin, haset ve kıskançlıktan uzak durmaları gerekir.Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:“Birbirinize buğz etmeyiniz,birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize arka çevirip alakanızı kesmeyiniz; eyAllah’ın kulları, hepiniz kardeş olun. Bir Müslüman’ın bir Müslüman kardeşiniüç günden ziyade terk ve ihmal edip selâm vermemesi helal olmaz.”

    “Cennet kapıları Pazartesi ve Perşembe günleri açılır: Allah’a şirk koşmayanher kul için mağfiret olunur. Yalnız kendisiyle kardeşi arasında buğz ve adaletbulunan kimse müstesnadır. Meleklere hitaben: ‘siz bunları birbirleriyle sulholuncaya kadar tehir ediniz. Evet bunları, yekdiğeri ile barışıp sevinceye kadarbırakınız’, buyurulur”

    Akide ve takva temelinde birbirleriyle selamlaşmaları gerekir:

    “Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder,kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah veResulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlar.Allah Aziz ve Hâkimdir.

    Hz. Peygamber, “Şeytan, artık Arap Yarımadası’nda, kendisine ibadetedilmesinden ümitsizliğe düştü, ancak aranızda anarşi çıkarmaktan ümidinikesmedi” derken, en veciz ifadeleriyle bu hususa işaret buyurmaktadırlar.

    Yukarıdaki hususlar göz önünde bulundurulduğunda şu noktalarvurgulanabilir:

    1-Kişi mesleğini hak bildiği vakit ‘ Mesleğim haktır veya daha güzeldir’demeye hakkı var. Fakat ‘yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkıyoktur. Farklılarımızın birer zenginlik olduğu ve yüce Allah’ın azametinedelil ettiğini düşünerek karşılıklı saygı tahammül içerisinde olmamızgerekir. Kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket ederken başka mesleklerekarşı düşmanlık etmemeli ve başkalarının değerini düşürmeye yönelik sözve davranışlardan kaçınarak başkalarının fikrine, ilmine müdahale etmemelive onlarla meşgul olmamalıyız.

    2-Kişinin her söylediğinin hak olması gerekir. Fakat her hakkısöylemenin kendisine ait bir hak olmadığını da bilmesi zorunludur.

    3-Düşmanlık yapmak isteniyorsa kişinin kendi kalbindeki düşmanlığadüşmanlık etmesi gerekir.

    4-Yapılan tüm amellerde İlâhî rıza esas alınmalı. Çünkü: eğer O razıolursa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.

    5-Kardeşlerin birbirleri üzerine üstünlük taslamamaları gerekir. Çünküyüce Allah buyuruyor ki:

    “Ey insanlar biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışabilmeniz içinsizleri asıllara kabilelere ayırdık. Allah’tan en çok korkanınız kim ise, işte Allahkatında en büyüğünüz odur.”

    6-Unutma ki, sen ve kardeşin, Hâlık’ınız bir, Mâlik’iniz bir, Mâbud’unuzbir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir… Hem Peygamberiniz bir, dininizbir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir,memleketiniz bir-ona kadar bir, bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi,vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleribirbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka,kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsızşeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak,ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşıbir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisafolduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.

    7-Daima olumlu, yapıcı ve onarıcı hareket edilmelidir. Gösterilen tavır,sevdirici, çekici, kazandırıcı ve hak yoluna ikna edici olmalıdır.

    8-İslâm dairesi içinde olan her Müslüman’ın hatasıyla, sevabıyla, hangitarikat ya da cemaatte olursa olsun görülen kusurlar sebebi ile ona karşıdüşman bir vaziyet alınmamalıdır. Yanlış olarak görülen şeyler karşısındagüzel bir üslup uyarıcı olunmalı. Fakat bu meselelerin, işin ehli olmayankimselerin diline düşürülmemesine özen gösterilmelidir.

    9-İman, İslâm, hak ve hakikat yolunda olan kimselerle anlaşmanın fikirbirliğine varmanın yani ittifak etmenin İslâmiyet’in izzetinden olduğudüşünülmelidir.

    2-BÖLGECİLİK-AŞİRETÇİLİK:

    Cahiliyeden kalma önemli hastalıklardan bir tanesi de–hatta aynıırktan olmalarına rağmen -bir kısım insanların kendi bölge ya daaşiretlerini “farklı” ve “ayrıcalıklı” görmeleridir. Bu hastalık beraberindekan davalarından tutunuz da bölgesel çatışmalara varıncaya kadar, pek çokmüessif neticeyi doğurmuştur.

    3-MEZHEPÇİLİK:Mezhep, din olmayıp dinimizi rahat yaşamamızakatkı sağlayan önemli bir kurumdur. Çeşitli kesimler tarafından gündemegetirilen konulardan biri de “mezhep” meselesidir. Mezhep meselesi birtaraftan İslâm’da bir ayrılık unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğertaraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir.Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtandoğduğu, hiç bir zaman ihtilâf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

    Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhepimamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir.

    Meselâ Hz. Peygamber (asm) Efendimiz namaz kılarken mübarekalınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Ayşe (r.a.) validemiz, taşı Peygamber Efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber Efendimiz yenidenabdest alarak namazlarını kılarlar. Hanefî mezhebi imamı, İmam AzamEbu Hanife Hazretleri ile Şafiî mezhebi imamı, İmam Şafiî Hazretleriabdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ıAzam Hazretleri, “Peygamber Efendimizin alnına batan taş kan çıkardığıiçin efendimiz abdest almıştır” hükmüne varırken; İmam-ı Şafiî abdestinbozulmasını Hz. Ayşe (r.a.) validemizin Peygamber Efendimizin alnınadokunmasına bağlamıştır. Böylece Hanefî mezhebinde az bir kan abdestibozan sebeplerden biri olurken, Şafiî mezhebinde kadının temasıyla abdestinbozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm dedoğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır. Peygamber Efendimizekadar itikadî noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerekgelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gönderilmiştir.Ancak Peygamber Efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaçkalmamış ve onun dini bütün asırlara kâfi gelmiştir. Fakat teferruatmeselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Hak mezheplerinimamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütünihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber Efendimiz bir mucize olarakbu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlargelmeden haber vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış olduklarıhizmetlerle Resulullah Efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir…

    ve inkâr etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortayaiddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhephaline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

    Ancak, hiçbir gerekçe bir mezhebi diğer bir mezhebe; bir anlayış veyaklaşımı başka bir anlayış ve yaklaşıma üstün tutmaya makul sebep olamaz.Fakat üzülerek ifade edelim ki, bazen gerek amelî, gerekse itikadî anlamdavar olan mezhep mensup ve müntesipleri arasında öyle trajikomik hadiselermeydana gelmiş ve gelmektedir ki, misalleri oldukça fazladır. Bazen debu zaafı bilen düşmanlar bu farklılığı nazara vererek aynı safta yer alanmüminler arasında derin uçurumlar meydana getirebilmişlerdir. Bazen buŞafiilik-Hanefilik bağlamında; bazen Sünnilik-Alevilik çerçevesinde öylefitneler ortaya atılmıştır ki, yakın tarihimizdeki pek çok üzücü hadise bunaşahittir.

    4-KÖYLÜ(CÜ)LÜK-ŞEHİRLİ(Cİ)LİK:

    İnsanları farklı vadilere sürükleyen önemli etkenlerden bir tanesi de birnevi kültür farklılığı olarak ortaya çıkan köylü-şehirli ayırımıdır. Kendisinidaha “akıllı” ve “zeki” olarak gören şehirli, her fırsatta köylüsüne tepedenbakmayı bir alışkanlık haline getirmiş; bin bir zahmet elde ürününü “ölü”fiyata almayı ve onu “kandırmayı” marifet saymış ve nice mağduriyetlerinyaşanmasına sebebiyet vermiştir. Diğer taraftan köylü de kendisini daha“civanmert” ve “cesaretli” görerek karşı atak yapmayı denemiştir.

    5-GRUPÇULUK:

    Müslümanların fıtrat ve yapılarına uygun bir şekilde–tıpkı ordunun farklıkuvvetleri gibi–değişik topluluklar halinde hizmet sürdürmeleri son derece normal bir sosyal realitedir. Hatta bu toplulukların farklı hizmet alanlarındatefevvuk etmeleri kadar tabiî bir şey olamaz. Meselâ, bir topluluğun yurt içive yurt dışı eğitim, medya ve organizasyonlar konusunda son derece başarılıolması; bir diğerinin Kur’ân öğreticiliğinde mahir olması; başka birisininfarklı alanlarda maharet kesbetmesi, bir başkasının neşriyat sahasında öndeolması ve bunların birbirinin başarısını kıskanmadan–hatta gerektiğindemüşterek bazı projeler yürütebilmeleri–ve birbirlerini takviye etmeleri dinhizmeti adına güzel bir kazanımdır. Fakat, maalesef bazen yaralayıcı birtakım fevri hareketlerin bazı kesimlerden zuhuru sağlıklı kalb ve vicdanırahatsız edebilmektedir.

    6-ERKEK-KADIN AYIRIMI:

    Cahiliye döneminin “erkek evlâtla övünme” hastalığının bir mirasıolarak toplumumuzun günümüzdeki önemli hastalıklardan bir tanesi deerkek-kadın ayırımıdır. Bazen aile içi şiddete, bazen kızların eğitimdenmahrum bırakılma talihsizliğine, bazen de çok eşliliğe ve zulme sebebiyetveren bu illet, tedaviyi beklemektedir.

    İslâm’da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi birfark yoktur. Yani, temel hak ve sorumluluklar açısından kadının konumuerkekten farklı değildir.

    Ayrıca, kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değeresahip olan bir varlık değildir. Kur’ân-ı Kerim’de, farklı fizyolojik vepsikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstünveya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabuledilmiştir. Asla, kadın ikinci sınıf varlık değildir.

    Kur’ân-ı Kerim’in ‘Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birerelbisesiniz.’ şeklindeki ifadeleri de erkek ve kadının insan olarak birbirlerineolan ihtiyaçlarına açık bir şekilde dikkat çekmektedir.

    Hz. Peygamberin; kadınlardan ayrıca biat alması ve bu hâdiseninKur’ân-ı Kerim’de açıkça yer alması, İslâm’a göre kadın iradesininbağımsızlığını göstermektedir.

    İslâm’a göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadınada tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanunönünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı,şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve ailekurma hakkı, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibitemel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur.

    İslâm’ın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde olduğubilinmektedir. Kadınlar camiye gelirler, Peygamberimizin huzurundaoturur; belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemeyecekleri kendiözel durumlarıyla ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı. Camideibadetlerini yaparlar, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerlerdi.

    Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. NitekimHz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehrin yüksek oranlardatutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde,mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; ‘Allah’ın bize vermişolduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kur’an’da bulunan bir hükümdür’ diye itiraz ettiği, Hz. Ömer’in de bu itiraz karşısında ‘Allah’aşükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böylekadınlar var’ dediği tarihî kaynaklarda kayıtlıdır. Diğer taraftan yine Hz.Ömer döneminde ‘Hisbe’ denilen görevin, yani pazarlardaki düzen veahengi kontrol işlerinin bugünkü anlamda bir nevi ‘zabıta’ hizmetlerininkadına verildiği tarihî bir vakıadır.

    Kur’ân’da nisa/kadınlar isimli bir surenin varlığı, cennetin bir kadınolarak anaların ayaklarının altına serilmesi; hatta peygamber olması içinbile engel görülmemesi İslâm’ın kadına verdiği değeri gösterir.

    Günümüzde kadının ikinci sınıf insan olarak değerlendirilmesi, töre,âdet ve göreneklere kurban edilmesi, geleneklerin din gibi algılanmasısonucu kadının zulüm ve haksızlığa uğraması cahiliyeye dönüş arzularındanbaşka bir şey değildir.

    Sonuç olarak şunu vurgulamak gerekir: İslâm dinine göre insan insanaeşittir. Bu anlayışta kadın-erkek ayırımı kesinlikle söz konusu değildir.

    Tefrika illetinin söz konusu edildiği bir atmosferi Bediüzzaman’ın birasırdan fazla bir zaman önceki bir feryadına kulak asmak yerinde olacaktır:

    ’Şireta Bediüzzeman Mela Seidê Kurdi’’ diye başlayan makale şöyle:

    “Ey Gelî Kurdan! Îttîfaqê de quwet, îttihadê de heyat, di biratîyê deseadet, hukûmetê de selamet heye. Kapika îttihadê û şirîta muhebbetê qewîbigrin, da we ji belayê xelas ke. Qenc guhê xwe bidinê, ezê tiştekî ji we rebibêjim:

    Hun bizanin ku sê cewherê me hene; hifza xwe ji me dixwazin. Yekİslâmiyet e; ku hezar hezar xûna şehîdan buhayê wê dane. Ê duduyaninsaniyete; ku lazime em xwe nezera xelqê de bi xizmeta ‘eqlî, ciwanmêranîû insaniyeti xwe nîşanî dunê bidin.

    Ê sisîyan millîyeta me ye, ku meziyetê da me; ê berê ku bi qencîya xwesax in, em bi karê xwe, bi hifza millîyeta xwe, ruhê wan qebra wan de şadbikin. Piştî wê, sê dijminê me hene, me xerab dikin:

    Yek feqîrtî ye; Çil hezar hemmalê Îstenbolê delîlê wê ye. Ê duduyancehalet û bêxwendinî ye; ku hezar ji me da yek “qazete” nikarin bixwînindelîla wê ye. Ê sisîyan dijminî û îxtilaf e; ku ev ‘edawet, quweta me wundadike, me jî musteheqî terbîyê dike û hukûmet jî ji bêînsafîya xwe zulm li medikir. Ku we ev seh kir, bizanin çara me ev e; ku em sê şûrê elmas bi destxwe bigrin, ta ku em hersê cewherê xwe ji dest xwe nekin û hersê dijminêxwe ser xwe rakin.

    Û şûrê ‘ewil: Me’rîfet û xwendine.Ê duduyan: Îttifaq û muhebbeta millîye.Ê sisîyan: Însanê bi nefsa xwe şuxla xwe bike û mîna sefîlan ji qudretaxelkê hêvî neke û pişta xwe nedetê. Û wesîyeta paşî: Xwendin, xwendin,xwendin… Desthevgirtin, desthevgirtin, desthevgirtin… Mela Seid

    Yani:

    ‘’Ey Kürt halkı! İttifakta kuvvet, ittihatta hayat, kardeşlikte saadet,hükümette selâmet vardır. İttihat bağını ve muhabbet şeridini sağlam tutun.Tâ ki sizi belâdan kurtarsın. İyi kulak verin, size bir şey söyleyeceğim:

    Biliniz ki, üç cevherimiz vardır; bizden muhafazalarını isterler. Birincisiİslamiyet’tir ki, binler ve binlerce şehidin kanları ona paha ve bedel olmuştur.İkincisi insaniyettir ki, halkın nazarında akıllıca hizmetlerle yiğitliğimizi ve insanlığımızı dünyaya gösterelim.

    Üçüncüsü milliyetimizdir ki, bize üstün meziyetler vermiştir. Bizdenöncekiler iyilikleri ile yaşıyorlar. Biz kendi gayretimizle milliyetimizimuhafaza ederek onların ruhunu kabirlerinde şad etmeliyiz. Bununardından, bizim üç düşmanımız var; bizi harap ediyorlar.

    Biri fakirliktir. İstanbul’daki kırk bin hamal bunun delilidir. İkincisi,cehalet ve okumamışlıktır ki, içimizden binde bir kişinin bile gazeteokuyamayışı, bunun bir delilidir. Üçüncüsü, düşmanlık ve ihtilaftır ki,bu dâhili düşmanlık, kuvvetimizi kaybettiriyor, bizi terbiyeye müstahakkılıyor ve hükümet de, insafsızlığından bize zulmediyor. Siz eğer bunlarıişittiyseniz, biliniz bizim yegâne çaremiz şudur ki:

    Biz, üç elmas kılıncı elimize alalım. Tâ ki bu üç cevherimizi elimizdençıkarmış olmayalım; bu üç düşmanı üstümüzden atalım. Birincisi adalet,maarif ve okuma kılıcıdır. İkincisi, ittifak ve millî muhabbettir. Üçüncüsü,herkes kendi işini bizzat kendisi yapsın, sefiller gibi başkasının kudretindenümit beklemesin ve sırtını hiçbir vasiye dayamasın. Son olarak da: Okumak,okumak, okumak!.. El ele vermek, el ele vermek, el ele vermek!”

    Bu çok önemli tavsiyeler, o zamanın kargaşası içinde yerine getirilmedi.Aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçti. Bugün geriye dönüp baktığımızdadeğişen çok fazla bir şey olmadığını üzülerek müşahede ediyoruz.

    O zaman zararın neresinden dönülürse kardır. Kürtler bugün de buüç güzel meziyete sahip çıkar ve üç elmas kılıncı ellerine alırlarsa, üçtane dehşetli düşmanı bu elmas kılınç ile yok etmeyi becerebilirlerse,problemler bir bir çözülecek ve geleceğe ümitle bakma şansını yeniden eldeedebileceklerdir.

    KAYNAKÇA:

    Abdurrahman Azam, Ebedi Risalet, İstanbul, 1980. .

    Ahmed b. Hanbel, el-Musned, Kahire, 1313. .

    Bilmen, Ömer Nasuhi, Tefsir, İstanbul, 1982. .

    Buhari, Ebu Abdillah, Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul, 1980. .

    Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1992. .

    Eren, Şadi, “Irkçılık Üzerine Kısa Bir Değerlendirme”, Köprü, Bahar 2007, Sayı 98. .

    Ersoy, M. Akif, Kur’an Tefsiri, İstanbul, 1975. .

    Ersoy, M. Akif, Safahat, İstanbul, 2000. .

    Gazzali, Ebu Hamid, Muhammed b. Muhammed, İhyau ulum’id-din, Kahire, Tarihsiz. .

    İbn Kesir, Ebu’l-Fida, İsmail, b. Ömer, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, Beyrut, 1966. .

    İbn Mace, Ebu Abdillah, Muhammed b. Yezid, es-Sunen, İstanbul, 1980. .

    İbn Manzur, Cemalu’d-din Muhammed b. Mukrim, Lisanü’l- Arab, Beyrut, 1955. .

    Firuzbadi, Mecidu’d-din, Muhammed b. Yakub, Kamusu’l- Muhit, Beyrut, 1955. .

    Kırkıncı, Mehmed, Irkçı Bölücülüğe Karşı İslam’da Birlik, İstanbul, 2006. .

    Ahmed Muhtar Umar ve diğerleri, el- Mucemu’l- Arabi el- Esasi, Tunus, 1989. .

    Müslim, Ebu’l-Husayn, Muslim b. El-Haccac, Sahihu Muslim, Kahire, 1375. .

    Nevevi, Muhyiddin, Riyadu’s-salihin (Tercüme: Kıvamuddin Burslan, H. Hüsnü Erdem), Ankara,Tarihsiz. .

    Nursi, Bediüzzaman, Mektubat, İstanbul, 1993. .

    Tirmizi, Ebu İsa Muhammed, Sunenu’t-Tirmizi, Kahire 1385. .

    Zebidi, Zeynu’d-din, Ahmed b. Ahmed, Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, (Tercüme: KamilMiras) Ankara, 1981.