Köprü Anasayfa

Eğitim

"Güz 99" 68. Sayı

  • Eğitimde Akıl ve Kalp

    Hakan Yalman

    Dr.

    Ne zaman başladığı ve nasıl bir süreç içerisinde geliştiği tam bilinmeyen eğitim, kişinin dünyasında belki de en önemli unsurlardan biridir. "Beşikten mezara" eğitim anlayışı son dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda ana rahmi içerisinde de insanoğlunun çevre faktörlerinden etkilendiğini ortaya koyması üzerine, eğitimin başlangıcı için daha erken dönemleri gündeme getirmiş ve belki de gamet hücrelerinin birleşiminden oluşan zigot isimli tek hücre safhasında eğitimin başlıyor olabileceği anlayışı kuvvet kazanmaya başlamıştır. Aslında, dünyanın herbir tarafına yayılmış ve insan bedenini teşkil amacı ile çok komp-leks ama kontrollü yollarla bir araya getirilen minerallerin insanın ruhunda, davranışlarında, yaratılışında ne gibi değişiklikler ortaya çıkardıkları ya da çıkarmadıkları net olarak ortaya konabilmiş değildir. Sonra organizmayı teşkil eden minerallerin kainatın başlangıç döneminden beri ne gibi izler taşıdıkları, günümüze hangi mekanizma ile hangi özellikleri getirdikleri henüz tam bir muammadır. Ayrıca Hz. Adem (a.s.)’den beri işleyen genetik geçiş süreci içerisinde insana nelerin ulaştığı ve davranış ve bilgi yumağı oluşu- munda bu kazanımın payı ve eğitim üzerindeki etkileri de henüz çok bulanık olan bir manzaradır.

    "Çocuğun gelişim safhaları genetik, nütrisyonel, (beslenme ile ilgili) travmatik, sosyal ve kültürel güçler gibi çocuğa konsepsiyondan (erkek ve dişi gamet hücrelerinin birleşme anı) yetişkinliğe kadar dinamik olarak etkili güçlerin karmaşık bir paternidir. Bu patern her çocuk için tektir ve "normallik" kavramı dahiline giren geniş bir alanda fert fert herbir çocuk için önemli farklılıklar olabilir." 1

    Aslında, bu kadar karmaşık sekillenen ve çok faktörün etkili olduğu insan davranışı ve ruh gelişimi üzerine eğitim adı altında ruhu şekillendirme faaliyeti her ferdin kendine teşkil ettiği topluluğa malolmasını mümkün kılar. Bu ortak değer yargılarının nasıl ortaya çıktığı yani yalan söylemenin, katilliğin, hırsız-lığın ve kötü olarak adlandırdığımız davranışların bu şekilde algılanmasında etkili olan faktörler de ayrı bir araştırma konusudur. Bunda da Hz. Adem (a.s.)’den beri insanlığın birbirine aktardığı ve O’na öğretilen "eşya"nın genlere yansıyan izlerinden tutunda toplumların tarih süreci içerisinde kazanımlarına kadar pek çok faktör etkili olacaktır.

    Ruhun anlaşılması konusunda en önemli ipuçları ruhsal bozukluklarla ilgili araştırmalardan elde edilmiştir. Bu bozuklukların organik olduğunu ve psikososyal olduğunu savunan farklı görüşler vardır. Bu tartışmalar aslında ruhun şekillenmesinde esas olan faktörlerin anlaşılmasına yönelik tarışmalardır. Bu anlamda körlerin fil tarif edişine benzememek için olayı tek boyutuyla değil bütünüyle ele alan yaklaşımlar daha kalıcı öneriler ortaya koyabilmeyi başarmışlardır.

    "Biyolojide genel dizgeler kuramı Van Bertalanffy ve P. Weiss tarafından gelişti-rilmiştir. Bu kurama göre, doğada her canlı birbiri ile bağlantılı hiyerarşik bir düzen ve süreklilik içindedir. En az karmaşık ve küçük birimler (alt dizgeler, subsystems) daha karmaşık ve büyük birimlerle (üstdizgeler, suprasystems) hiyerarşik bir düzen ve etkileşim içinde çalışırlar. Her düzeydeki birim kendi içinde dinamik bir bütündür; fakat üstündeki ve altındaki birimlerle bağlantısı düşünülmeden varlığı da düşünülemez. Üstdizgeler alt dizgelerin basit bir toplamı değildir. Örneğin bir organ, hücrelerin ve dokuların toplamından farklı bütünlük ve düzen gösteren bir dizgedir.

    Şekil’de görüldüğü gibi kişi, organizmal hiyeraşinin en üst, toplumsal hiyerarşinin ise en alt birimidir. Fakat en alttan yukarı doğru her düzeydeki dizge de kendine göre bir bütünlük ve kimlik gösterir. Bu süreklilik işinde, her birim hem bir bütün (yani dizge) hem parçadır. Böylece alt ve üst dinamik etkileşimli bir denge, düzen ve süreklilik içindedir. Hiç bir şey yalnız ve kendi başına değildir. Ne yalnız başına hücre, ne yalnız başına kişi daha altlarındaki ve üstlerindeki dizgelerle etkileşim içinde olmadan, tam bir bütünlük kazanamazlar."2

    Şekil:
    Doğal Dizgelerin Hiyerarşisi

    CANLILAR EVRENİ (BİYOSFER)
    TOPLUM-ULUS
    KÜLTÜR-ALTKÜLTÜR
    TOPLULUK
    AİLE
    İKİ KİŞİ
    KİŞİ (DENEYİM+DAVRANIŞ)
    SİNİR DİZGELERİ
    ORGAN/ORGAN DİZGELERİ
    DOKULAR
    HÜCRELER
    ORGANELLER
    MOLEKÜLLER
    ATOMLAR
    SUBATOMİK PARÇAÇIKLAR

    Bu hiyerarşik tablo aynı zamanda eğitim faaliyetinin cereyan edeceği sahanın da haritasıdır. Bu saha her bölgeden diğerine işleyen yollar sonuçta kişi bölgesinden değerlendirilmiş ruh aynasında ifadesini bulacaktır. Bu harita üzerinde yol alan kişi Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi’nde temsilî hikayede yer alan zabite benzer: "Herkese ve her teçhizâta bakamayız; fakat nümüne için şu zâbitin cüzdan ve defterlerine bakacağız. Bu cüzdanda zabitin rütbesi, maaşı, vazifesi, matlubatı, düstur-u hârekâtı vardır." "Bak şu defterlerde, aletler teçhizâtının sûret-i istimâli ve mesûliyetler vardır."3

    Günümüz metodları ile bu cüzdan ve defterlere bakıldığında davranışın pskodinamik temellerini oluşturan " (a) Bilinç, bi-linçöncesi, bilinçdışı. (b) Altbenlik, benlit, üstbenlik. (c) Güdüleme (motivasyon). (d) Çatışma engellenme. (e) Bunaltı. (f) Benliğin savunma düzenekleri. (g) Kişi-lik gelişimi."4 gibi kavramlar karşımıza çıkar. Diğer bir deyişle "insanın kalb cüzdanındaki letaif ve akıl defterindeki havâs ve istidadındaki cihazât"5 şekilde belirtilen bütün hiyerarşik düzeylerde olan ilişki bir anlamda kainatla, diğer varlıklarla ve insanlarla iletişimdir. "Aşağıda ele alınan temel iletişim varsayımları Amerikalı Paul Jackson’ın (1767) Progmatics of Homan Communication adlı kitabında ileri sürülmüştür. O zamandan bu yana, insan etkileşiminin dinamiğini açıklamada bu varsayımlar sık sık kullanılmıştır.

    Watalawick, Beavin ve Jackson beş temel varsayım önermiştir. Bu beş temel varsayım şunlardır. 1- İletişim kuramamak olanaksızdır. 2- İletişimin ilişki ve içerik düzeyleri vardır. 3- Mesaj alışverişinde dizisel yapının kendi başına bir anlamı vardır. 4- Mesajlar sözlü ve sözsüz olarak iki tiptir. 5- İletişim kuran kişiler ya eşit ya da eşit olmayan ilişkiler içindir.6

    Yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçeve içerisinde insan ve diğer hiyerarşik düzeyler ve insan-insan arası iletişim; eğitim işlevini gündeme getirmekte ve bunun sonucunda da değer yargıları, kavramlar, inanışlar ortaya çıkmaktadır. Bu noktada en temel iki kavram; akıl ve kalp belirginleşir. Kognitif fonksiyonlar olarak adlandırabileceğimiz "bilinç, dikkat, uyaranların algılanması, tanınması ve tanımlanabilmesi (algılama), anımsanması (bellek), zaman ve yer içine oturtulması (yönelim), neden-sonuç bağlantılarının kurulması ve durumun değerlendirilmesi, (yargılama), gerçeği değerlendirme (reality-testing) ve düşünme yetileri"7 aklın ifadesi ya da "zabit" misalindeki defterlerin günümüz ölçüleri ile tanımıdır.

    Diğer yandan "dıştan ve içten gelen uyarılara tepki verebilme yetisi"7 şeklinde tarif ettiğimiz duygulanım, (affect) daha ön planda kalp olarak adlandırdığımız henüz yeri ve özellikleri tam keşfedilememiş kavramın bir özelliğidir. "Dıştan gelen uyarıları, yani çevrede olup bitenleri ve içten gelen uyarıları (anılar, istekler, ha-yaller) algılayıp değerlendirirken hoşlanma, sevinme, üzülme, öfkelenme, korkma, tiksinme, suçlama gibi duygular"7 insanın farklı ve zengin bir boyutunu oluşturur. Pek çok sanat eseri insanlık aleminin gurur kaynağı olurken onun dugusal boyutunun derinlikleri konusunda da ipuçları vermektedir.

    Elinde akıl defterleri ve kalp cüzdanında "rütbesi, maaşı, vazifesi, matlübâtı, düstur-u harekâtı" ile insan, eğitim açısından oldukça karmaşık ancak sonucunda hedeflenen noktaya en layık konumdadır.

    Bu karmaşık ilişkiler yumağı ve gelişim safhaları içerisinde bilgi alış verişini çok netleşmiş prensipler üzerine oturtmak da pek mümkün değildir. Yani çok net mate-matik kuralları benzeri kuralları olan bir eğitim modeli oluşturabilmek, gerek bu işlevin malzemesi olan insanın özellikleri, gerekse bir işlevin gerçekleştiği ortamın özellikleri nedeniyle çok mümkün değildir. Böyle bir ortamda sevgi, üzüntü, şefkat, korku gibi duygusal planda özelliklerini içinde bulunduran kalp cüzdanında iyiye yönlendiren ve hakemlik görevi üstlenmiş olan vicdan adlı cihazı taşımakta ve bu cihazın yolunun aydınlanması pek çok faktörün sonucunda gerçekleşmektedir. "İnsan, algıladığı (idrak ettiği) bu uyarıcılara karşı en etkin tanıtımda bulunmak kendince duruma en uygun uyumu sağlamak için imkânları içinde olan birçok seçenekler arasından seçmeler yapmak, kararlar vermek ve bunlara dayalı olarak en uygun davranımı yapmak durumundadır. Gerek algıların alınmasında, gerek seçmelerin yapılması ve kararların verilmesinde, insan, mevcut durumdaki öğelerin değerlendirilmesi sonuçlarına olduğu kadar, geçmiş yaşantılardan hasıl olmuş birikimlerin organizmada oluşturduğu davranış biçimlerine, eğilimlerine ve alışkanlıklarına da dayanmaktadır. Yani insan, seçmeleri yapıp, kararlarını vererek durum içinde kendi mevcudiyetini hissettiren etkin bir varlıktır."8

    İşte bu çizilen tablo içerisinde insan eğer doğru olarak şu an geçerliliğini kabul edersek Big Bang gibi bir patlama sonucu karma karışık ama son derece kontrollü milyonlarca olayın ardından fert şu an bulunduğu zaman ve mekânı algılama ko-numuna başta bahsettiğimiz gelişim safhalarından geçerek gelmiştir. Bu kainatın inşa yönü ile görünen şekli. Diğer taraftan ibda gerçeği ile zamanın tasavvurundan aciz olduğumuz en küçük dilimlerinde yeniden yaratılış gerçeği, yokluk ve varlık arası sürekli gidiş gelişler yaşanmaktadır. Muhatap olduğu her olay en küçüğünden en büyüğüne Rabbi’nden ona bir hitap ve kainat kitabının ona yönelik bir ayeti ve dünya yolculuğundaki eğitiminin bir parçasıdır. Bu eğitim kırlarda bir çiçek, annenin yüzünde tebessüm şeklinde ifadesini bulan şefkat, öğretmenin anlattıkları, üniversite anfisinde yapılan bir ders, televizyonlardan milyonlara ulaşan bir proğram şeklinde olabilir. Bunların hepsinde kalp ve ruhun şekillenmesi amacına hizmetle Âlim-i Mutlak’ın ilminden Nûr-u Ezeli’nin aydınlığından insana ulaşan kırıntıcıklar ve bir rubûbiyet yani terbiye edicilik ve diğer ifadesi ile eğitim vardır.

    İnsan kevnî ve kelami, yani kainat ve Kur’an lisanıyla bu eğitime muhatap olurken kalp cüzdanı ve akıl defterini uyumlu kullanmak durumundadır. İsimlerin varlıklar şeklinde insana ulaştığı şehadet alemindeki manzara yazının başında ortaya koymaya çalıştığımız şekli aldıktan sonra insan tersine bir yolculukla kevnden yani varlıktan Esmâ’ya ulaşma konumundadır. Bu noktada akıl defteri varlıktaki işleyiş ve bu işleyişin nizamını anlayacak teçhizatla donatılmıştır. Bu donanımı ile insanlık bi-rimlerini de birbirine aktararak fünûn-u medeniye yani günümüzdeki ifadesi ile bilim ile yolunu aydınlatmaktadır. Binlerce üniversite, milyonlarca okul, sayısız bilim adamı, araştırma merkezi gibi unsurlar bu anlamda ferdin akıl yolunu aydınlatmakta, ve asırların birikimi ile ortaya konan pren-sipler Esmâ-varlık ekseninin sadece varlık boyutu ile çoğu kez sınırlı kalmaktadır. Ancak varlıktan isimlere ulaşmanın yolu da yine bilimin ortaya koyduğu prensipleri isimlere giden yolda kullanmakla mümkün olur. Diğer taraftan insanın öylesi duyguları, lâtifeleri vardır ki bu özellikler akıl dediğimiz melekesinden kaynaklanmaz. Söz gelimi, insan akıl ile sevmez. Bu yüzden de "niçin seviyorsun?" sorusuna mantıklı cevap vermek mümkün olmaz. Sevmek kalp cüzdanında bulunan latifelerin bir fonksiyonudur ve Mahbub-u Hakiki’ye yönelik olarak verilmiştir. Yani yaratılışının kaynağı olan sevgiye dönmek üzere cemâli görüp o sevginin doruğuna ulaşmak üzere yaratılmıştır, insan. Bu yolda ne tek başına kalp cüzdanı, ne de akıl defteri yeterli olabilir. Yolu net görebilmek her ikisinin ışığından istifade ile ancak mümkün olur. Bu noktada zaten uyumlu olan her iki ışığın iç alemimize bu uyumluluk içinde yansıması önemlidir. Bu uyumluluk olmadığında ya felsefenin varlıkla sınırlı ve onun gerisine geçemeyen bakış açısı ya da varlıktan habersiz ayrı bir alemde yaşamanın doğurduğu taassup ortaya çıkacaktır. Belirli ka-lıplardan sıyrılmış ve özgürce olaylara bakabilmek ûlum-u diniye ve fûnûn-u medeniyenin uyumu ile, yani aklın nuru ve vicdanın ziyasının birlikte aydınlatması ile mümkün olur. "Spinoza’ya göre insanın görevi, ahlâksal amacı, gerekirciliği azaltmak, daha çok özgürlüğe ulaşabilmekti. İnsan bunu kendinin farkında olarak, onu kör ve tutsak eden tutkularını kendisini gerçek çıkarları doğrultusunda davranmaya götüren eylemlere "etkin sonuçlara" dönüştürerek başarabilirdi. "Tutku olan bir duygu belirgin ve açık bir biçimde algılanır algılanmaz tutku olmaktan çıkar."9 Spinoza’ya göre özgürlük bize verilmiş bir şey değil, belli sınırlamalar içinde sezgi ve çabayla elde edebileceğimiz bir şeydir. Yürekliysek ve farkında olabiliyorsak seçme seçeneği elimizdedir. Özgürlüğü ele geçirmek güç bir iştir; çoğumuzun başarı-sızlığa uğraması bundandır. Spinoza Ethic’in sonunda şunları yazmıştır:

    "Zihnin duygular ve kafa özgürlüğü üzerindeki etkisiyle ilgili olarak söylemek istediklerimi böylece tamamladım. Buradan bilge kişinin yalnızca duyguları ile sürüklenen bilgisiz kişiye göre ne denli güçlü, onu nasıl geride bıraktığı açıkca görülüyor. Çünkü bilgisiz kişi kendi ruhunu gerçekten eline almaksızın dış nedenlerin elinde, çeşitli yönlerde sürüklenmekle kalmaz; üstelik sanki kendisinin, Tanrı’nın ve nesnelerin farkında olmadan yaşar; acı çekmez duruma geldiği (Spinoza’nın deyişiyle edilgen olduğu) zaman da varolmaktan çıkar.

    Oysa bilge kişi böyle kabul edildiği sürece, ruhunda hiçbir huzursuzluk duymaz; tersine kendisinin, Tanrı’nın ve nesnelerin belli bir sonsuz gereklilik duygusuyla farkında olduğundan hiçbir zaman varolmaktan çıkmaz; tersine her zaman ruhunu gerçekten tanır.

    İnsanı bu sanuca götürdüğünü belirttiğim yol son derece güç görünse de bulunması olanaksız bir yol değildir. Bu yolu bulmak güç olsa gerektir; çünkü yolu bulanlar çok azdır. Kurtuluş hemen şuracıkta hazır ve hiç zahmetsiz erişebilecek bir şey olsaydı, insanların neredeyse tümünün ona erişememesi nasıl açıklanabilirdi? Ama eksiksiz olan şey az bulunduğu ölçüde güçtür de."10

    Eğitimin hedefi olan bu ideal insan ti-pine ulaşım, yukarıda anlatmaya çalıştığımız iç alemi akıl ve kalp bütünlüğü ile ahenk içinde şekillenmiş sevmeyi ve düşünmeyi iyi beceren ve kendini, yaşadığı alemi anlama noktasında, akıl defterindeki bilgilerini kalp cüzdanındaki duygularını ve tüm teçhizatını yerli yerinde kullanan bir insan tipi ruhen ve bedenen, dünya ve ahiret açısından sağlıklı bir insan tipi olacaktır. Toplumlar ise, fikren vicdanen ve irfanı ile hür fertlerin teşkil etmesi ile ancak refah ve mutluluğu bulabilir. Aklın nuru ile jeolojik incelemeler yapıp fay hatlarını ortaya çıkaran, ardından vicdanın ziyası ile sonsuz uzay boşluğunda bir nokta misali dünyayı sûratle çeviren ve herşeye bizzat dahli ve her olayda ilmi bulunan Kudret-i Mutlaka’nın emri dışında bir sinek kanadının bile oynamayacağını gören insan tipi kainatla, varlıklarla barışık sağlıklı bir fert olacaktır. Anne ve babası sürekli köpek gördüğünde kaçacak delik arayan ve böyle bir ortamda yetişen çocuğun köpeklere dost olması mümkün olmadığı gibi; sürekli yeryüzünün sallanıp bütün malını, belki de canını alacak bir düşman olarak algılandığı bir ortamda yetişen çocuğun yeryüzü ile, kendi ile barışık yetişebilmesi çok güç olacaktır. Sonsuz bir boşlukta dayanaksız kalmanın acziyeti ve belirsizliği içerisinde pek çok ruhsal problemle yüzyüze kalcaktır.

    Bu naktoda, eğitimden sorumlu olan çevre, aile anne ve baba önemli roller oynarlar.

    Uzun gelişme ve büyüme sürecinde dışarıdan verilecek bakıma, korumaya bağımlı insan yavrusu, kendisine bakım ve korumayı sağlayan kişilere bağlanır. Böylece bağlanma (attachment) ve bağlanılan nesneden ayrılma (seperation) ontogenetik gelişme sürecinde davranışsal açıdan en önemli ve kaçınılmaz iki temel yaşantı olur.11

    Uzun süren bağımlılık ve bağlanma ailenin ve toplumsal yaşamın biyolojik temelini oluşturur.

    Aile ve toplumsal çevre, yüksek gelişme gizilgücü olan insan beyni için gerekli uyaranları (stimulus, nutriment) ve öğrenme olanaklarını sağlar. Uyaran besileri ve öğrenme olanakları yaşamına ilk yıllarında beynin gelişmesini ve sonraki yıllarda da beynin gizilgüçlerinin kullanılmasını etki-ler, biçimlendirir. Böylece bir etkileşim kuşkusuz insanın çok karmaşık ve geniş davranış repertuarının ve uyum güçlerinin gelişmesi demektir.

    Genetik yapıdaki bozukluklar yada eksiklikler bazen olumlu çevre koşullarında bile kendilerini biyolojik yada davranışsal gelişmede belli edebilirler. Fakat ileride ruhsal bozukluklar açıklanırken de görülebileceği gibi genetik yatkınlık olumsuz çevre koşulları bile bazen silik kalabilir. Kişinin genetik açıdan başka güçlü yönleri onun sağlıklı uyum yapmasını destekleyebilir.

    Bunun gibi çevrenin, yani ailenin ve toplumun sağladığı ulumsuz koşullar, yaşamın ilk yıllarından başlayarak uzun yıllar sürerse, doğuştan genetik bir yatkınlık olması bile biyolojik bir yatkınlıktan çok farklı olmayacak biçimde insan yapısını öylesine etkileyebilir ki bunun içkökenli (endojen) ya da dışkökenli (eksojen) olup olmadığını incelemek belki olanak dışı, belki de anlamsız kalır.

    İnsan doğuşta, çevresine ileri derecede bağımlı, içgüdüsel yapısı ile çevreden göreceli bir özerklik ve çevreyi kendine göre değiştirebilme güçlerini kazanır. Yetişkin insan bir dereceye kadar kendi doğal çevresine ve doğal yapısına bağımlı, bir dereceye kadar da onlardan bağımsız ve onları et-kileyebilen özerk bir benlik (autonomous ego) kazanır.12, 13, 14 Bu özerk benlik sayesinde insan yetişkin yaşamda, bir dereceye kadar hem kendisini, hem çevresini değiştirebilme seçeneğini elde eder."15

    Eğitim modelini belirlerken yukarıdaki faktörler de dikkate alındığında daha ana rahminde iken annenin beslenmesi ve tavırlarının ve beslenmeden alındığı bir anlayışın hakim olması gerekir. Halkımızın "haram lokma yedirmeme" hassasiyeti, çocuğunu emzirirken annenin abdestli olma gayreti bu bağlamda büyük önem kazanmaktadır. Bu anlayışla yetişen kalp ve aklın görevlerini yerli yerinde ifa ettiği bir gencin dimağı ve hisleri bir canlının kanını akıtmaktan zevk alacak bir canavarlık noktasına gelmeyecek, satanist değil; çevresi, kendisi ve ailesi ile barışık insan modeli bu anlayışla mümkün olacaktır. Pireye baktığı zaman Hayy, Rezzak, Musavvir, Midebbir gibi isimleri gören bir fert ona nasıl zarar verebilir? Onun işleyişinde ki mükemmelliği bilerek nasıl tahrip edebilir. Doğan Cüceoğlu Yeniden İnsan İnsana kitabına bir şiirle başlamış. Biz de o şiirin hedeflediği insan tipinin kalbi ve aklı ahenk içerisinde çalışan insan tipi olduğunu ifade sadedinde o şiiri aynen aktararak fatiha ile bu hakikatlerin fethini niyaz edelim:

    "Yola çıkınca her sabah
    Bulutlara selam ver.
    Toplara, kuşlara,
    Atlara, otlara,
    İnsanlara selam ver.
    Ne görürsen selam ver.
    Sonra çıkarıp cebinden aynayı,
    Bir selamda kendine ver.
    Hatırın kalmasın el gün yanında,
    Bu dünyada sen da varsın!
    Ûleştir dostluğunu varlığı
    Bir kısmı seni de sarsın"
    (Üstün Gökmen)

    Dipnotlar

    1. Vaughan and Mc Kay, Nelson eksbook of Pediotrics, W.B. Sounders Company, Philedelphia, London, Toranto, s. 13-17.

    2. Öztürk M. Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara 1997, s. 12-13.

    3. Nursî Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 59.

    4. Öztürk M. Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara 1997, s. 31

    5. Nursî Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 84.

    6. Cüceoğlu Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, Kasım 1996, s. 19.

    7. Öztürk M. Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara 1997, s. 124.

    8. Tan Hasan, Psikolojik Yardım İlişkileri; Danışma ve Psikoterapi, M.E.B. Yayınları ÖĞretmen Kitapları Dizisi, İstanbul 1989, s. 1.

    9. Spinoza, Ethic, V, Prop. III. a.y.

    10. Fromm, Erich, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Payel Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 146-147.

    11. Bowlby, J. Attachment and Loss. New York: Basic Bosks

    12. Engel, G, Psycholigical Dewlopment in Heulth and Diseyse, Philadelphia, Saunders, 1962

    13. Hartman, H, Ego Psychology and Problem of Adaptation, New York, Intermtional Universities Press.

    14. Rapaport, D., The Theory of Ego Autonmy: a Genenslization Collected Papers of David Rapoport (ed. M. Gill) New York: Basic Books, 1764.

    15. ÖZTÜRK M. Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara 1997, s. 19.