Köprü Anasayfa

Ahlâk

"Yaz 2001" 75. Sayı

  • İslam Kelamında Ahlak

    Doç. Dr. Hüdaverdi Adam

    Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kelam Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

    Giriş

    Arapça bir kelime olan Ahlak, “Huy”manasında “hulk”kelimesinin çoğuludur. Hulk ise din, tabiat ve seciyemanalarına gelir ve nefis anlamını da ifade eder.1 Ahlakın pek çok tarifiyapılmıştır. Bunlar arasından İmam Gazali (v. 505/1111), Seyyid Şerif Cürcani(v. 816/1413), Katip Çelebi (v. 1069/1658) ve Kınalızade Ali Efendi(980/1572) gibi ulemanın benimsediği “Ahlak:Nefiste iyice yerleşen bir melekedir ki, fiil ve davranışlar fikri birzorlamaya ihtiyaç duymadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ortaya çıkar”2şeklindeki tariftir.

    Tarifden anlaşıldığına göre ahlak, nefiste iyice yerleşen şekil anlamındabir melekedir.3 Onun nefiste iyice yerleşen bir meleke olmasıyla, katibin yazdığınıharf harf düşünmeden yazdığı gibi, kendiliğinden meydana gelmesi4 yaniinsan tabiatına iyice yerleşmiş bulunması kastedilir. Pratik ve teorikyanlarını dikkate alarak Ahlak’ı Mantık gibi birilim olarak kabul eden klasik ahlak yazarları, onun tamamıyla nazari veyaameli olmadığını, ikisinin birleşmesinden meydana geldiğini kabul ederler.5

    Genel felsefenin meşgul olduğu üç ana konudan biri olan ahlak (diğerleribilgi ve varlıktır) filozofları da meşgul etmiştir. Felsefeciler ahlakınkaynağı yanında iyi ve kötünün tayin ve tespitini de araştırmışlardır.Ahlakın kaynağı ile iyi ve kötünün ölçüsü felsefecilerden bazısına göredeneylerimiz, bazısına göre aklımız, bazısına göre aklımızla birliktedeneylerimizdir.6

    Kur’an, ahlaka dair bir çoknazari prensipler ve ameli kurallar getirmiştir. İnsanı en güzel birtabiatta yaratarak7 ona kendinden ruh üfleyen8 Yüce Yaratıcı güzel ahlakıtamamlamak üzere bir peygamber göndermiş.9 O da Kur’an-ıKerim’i ahlakınınesası yapmış,10 ümmetin en hayırlısının ahlakı en güzel olan olduğunu11haber vermiştir.

    Zaman ve mekan kaydı olmaksızın insanın bütün hayatını kuşatan İslamahlakı, merkezine insanı yerleştirerek çevresindeki her şeyi kapsamına alır.Bu genişliği ifade buyururken Hz. Peygamber, mü’minindurumunun hayret edilecek bir şey olduğunu, yaptığı her şeyin onun hayrınaolduğunu bildirir. Çünkü o, bir şeye sevinirse şükreder, bu onun hayrınaolur. Felakete uğrarsa bu da onun için hayır olur. Ve bu meziyet sadece mü’minehastır.12

    İslam ahlakının kaynağını Kur’anve sünnet oluşturur. Bunu ifade sadedinde kendisine Hz.Peygamberin ahlakısorulduğunda Hz. Aişe onun ahlakının “Kur’an Ahlakı”olduğunu belirtmiştir.13 Kur’an-ıKerim’de ahlak kelimesi yer almaz;ancak, biri âdet ve gelenek14 diğeri ise, ahlak anlamında15iki yerde ahlakın tekili olan “hulk”kelimesi geçer. İnsanı en güzel bir surette yaratan16ve ona kendi ruhundan üfleyen Allah,17 ona iyilik ve kötülüğün kaynaklarıolacak kabiliyetleri birlikte vermiş ve nefsini temiz tutanların kurtuluşaereceklerini ancak onu kirletenlerin zarar edeceklerini haber vermiştir.18 İnsanınahlaki mahiyetini dengeli bir şekilde ele alan Kur’an-ıKerim, onun hüküm ve tercihlerine de aynı şekilde yaklaşmıştır. Buna görehakkında nas bulunan konularda kişiler dini anlamda sorumludurlar. Zira Allahve Rasulü bir şeye hükmederse mü’minlereseçme hakkı kalmaz.19 Fakat Allah’ınhükümlerine aykırı olmamak kaydıyla anaya-babaya ve devlete itaat edilmeside gerekir.20 Helalin de haramın da belli olduğunu, bunların arasında şüphelilerinbulunduğunu, şüphelilerden sakınan kişinin dinini ve şerefini koruyacağınıhaber veren Hz. Peygamber,21 helalleri haram, haramları ise helal saymanınanlaşmanın geçersiz olduğunu bildirmiştir22 ki, bunların arasında ahlakihükümlerde vardır.

    Faziletlerin ve kötülüklerin fert ve toplum hayatındaki fayda ve zararlarınadikkatimizi çeken Kur’an-ıKerim, kötülüklerden sakındırıp iyiliklere yönlendirmiştir. Şükrünnimetleri artıracağını haber vererek şükre teşvik eden Allah Teala,23 şeytanve kumarın toplum huzurunu zedeleyeceğini, düşmanlık ve nefreti yayacağınıbildirerek ondan men eder.24 Kötü arzuların esiri olan insanın heva’sınıilah edinmiş olacağını bildiren25 Yüce Yaratıcı insanın, şeytanıntelkinlerine açık olduğuna dikkat çekerek26 yanlış yolda giden atalarıtaklitten sakındırmış,27 sonuçta yer yüzüne salih kullarını hakim kılacağımüjdesini vermiştir.28 Güzel ahlak, Hz. Peygamber’in“Ben ancak en güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”29şeklindeki hadis-i şerifinde de belirttiği gibi İslam dininin temelhedefidir. “Onlar, o mü’minlerdir ki, kendilerine yer yüzünde iktidarverdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar,bilakis) namaz kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve kötülüktenvazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah’adönecektir.”30 mealindeki ayet-i kerime de bunu teyid etmektedir. Diğerbir ayette de ise aynı anlamı ifadeyle Allah Teala “Yüzlerinizidoğu veya batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir.Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki; Allah’a,ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inandı,Allah rızası için yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara,dilencilere ve esaret altındaki kölelere mal verdi, namazı kıldı, zekatıverdi. Antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenler, sıkıntı,hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte onlar doğru yolda olanlarve Allah’ınazabından korunanlardır.”31buyurur.

    Güzel ahlakın önemini anlatan bir hadis-i şeriflerindeise Hz. Peygamber, “Kıyametgününde mü’minin terazisinde hiçbirşey güzel ahlaktan daha ağır değildir. Muhakkak ki Allah, kaba ve ağzıbozuk kişiyi asla sevmez.”32 buyurur. Güzel ahlak, İslam’dakiibadetlerin meyvesidir. Mü’min güzel ahlaklı olmazsayaptığı ibadetler, hiçbir kıymeti ve faydası olmayan hareket ve ayinlerdenibaret kalırlar. Bunu ifade için Allah Teala namazın faydalarını öğretirken“Namazı da kıl.Çünkü namaz, insanı kötü ve iğrenç şeylerden alıkoyar.”33buyurur. Hz. Peygamber de bu konuda “Kimin namazı, onukötü ve iğrenç şeylerden alıkoymazsa, onun Allah’tanuzaklaşması artar.”34 Buyururken aynı gayeye yönelikolarak oruç hakkında ise “Sizdenbiriniz oruçlu bulunduğu gün, kötü söylemesin vekimse ile çekişmesin. Şayet birisi kendisine söver veya çatarsa, ben oruçluyumdesin.”35 tavsiyesinde bulunur. Hacchakkında ise “Birkimse hacceder ve hac esnasında kadına yaklaşmaz, kötüsözler söylemez ve büyük günahlardan çekinir, küçük günahları işlemekteısrar etmezse o kimse, günahlarından arınarak annesinden doğduğu günkügibi hacdan döner.” müjdesiniverir.

    Ahlaka Olan İhtiyaç, Faydası ve Önemi

    Güzel ahlak olmaksızın kıyamet ve dünya işlerinden hiç biri düzenegiremez ve hayatta huzur sağlanamaz. Bu sebeple ahlakı düzeltip güzeltemeller üzerine oturtmadan, fazla amelin bir yarar sağlayacağı düşünülmemelidir.Kötü huy, ameli, sirkenin balı bozduğu gibi bozup yok eder. Kötü ahlaksahibinin çevresiyle olan ilişkilerinden mutluluk duyup, huzura kavuşacağıda zannedilmemelidir. Dünya ve ahiret işleri güzel ahlak olmaksızın bir düzenegiremeyeceği için Allah Teala peygamber göndermiştir. Resulullah, “Benyüce ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”buyurarak bi’setin asıl hedefinin yüce ahlakıtamamlamak olduğunu belirtmiştir. Buna göre, kişinin ahlakını güzelleştirmesi,büyük önem arz etmektedir. Güzel ahlak, her hayrın anahtarı ve her güzelliğinkaynağıdır.

    Allah Teâla hikmeti gereği, kullarını imtihana tabi tutmuş, onlardanistediği büyük şeyleri küçük gibi görünen amellerde gizlemiştir.Bunları küçük sayıp da, gevşeklik gösterenler kendilerinden istenilenhedefe ulaşamazlar. Fakat bu küçük vasıtalara sarılanlar amaca ulaşırlarve saadeti yakalarlar. “Rızkınazını azımsayan, çoğundan da mahrum kalır.”Bütün belalar ve musibetler küçüğü küçümsemek veazı azımsamakla başlar. Bu nedenle günahların küçüğünden korkulmalı,küçümsenen günahın bir gün büyüyeceği ve helake sebep olacağı, belkiAllah’ın gazabınınonda olacağı düşünülmeli, her günahta küfre giden bir yol olduğuunutulmamalıdır. Hiçbir itaat de küçümsenmemeli, belki Allah’ınrızasının onda olduğu akla getirilmelidir. Allah Teâla’nınbir hadis-i kudside: “Bana bir karışyaklaşana, ben bir adım yaklaşırım.”diye buyurması da bu manayı teyid etmektedir. Kısacası,insanlardan istenilen, yüce ilahi ahlakla süslenmektir. Bunun için Hz.Peygamber “Allah’ınahlakıyla ahlaklanın.” diyeemreder.

    İnsan, ebedi ve sonsuz olan ahireti kazanmak için buradadır. Allah Teala,dünyayı ahiret için bir tarla kılmış ve bu dünyada yapılan iyi amellerekarşılık olarak, ahiret mükafatını hazırlamıştır. Kullar bu saadetiancak amelleri ile elde ederler. Aslında insan, bu kısa ömrünün tamamınıAllah’a ibadet ve itaatla geçirsebile yine de ahiretteki ilahi mükafatın karşısında çokeksik kalır, ona verilenler amelleri ile mukayese bile edilemez. Bundan dolayıAllah Teala, kendi ilahi merhameti gereği, bağış kapılarını açıp ebedimükafata ulaşmayı, insanlara mümkün mertebe kolaylaştırmıştır.

    Allah Teala’nıninsanlara olan lütuflarından biri de, onların ömür ve yaşantılarınınsona ermesiyle amel defterlerinin kapanmamasıdır. Bu yönü ile insanlarınameli, dünyanın ömrüne eşittir; yani yeryüzünde tek bir amel eden kişivar oldukça, insanın ameli devam edebilir. Zira Allah Teala, halkı hayra vedoğruya götürecek bir sünnet (adet, gelenek, kanun, kuruluş vs.) koyankimseye o sünneti koymasının sevabının yanı sıra, kıyamete kadar onunlaamel edenlerin sevabı miktarınca sevap vereceğini vaat etmiştir. Nitekim,halkı yanlış ve sapıklığa götüren bir gidişat koyan kimseye de, bu işiningünahına ilaveten, kıyamete kadar onunla amel edenlerin günahı miktarıncada günah yazılacağını bildirmiştir.

    Aynı şekilde, çocukların var olmasında etkili nedenlerden oldukları için,anne ve babayı çocuklarının yaptıkları hayırlı amellere de ortak etmiştir.Bu da kıyamete kadar devam edecek olan bir zincirdir. Yine amellere karşılıksevap verdiği gibi, bu ameller nedeniyle de bazı melekler yaratır ki, kıyametekadar Allah’a ibadet ederler vebunların ibadetlerinin sevabı, o amelin sahibine yazılır.Ayrıca, insanlara olan büyük lütfun nişanesi olarak, bir gecenin ibadetini,bin ayın ibadetine denk saymış ve hatta; ondan daha üstün olduğunubildirmiştir. Aynı şekilde; bir saat tefekkür etmek, altmış sene ibadetetmekten daha üstün tutulmuştur.

    Onlara, dünyanın sonuna kadar ibadet etme imkanını vermesi Allah Teala’nın,Mü’min kullarınaolan lütuf ve sevgisini gösterir. Allah Teala, mü’minlerinkıyamete kadar yaşasalardı ibadete devam edecekleriniyetlerine karşılık olarak, cennette ebedi kalmayı onlara bağışlamıştır.Zira mü’minler dünyada ebedikalacak olsalardı, ebedi olarak Allah’aibadet ve itaat edeceklerdi. Böylece, kafirlerin niyetlerine karşılık olarakda, onların ebedi olarak azapta kalmalarına karar vermiştir. Çünkü,kafirler dünyada ebedi kalacak olsalardı, Allah’a karşı isyana daimiolarak devam edeceklerdi. Bu nedenle amellerimizin öldükten sonra da devamedeceğini, biz onu zahirde kesilmiş olarak görsek de gerçekte onun kesilmediğinibilmemiz ve “Ölümüyle günahları da ölen (kesilen)kimse ne mutludur.” dememiz gerekir.

    Bu nedenle eğer bir kimsenin herhangi bir yanlışhareketi olur, fakat ölümden sonra ona uyulmaz ve onunla amel edilmezse buonun saadetindendir. Ama ona uyularak bu yanlış yola devam edilirse, kıyametgününe kadar, o vesileyle yapılan günahların vebali de o şahsa ulaşacaktır.Bundan Allah’a sığınmakve ciddi bir şekilde, titizlikle günahtan kaçınmak ve Allah’aitaat etmeğe yönelmek lazım. Çünkü günah, nesildennesile olumsuz etkilerini bıraktığı gibi Allah için olan amel de, büyüyüpgelişerek insan öldükten sonra da kıyamete kadar nesilden nesile devametmektedir.

    İnsanın iki yönü vardır:

    1- Kendi nefis ve zatı, başka bir deyişle, insanın insan olma yönü ki,genellikle insan bu yönünü dikkate alır. Bu yönünle insan; zail olupgiden; değeri olmayıp hesaba katılmayan bir varlıktır.

    2- İkinci yönü ise insanın, ilahî kudret ve gücün mazharı olup, HakTeala’nınmahluku olma yönündür.

    İnsan bir hiç sayıldığı birinci yönüne bakarak gaflete dalmamalı, buhakikati görmezlikten gelerek kendi nefsini ihmal etmemelidir. Zira Rabbi onubaşı boş bırakmaz. Kur’an-ıKerim de Allah Teala bu konuda “İnsanbaşı boş olarak mı bırakıldığını sanıyor!”36buyurur. Bunun için insan Allah ile harbe girmekten sakınmalı;kendisi için ondan gayri bir sığınak ve kurtuluşun olmadığınıbilmelidir. Allah Teala da “O haldeAllah’a koşup O’na sığının, ben size açık bir korkutucuyum”37 buyurarak bunu hatırlatır.

    Her şey ne kadar büyük olursa olsun, kendisinden daha büyük olana oranlaküçüktür. Her zorluk, kendisinden daha zor ve çetin olan bir şey karşısındakolaylaşır. Ayağına diken batan birini akrep ısırırsa ayağına dikenbattığını aklından çıkarır. Dünya sıkıntılarının kendisine kolaygelmesini isteyen kişi ondan daha zor ve ağır olana bakmalı, içinde bulunduğuzorluğa, ondan daha zor olan diğer bir zorluk eklenirse ne yapabileceğini düşünmelidir.O zaman içinde bulunduğu zorluk, kendisinden daha ağır olana oranla kolaygelecek ve bunu kendisi için bir nimet olarak görecektir. İşte o zaman, “banadaha ağır bir zorluk yüklemeyen Allah’ahamd olsun, isteseydi bana daha ağır zorluk yükleyebilirdi”diyecektir.

    İnsan eğer yaptığı bir hayrı, güzel bir ameli büyük görmektenkurtulup, kendini beğenmeye yol açan sevince kapılmaktan kurtulmak isterse,amelini kendisinden üstün olanların amelleriyle karşılaştırmalı ya da şimdibulunduğun makamdan daha üst makama çıktığını farz etmelidir. O zaman,bu hayır ya da amelle sevinip övünmek bir kenara dursun, onu özür dilenmesigereken bir suç ve günah olarak görecek ve onu kendine mal etmekten çekinecektir.İnsan bu halini alışkanlık haline getirebilirse sürekli olarak Hakk’adoğru hareket eder.

    İnsan, bütün hayırların Hak Teala’nınnezdinde olduğunun bilinci içerisinde olup, ondan gayrisinden hayır talepetmemelidir. Halkla ilişkilerinde, Hak Teala’nınnezdinde olan hayrı ve onun rızasını kazanmayı amaç edinmelidir. Amacısadece halka ihsanda bulunup onlara hayır ve yarar ulaştırmak olmalıdır.Zira halk, Allah Teala’nınsofrasından geçinen bir ailedir. Hak Teala’nınnezdinde en sevimli kimse ise, O’ndangeçinen bir aileye hizmet eden kimsedir. İnsanlarla muaşerettekitemel prensip, insanlara iyilik yapmak olunca, bunun ilk aşaması onlardangelebilecek kötülüklere tahammül etmek ve kötülüğe kötülükle karşılıkvermemektir. Bu onlara yapılabilecek ilk ihsandır. Bu yapıldıktan yanionlardan gelen kötülüklere karşılık vermemeğe hazırlandıktan sonrabununla da yetinmemeli, kendisine kötülük yapana, iyilikle karşılıkvermeli, ihsan etmeli, kendilerine karşı zulüm ve haksızlıkta bulunanıaffetmeli, kendisiyle ilişkiyi kesen kimseyle, ilişki kurmalı, kendisindenesirgeyene bağışta bulunmaktır. Diğerlerinin kötülüğüne iyilikle karşılıkveren kişi Allah Teala’nın,kendisinin kötü amellerine ihsan ile karşılık vermesine layık olur. Budavranışından ötürü Hak Teala da ona böyle karşılık verir.

    Bunlar bir insandan bize bir kötülük dokunduğu takdirde yapılacak şeylerdir.Fakat biz diğerine haksızlık etmişsek, sonra da kendimizi haksızlığa uğramışolarak göstermişsek bu vebalden kurtulmak için ne yapmamız gerektiği apaçıkortadadır. Zira haksızlığa uğrayıp ta şikayette bulunmayan insan yoktur.İster kötü, isterse iyi olsun, her hasım diğerine karşı zulüm ve haksızlıkyaptığını kabul etmez. Müttaki ve salih insanlar bile, birbirleriyle münakaşaettiklerinde, diğeri tarafından haksızlığa uğradığını, halbukikendisinin diğerine iyilik yaptığını ve onun kötülüklerine tahammülettiğini iddia eder. Kendilerince hiç biri bile bile yalan konuşmamakta,yalana teşebbüs etmemektedir. Buradan kötülüğü emreden nefsin, batıla,hak elbisesi giydirerek sahibini yanıltmak için hilelere başvurduğu anlaşılmaktadır.Bunun için Allah Teala mahkemede adil hakimin kendi adaletine itimat ederekkendi lehine verdiği şahadetinin kabul edilmesine izin vermemiştir. Bunedenle insan kendisi hakkındaki düşüncesini suçlamalı ve kendi lehineolan şehadetini Allah Teala’nınkabul etmediği gibi kendisi de kabul etmemelidir. Ayrıca, ilişkinin temeli diğerlerindenyararlanma değil, onlara yardım ulaştırma esası üzerine kurulduğutakdirde, kişi halktan menfaat beklememekle kalbini rahatlatmış olur. Bu danefis zenginliğidir. Nefis zenginliği ise büyük bir zenginliktir. Aslında,insanlara ilk iyilik onları rahatsız etmemek ve onları incitecekhareketlerden kaçınmaktır. Daha sonra, onlardan gelebilecek acılara tahammületmeye hazırlanmalı, tek amaç onlara ihsanda bulunmak olmalıdır.

    Kişi kendisini buna hazırladığı takdirde, onlardan bir iyilik ulaşırsa,bu iyiliği onlardan beklemediği için daha fazla zevk alır. İnsan kendisinsunulan hediyeyi kabul ederken, onu veren kişinin onu kabul etmesini beklediğinihissederse onu kabul etmeli. Zira bu durumda onu kabul etmesi de, -her ne kadarona ihtiyacı olmasa bile- onu takdim eden için ayrı bir ihsandır. Böyle birhediyeyi geri çevirmek onun kalbini incitir. Bu da onun hakkında kötülüksayılır. Oysa biz kötülük yapmamaya karar vermiş ve buna da emredilmişizdir.Ama sunulan hediye yalnızca bir örf ve adet icabı olur ve kalben onuniadesini beklerlerse o hediye kabul edilmeli, sonra da hediye olarak tekraronlara geri iade edilmelidir. Ama daha fazla ve daha değerli bir şeyle karşılıkvermemiz bekleniyorsa, imkan dahilinde o ihsan onlardan kabul edilmeli, sonra dafazlasıyla karşılık verilmelidir.

    Halka ihsanda bulunmak çok mal harcamakla olmaz. Zira bir çok mal harcayan,iyilik ve ihsan eden kimse vardır ki, nasıl iyilik yapacaklarınıbilmediklerinden, mal harcamaları kalp kırma ve incitme sebebi olur; maksatlarıiyilik yapmak iken, sonuçta yaptıkları hakaret edici bir sadaka olur. Halbukibaşkalarının ihtiyacını gidermek için yapılan işin önemi, kendiliğindenanlaşılıncaya dek o iş küçümsenmeli; yapılacak iş imkan nisbetindegeciktirilmeden hemen yapılmalı; kendiliğinden bilininceye dek gizlenmelidir.Bunlara riayet etmeden, birisinin ihtiyacı hakkıyla giderilmiş sayılmaz, yapılaniş kusurlu olur, hatta bazen bu ihsan ile kişiler incitilmiş olur. Bunlarauyulmadığı için mal harcamanın acısını tadan insanlar birisinisevindirmek lezzetini tadamaz, yaptıkları işin semeresini göremezler. Meselabirisinin ihtiyacını gidermek vaadinde bulunan, daha sonra da onu askıda bırakıpgeciktiren birisi onun sözünde durmasını bekleyen muhtaca, ölümden daha ağırolan bekleme acısını yudumlatır, çaresizlik içinde kıvrandırır. Bir süresonra bu bekleyişler ümitsizliğe dönüşünce de beklemenin yanı sıra birde ümitsizlik acısı yaşatılır. Yüzü kızarmak, utanmak, beklemek ve ümitsizliğekapılmak gibi bir çok acıya katlandıktan sonra bu adamın ihtiyacıgiderilse bile bunun ne faydası kalır ki! Bu durumda bu işin günahının mıyoksa sevabının mı daha çok olacağı düşünülmeli. Bununla da yetinmeyenbazı insanlar “bu küçük bir şeydir”deyip de yaptıkları iyilikleri küçümseyecekleriyerde, “biz sana büyük bir iyilikyaptık” gibi sözlerleadeta karşıdakini Allah-u Teala’nın kulluğundan çıkarıp,kendilerine kul olmasını beklerler, ihsanlarının daha halis niyetle olupriyadan uzak olması için onu halktan gizleyecekleri yerde herkese duyurmak içingayret sarf ederler.

    Gazali ve Ahlak Anlayışı

    Burada Kelamcıların görüşlerine geçmeden önce kelam tarihinde mütekaddimunkelamından müteahhirun kelamına geçişi temsil eden Gazali ve ahlak görüşüüzerinde durmamızda yarar var. Zira Gazali mutasavvıf, fıkıhçı, kelamcıve hatta felsefeci kimliği ile kuşatıcı bir ahlak düşüncesine sahiptir. Oyukarıda işaret edilen temel İslam bilimlerinin tümünü içine alacak şekildekaleme aldığı meşhur eseri İhya-ı Ulumi’d-Din’de İslam ahlakı ile ilgili kapsamlı bilgiler sunar. Gazalitemel İslam bilimlerini topyekün temsil etme kapasitesinde bir düşünürolarak kendisine kadar kısmen ayrı çizgilerde devam eden felsefi, tasavvufive geleneksel ahlak anlayışlarını bir araya getirmiştir. O, bu konuya teşebbüsedenlerin içinde en başarılı olmuş biridir.38 Kur’anve sünneti ana kaynak olarak gören Gazali, konu ile ilgili ayet ve hadisleri sıraladıktansonra değişik alimlerden nakiller yapar. Nakillerinde Ehl-i sünnet çizgisindenayrılmamaya özen gösteren Gazali, Eflatun ve Aristo ile birlikte YeniEflatunculuk ile Eklektik İslam Felsefesinden yararlanmayı ihmal etmez. Ancakbu yararlanma da yine şer’i ölçülerile sınırlıdır.39

    Gazali’nin ahlak anlayışınıntemelini insanın kendisini tanıması meselesi oluşturur. Allah Teala gerek dışdünya, gerekse kendi varlıklarımızda delillerini bize göstermiştir.40Bunun için insanın Rabbini tanıması kendisini tanımasından geçmektedir.İnsanın kendini tanıması ise bedeninin ötesinde ruhunu ve ruhunun ahlaki veaşkın niteliklerini tanıması demektir. Zira o ruhi yönüyle adi tabiatınüstünde yüksek bir değerdir.41 Zaten Allah da Kur’anda insanın bu aşkın yönüne dikkat çeker.42

    Gazali insanın ruhi ve manevi yönünü anlatan ruh, kalp, nefis ve akılkavramlarının aynı anlama geldiği kanaatindedir.43 Bunun için de zamanzaman kendisi ruh yerinde bu kavramları kullanır.44 Gazali insanı ele alırkenişte onun bu ruhi ve menevi cephesi üzerinde durur. Çünkü insan bu yönüile ilahi hitaba muhatap olmuş, bir takım vazifelerle mükellef kılınmıştır.Dolayısı ile onu gerçek anlamda insan yapan bu yönüdür.45 İnsan aslındavarlığını bu dünyanın ötesinde de bu yönü ile sürdürecektir.46 İnsan-Allahilişkisini “Allah Adem’i kendisuretinde yarattı”47hadis-i şerifi etrafında şekillendiren Gazali, bu konuda ifrat ve tefritegiden görüş sahiplerini ve mezhepleri tenkid ederek, bu meselede Allah ileinsan arasında teşbih ve temsilin, ittihad ve hululün imkansızlığınıanlayan ve böylece gerçeğin sırrını çözenlerin azınlıkta kaldığınıbelirtir.48 Ahlaki hayatı insanın ruh-beden bütünlüğüne bağlayan Gazali,meleklerin madde ile ilişki kuran nefsin fenalıktan uzak kalamayacaklarınıbildikleri için Allah’a “orada fesat çıkaracak vekan dökecek birisini mi yaratacaksın?”49diyerek hayretlerini ifade ettiklerini belirtir.50 İnsangerçeğini incelerken ruhun yanında bedene de yer veren Gazali, onun Allah’agiden yolda ruhun taşıyıcısı olduğunu,51 bu açıdan bedenin yararınaolan tıp gibi ilimlerinde değerli olduğunu ve kendilerinden vaz geçilemeyeceğinisöyler.52

    İrade’yi “maksada uygun bulunan şeyinbelirlenmesi”53 ve “bir şeyibenzerinden ayırt etme yeteneği”54 olarak tanımlayanGazali, irade’nin şeçme niteliğiüzerinde özellikle durur. Çünkü irade seçmeye konu olan eylemler için geçerlibir niteliktir.55 Bir fiilin gerçekten bizim fiilimiz olabilmesi için onunbizden meydana gelmesi yetmez. Onu kendi irademizle yapmış olmamız gerekir.Aynı zamanda irade’den bilinenin istenmesi anlaşılacağından irade zaruriolarak bilgiyi de içerir.56 Buradan hareketle Gazali’ye göre kulun ahlakianlamda sorumlu olacağı bir eylemin irade ve ilmedayanması, sonuçta bir hedefinin olması yani seçimli, bilinçli ve amaçlıolması gerekir.

    Cebriye’nin temelde Allah’ızulümle niteledikleri, daha doğrusu zulümle nitelenmesine imkan sağladıklarıiçin hem kendilerinin saptığını hem de başkalarını sapıttığınıbelirten Gazali, kulların kendi fiillerini kazandıkları, iktisap ettikleri düşüncesinibenimsemektedir. Ancak kuldaki kudret ve seçme hürriyetini de yaratan Allah’tır.Kul Allah tarafından yaratılan bu güç ve hürriyet ile fiillerini seçer veyapar. Sonuçta meydana gelen fiil, kulun kesbi olur.57 Yani Gazali’yegöre kul, kendisi için yaratılan bir hürlük içindezorluktadır.58 Bu durum tabii karşılanmalıdır. Zira İmam Gazali her nekadar bağımsız bir düşünür ise de çerçeve olarak Eş’arimezhebine mensuptur. Kesb konusunda ise Eş’ariler, cebr-i mutavassıtolarak adlandırılmışlardır.

    Ahlaki hayat için sadece akıl sahibi olmayı yeterli görmeyen Gazali,“şayetAllah işlerimizin neticelerini bilmememizi sağlayan akıl ile birlikte aklıngerekliliğine hükmettiği, bu sonuçların temini yönünde organlarıharekete geçiren amili yani iradeyi yaratmamış olsaydı bu durumda aklın hükmüsonuca ulaşamazdı”59 diyerek bunun, sonuçlarıkestirebilen aklın hizmetindeki bir başka irade sayesinde mümkün olduğunubelirtmektedir. Ona göre insan hareketlerinin sonuçlarını önceden bilme özelliğiyanında, Allah’ıninsan soyuna bir lütfu olan bu irade ile hayvanlardan farklı bir mahiyetkazanmıştır.60 Sadece insanda bulunan bu ameli akıl (irade), hayvaniiradeden tamamen farklıdır. Zira hayvan hareketleri reflekslerden farklıolsalar da sonuçta içgüdüseldirler. Halbuki insan hareketlerini yönlendirenameli akıl yani irade teemmüllü bir istemedir. Bu sebeple Gazali,hareketlerini sadece nefsani arzuların ve bedensel isteklerin teminine yönelteninsanların hayvanlar düzeyini aşamayacağı, sırf insana özgü hayatınpratik aklı ya da iradeyi teorik aklın emrine sokmakla gerçekleşeceği düşüncesindedir.61Böyle bir ahlaki yetkinliğe ancak sıkı bir irade eğitimi ile ulaşılabilir.Bunun da yolu ona göre riyazet ve mücahededen yani insanın kendi kendini eğitmesindenve ahlak yolunda çaba sarf etmesinden geçmektedir. İnsanın bu çabası onuniradesini de güçlendirir. Ahlaki hürriyet de bu güçten doğar. İnsanıngerçek hürlüğü buradadır.62 Dini bakımdan güzel olan ahlak, bu yollakazanılmış olur.63

    Buradan anlaşıldığına göre ahlaki hayat bir bakıma insanın kendinefsine karşı verdiği bir mücahededen ibarettir. Bu mücahedenin sürekliolması gerekir. Zira hayat daha geniş ve daha mükemmel fazilete ulaşmak içinbir mücahede alanından ibarettir.64 Ona göre fazilet ve bol sevap, arzularıngüçlü olduğu, ortamın uygun düştüğü ve engellerin ortadan kalktığıpozisyonlarda, özellikle istenmesine rağmen kötülüğün işlenmemesinde65yani mücadelenin kaybedilmemesindedir. Buna göre ahlaki hayat, beşeriduygularımızla akıl ve irademiz arasındaki savaşta yani insana yaraşmayandankurtulmak için verilen mücadelededir.66

    Büyük günahlardan kaçındığımız takdirde bu davranışımızın küçükgünahlarımıza keffaret olacağı şeklindeki ilahi beyanı67 yorumlayanGazali,68 bunun olabilmesi için insanın büyük günahı işleme imkan vekudretinin bulunması gerektiğini, aksi bir durumun rezilet değilse bilefazilet olarak değerlendirilemeyeceğini belirtir. Ona göre ahlaki alandabariz iki cephe vardır ve mücadele bu ikisi arasında cereyan eder. Bucephelerden biri yukarıda bahsedilen akıl, diğeri de aklın karşısında yeralan beşeri arzu ve tutkuların tümü yani heva’dır.İnsanlar hevalarına karşı mücadele ederek, ona galip gelerek gerçek hürriyeteulaşırlar. Bu noktada insanlar, hevasına yenilenler, akıl ve hevaları arasındamücadelelerini sürdürenler ve hevalarına galip gelenler olmak üzere üçgruba ayrılırlar.69

    Kemal’e gerçekten ulaşmanın vasıtasınınilim ve hürriyet olduğuna inanan Gazali’ye göre ilim, insanıgerçek yetkinlik demek olan Marifatullah’aulaştırırken hürriyet ise onu ihtiraslarının esaretinden ve dünyanın gamve kederlerinden kurtarır. Bu öyle bir mükemmelliktir ki, hem vehmi değilhem de ölüm ötesinde dahi varlığını sürdürebilir.70 Bu bağlamda Gazali“Allah’a kurbanlarınızın etleri ve kanları değiltakvanız ulaşır.”71 ayet-ikerimesi ile Hz.Peygamberin kalbini göstererek “takva işte buradadır”hadis-i şerifinden hareketle takva’yı kalbin ameliolarak nitelemiş ve niyeti sorumluluğun temeli olarak kabul etmiştir. Çünküaksi halde böbürlenme, riya, kıskançlık, nifak ve benzeri davranışlarınhiçbir sorumluluğu olmaması gerekirdi. Halbuki bunlar kötü niyete dayananve insanın isteyip tasarladığı durumlardır.72 Ona göre insan, beşeritabiatına karşı koyarak kötü niyetinden dönerse güçlü bir çaba ilebunu başarmış ve sorumluluktan kurtulmuş olur. Ancak böyle bir çaba vegayret ile değil de acizlik, gaflet ve utanma gibi iyi niyete dayanmayansebepler ile vazgeçerse ahlaki olarak sorumluluktan kurtulamaz.73

    Temel gerçekleri, özellikle de nasların gizli anlamlarını masum imamdanöğrenenlerin üzerinden tüm dini ve ahlaki yükümlülüklerin kalkacağınainanan ve hatta ahiret, cennet ve cehennemi tevil ederek inkar eden Batınilerle74İbahiye yolunu tutarak şeriat örtüsünü dürmek ve hükümleri ortadan kaldırmaksuretiyle haram ve helali bir tutmaya kalkışan Sufileri tenkid etmiş,75 hattasufilik perdesi arkasında dini içten içe yıkmaya çalışan bu Sufilerin Batınilerdendaha tehlikeli olduklarına dikkat çekmiştir.76 Ahlaki sorumluluğu dejenereettikleri gerekçesiyle Gazali’ninkendilerine savaş açtığı diğer bir grup Cebriye’dir. Zira Gazzali’ye göremutlak bir cebir düşüncesi sonuçta ahlaki yükümlülük ve sorumluluğuortadan kaldıracaktır. Çünkü her türlü zulmü ve haksızlığı yapaninsanlar buna bahane olarak kaderi göstereceklerdir.77 Bu da aslında Allah’ınitham edilmesi sonucunu ortaya çıkaracaktır.

    Aklın ahlaki yükümlülüklerin kaynağı olduğunu kabul eden Mu’tezilegörüşüne katılmayan Gazali,78 ahlak anlayışının formel buyruklaradayanması gerektiğini savunur. Bundan dolayı akıl bir görev bilincine sahipolsa bile bu bilince kendiliğinden değil, dışarıdan yani vahiy ile uyarılarakulaşır.79 Böylece Allah vazife koyucu, peygamber haberci, akıl ise tanımamelekesi olur.80 Böylece sistemin de aklı dışlamayan, ona da yer verenGazali’ye göre din ve akıl ikisi birden nur üstüne nurdur.81 Zira insanın ahlaki görevlerini bulması, onlara yönelmesi vegereklerini yerine getirmesi aklın irşadına bağlıdır. Mecnunlarla çocuklarınsorumlu tutulmamalarının sebebi de böyle bir irşaddan yoksun olmalarısebebiyledir.

    Fiillerin kendiliğinden iyi ve kötü olarak vasıflanamayacağını savunanGazali’ye göre iyilik ve kötülükfiilin kendisinde değil, yöneldiği amaç veya ortaya çıkansonuçtadır. İnsanların gayeleri muhtelif olduğu, buna da ahlak dışıyollardan ulaşabildikleri için bu gaye dünyevi değil ahlaki olmalıdır. Bugaye akıl ve tecrübe ile bilinemez. Zira tecrübe ile bilinebilmesi içinoraya gidip gelenlerin olması, tekerrür ve müşahedenin bulunması gerekir.Akıllar ise ölüm ötesini kavrayamazlar. Ölüm ötesi ancak nübüvvet nuruile bilinebilir.82 Aslında Allah temelde insanları ödüllendirmek zorundaolmadığından ahlak’ıntemeli ilahi buyruklar (emir ve yasaklar) yani ilahi hitaptır. Bunun için defiillerdeki iyilik ve kötülük vasfı bu buyruktan sonra ortaya çıkar.83Yani Allah’ıniyi dedikleri iyi ve ahlaki olur, kötü dedikleri de kötü olur.

    Buradan Gazali’nin kaynağıvahiy olmayan bir ahlak sisteminde mutlak hayır veya mutlak şerden sözedilemeyeceğini düşündüğü sonucuna gidilebilir.84

    Kelamcılar Açısından Ahlak

    Kısaca kesin delillerle dini akideleri bilme olarak tanımlanabilecek85kelam konu olarak, dini ve akaidi uzaktan ve yakından ilgilendiren bütünmeseleleri içine alır.86 Doğrudan olmasa da kulların fiilleri ve bunlarınkader ile olan ilişkisi kelamda ahlak probleminin temelini oluşturur. Zira bukonular etrafında yapılan tartışmalar ahlakla ilgili temel düşünceleri dederinden etkileyen sonuçlar doğurmuştur.87

    Kader inancının irade hürriyeti, sorumluluk, ceza ve mükafat gibi konularahlak felsefesinin temel problem alanıdır. Dolayısıyla kader meselesi etrafındaodaklanan dini ve ahlaki problemler kelamcıların konuları arasına girmiştir.

    Kendilerini Ehlü’l-Adlve’t-Tevhid olarak adlandıran Mu’tezilemezhebi mensupları beş temel ilkeleri arasında özellikleTevhid ve Adaleti öne çıkarırlar. Aslında diğer üç ilke de adalet’eirca edilebilir. Böylece onlar bir yandan hikmet terimiyle ifade etmeye çalıştıklarıAllah’ınahlaki kemalini her türlü şaibeden uzak tutmak, öbür yandan ise insanınsorumluluğunu ahlaki bir zemine oturtmak isterler. Buna göre gayesiz iş(sefih, abes) yapmayan Allah’ınbütün işleri gayeli ve hikmetli, Allah da hakimdir. Allah fiillerinde kendisiiçin hiçbir gaye gütmeyeceğine göre -zira Allah hiçbir şeye ihtiyaçduymaz- bu gaye insanların faydasıdır.88 Bu sebeple Allah insanlar içinancak onların faydasına olacak şeyleri yaratır, şerleri yaratmaz. Onları,insanlar kendileri yaratırlar. Böylece Mu’tezileinsanlara irade hürriyetini tanımıştır. Mu’tezileinsana sadece irade hürriyetini vermekle yetinmez, aynızamanda bu hürriyetini iyilik istikametinde kullanabilmesi için onun akıl gücünede sahip olması gerektiğini söyler. Ancak aklın değerler hakkındakibilgisinin kesin ve güvenilir olabilmesi için bu değerler fiillerin değişmeznitelikleri olmalıdır.89 Bu şekilde Mu’tezileahlaki değerleri izafilikten kurtarmıştır. Ahlaki değerlerkonusundaki farklı kanaatler bu değerlerin izafiliğinden değil, bilgieksikliği gibi başka sebeplerden ileri gelir.90 Akıl ile bilinen vazifeninifa edilebilmesi için kudrete sahip olma yanında bu hususun güçyetirilebilen bir şey olması da gereklidir. O fiili yapma veya terk etme gücüolan istitaa insanda fiile teşebbüs etmeden bulunmalıdır. Bu güce yaniistitaa’ya sahip olmayan kişinin mükelleftutulması da söz konusu değildir.91 Hür irade ve aklı ile insanınfiillerini seçtiğini kabul eden Allah’ın kulları içinonlara faydalı olan şeyi yaratıp, şerri yaratmadığını kabul eden Mu’tezile’ninkastı kabih terimiyle ifade edilen ahlaki şerdir. Hastalıkve sakatlık gibi metafizik şerleri Allah yaratır. Bunların Allah’anisbet edilmesi O’nun adalet ve hikmetine halel getirmez. Zira insan isterfarkına varsın isterse varmasın bunlarda insan içinmutlaka bir hayır vardır.

    Kırk yıl Mu’tezile içinde kalıpte’lifatta bulunduktan sonra Kur’anıyaratılması, Allah’ıgözle görülmesi ve kulların fiilleri gibi temel konularda Mu’teziledenayrılan İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’ari hayırla birlikte şerrin de AllahTeala tarafından yaratıldığını kabul eder. Ancak bu şer, Allah’ınkendisi için değil insan için şerdir.92 İmam Eş’ari’yegöre değerler fiillerin değişmez nitelikleri değildir.Dolayısıyla Allah’ınhitabından sonra fiiller iyi, kötü, hayır veya şer değerini kazanır. Mükellefiyetde buna göre tahakkuk eder. Böylece hükümler akıl ile değil şer’işerif ile sabit olmuş olur.93

    Kulların fiillerinin Allah ile kul arasında müşterek olduğunu, biriyaratıcı olan Allah’ın, diğeri ise kesb edici olaninsanın hadis kudreti ile bağlantılı olduğunu kabul eden Eş’arileregöre94 insan, ancak gücünü kullanabileceği fiili seçipyapabilir. Zira Eş’arilere göreistiaat insanda sürekli var olan bir nitelik değil,Allah’ın,fiilini işlerken insanda yarattığı, iki fiilden birine serbestçe kullanılmayamüsait bir kudrettir. Bu konuda Eş’ariekolünün daha çok Allah’ın mutlak ve muhit kudretiile iradesini öne çıkardıkları ve önemsedikleri görülmektedir.95

    Ehl-i sünnet kelam ekollerinden ikincisi olan Maturidi mezhebi bir ahlakalanı olan kulların fiilleri konusunda hem Mu’tezilehem de Eş’arilerden farklı düşünmektedir. Bu yönüyleMaturidi ekolünün her iki mezhebin de öne çıkardığı görüşler arasındabir denge kurduğu anlaşılmaktadır.

    Konuyu izah ederken, Mu’tezile’ninAllah’ın mutlak ve müteal ahlaki kemalini dikkatealarak onu tenzih etmek için kulların kendi fiillerini akılları ile seçipkudretleri ile gerçekleştirdikleri; buna mukabil Eş’arilerinAllah’ın irade ve kudretinin mutlaklığını öne çıkararakorta bir cebir anlayışını benimsemelerine karşılık bu iki hususu birleştirerekİmam Maturidi’nin, bütün fiilleriAllah’ın yarattığı ama bu yaratmanın hikmetli olduğu,hikmetin dışına çıkmadığı görüşünü ileri sürdüğünü görüyoruz.Buna göre Allah zıttına kadir ise de bilgisizlik ve ihtiyaç gibi hikmettensapma sebeplerinden münezzeh olduğu için hikmetin dışına çıkmaz.96 Allah’ıniradesi ister iyi isterse kötü olsun insanların bütün fiillerine taallukeder. Bu durum Allah’ınhikmet ve adaletine halel getirmez.

    Buradan, imam Maturidi’ye göre -Eş’arilerinaksine- fiillerin itaat, isyan, iyilik ve kötülük gibi bir kısımahlaki nitelikler taşıdıkları ve insana nisbet edilmeleri gerektiği anlaşılmaktadır.Zira Allah’ınfiilleri hayır veya şer ile nitelendirilemez.97 İnsan aklının ahlaki değerlerikavrayacak güçte olduğunu ve güç yetirilemeyenle kulun mükellef tutulmasınıaklen, hikmet açısından abes ve saçma kabul ederek bu konuda Mu’tezile’yeyakın bir görüş sergileyen Maturidi’nin,98dini ve ahlaki fiillerin uhrevi Müeyyideleri konusunda Mu’tezile ile Eş’arilerarasında orta bir yol izledikleri anlaşılmaktadır.

    Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İslâmiyet, Peygamberinin“bengüzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim”didiği bir dindir. Bu anlamda dinin gayesinin, insanlarıbütünüyle güzel ahlâka ulaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Ahlâkınkaynağı problemi, İslâm alimleri arasında da tartışılan ve farklıekollerin değişik yaklaşımlar sergiledikleri bir konudur. Konu üç ana başlıkaltında ele alınabilir.

    a) Eş`arilik: Objektif bir değer teorisini reddeden Eş`ari ve onunyolundan giden kelamcılara göre: “İnsandavranışlarına ilişkin ahlâki değerler, ancak ilahi buyruklarlabelirlenmekte ve değerlerin bilgisi sadece vahiyle elde edilmektedir.”Vahyin emrettiği şey iyi, yasakladığı ise kötüdür.İnsan aklının söyleyeceği şey, değişken, izafi ve nisbidir, mutlakolamaz. Eş`ari gibi düşünen Gazali’de:“Allah Teala’nın yardımı”olmadan insanın fazilete ulaşamayacağını vurgular.Onun için her şeyin sebebi olan yüce yaratıcı iyilik ve kötülüğünnihai kaynağıdır.

    b) Mu`tezile: İyi ve kötüyü eşyanın tabiatına atfeden ve insan aklınınvahiyden bağımsız olarak ahlâk ilkelerinin bilgisine sahip olabileceğinikabul eden bu mezhebe bağlı İslâm düşünürleri, aklı ön plâna çıkaranbir değer teorisini savunmuşlardır.

    “İyi ve kötü, eşyanın tabiatında mevcuttur veakıl bunu kavrayabilir” diyenMu`tezile’ye göre, vahyin fonksiyonları iki alanda görülür:

    1- Vahiy akılla bilineni sadece doğrulamaktadır. Ancak, akılla bilinmesiimkân dahilinde olmayan ahlâki hükümler de vardır ve vahiy esas buradafonksiyonunu ifa etmektedir.

    2- Vahyin ikinci fonksiyonu ahlâki vazifelerin sosyal hayata tatbikindesevap ve ceza motifleri ile etkili olmasıdır.

    Görüldüğü gibi Mu`tezile ahlâki iyi ve kötünün akılla bilinebileceğini,fakat bunun vahyin emirlerinden farklı olmayacağını bildirmektedir. “İyive kötü eşyanın tabiatında vardır, akıl bunu kavrar, vahiy de bunubildirir” görüşündedir.

    Bunun yanında vahiy sevap ve günah motifleri ile ahlâki değerleridestekler.

    c) Maturidi: Eş’ari ve Mu`tezile arasında özgünbir teori geliştiren imam Maturidi, ahlâki sorumluluk ve yükümlülüğüntemellendirilmesinde Eş`ari’ye, ahlâkideğerler bahsinde ise Mu`tezile’yedaha yakın durmaktadır.

    Maturidi’ye göre akıl,iyi ve kötünün kendisi ile kavrandığı bir alettir, araçtır ve ölçübirimidir. İnsan iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan, hayrı şerden,kirliyi temizden aklı ile ayırt eder. Üzüntü, acı, ümit, şehvet, haz vs.gibi çok çeşitli sebepler insanları şüpheye düşürdüğü zamanlardavahye yani Allah’ınpeygamber göndermesine ihtiyaç vardır.

    Bu durum iyiliği ve kötülüğü bizatihi kendinde olan hususlar içindir.Aklın herhangi bir cihetten zorunluluk veya imkânsızlık yükleyemediğifiillerin iyiliği Allah’ınemretmesi, kötülüğü ise yasaklaması ile bilinir.

    Görüldüğü üzere vahiy, İslâm düşünürlerinin ahlâk yaklaşımlarındatemel bir role sahiptir: Eş`ari’ninteorisinde ahlâk prensiplerini belirleyen bizzat Allah’ınemir ve yasaklarıdır. Mu`tezile ve Maturidi’ninteorilerinde ise vahiy ya aklen belirlenen ahlâk prensiplerini doğrulamaktayada çeşitli sebeplerden dolayı aklın yetersiz kaldığı durumlarda ahlâkiprensipler koymaktadır. Dolayısıyla din ile temellenen ahlâk teorileri, ahlâkprensiplerinin doğrulanmasında ‘vahiy’gibi sabit bir ölçüte sahiptirler.

    Hz Aişe’ye Hz Peygamber’in ahlâkı sorulduğunda; “Onun ahlâkıKur`an ahlâkıydı” buyurmasıgöz önüne alınacak olursa Kur`an-ı Kerim’in,ahlâkın temel kaynağı olduğu ve İslâm’da“dini emirler ile, ahlâki vazifelerin kaynakları bakımındanbir olduğu” neticesine ulaşılacaktır.

    İslâm’ın insan hayatını tanzim edici özelliği,onun insan üzerindeki etkisini artırmaktadır. Böylece İslâm dindar insanıkuşatmakta ve onun ahlâkını da belirlemektedir. İslâm ahlâkı, Kur`an’adayanan değerler sistemi ile insanları aşırılıklardanuzak durmaya çağırır. Nitekim İslâm’dane Yahudilikteki intikam ve şiddet ahlâkı ne de Hıristiyanlıktaki pasifzillet ahlâkı yada kölelik ahlâkı vardır.

    İslâm insan hayatını kuşatarak onu “kâmil insan” olmaya yönlendirir.Kâmil insan ise olgun ve ahlâken zirveye ulaşmış kişi demektir. İslâmahlâkı, İslâm’ın hedeflediği insan tipinin ahlâkıdır.

    İslâm’a göre aklıolmayan sorumlu tutulamaz. Temyiz kudreti bulunmuyorsa, iyiyi kötüden ayırtetme gücü, yani aklı yoksa veya yeterli değilse bu insan için ceza ve sevapmotifleri geçerli değildir. Demek ki, İslâm akıllı insana indirilmiştirve onun aklını kullanmasını istemektedir. Vahyin önemi iyi ve kötüyübelirlemek veya desteklemekte iken, aklın önemi günlük hayatta vahyinbelirlediği veya desteklediği iyi ve kötüyü bilmekte ve ayırt etmektedir.

    Ahlâki sorumluluğun birinci aşaması vicdani sorumluluktur. Aynı zamandaahlâki müeyyidenin birinci aşaması da vicdandır. Fakat vicdan gereksorumluluk gerekse müeyyide olarak yeterli değildir. İkinci aşaması ise,insanlara karşı, yani topluma karşı olan sorumluluktur. Cemiyet gerek değeryargıları ile yani tavır koyarak, gerekse kanunla ahlâki müeyyidenin ikincikategorisini oluşturur. Bu noktada hukuk ile ahlâk belli bir noktada buluşmaktadır.Gerek laik ahlâk, gerekse dine dayalı ahlâk vicdan ve cemiyeti sorumluluk vemüeyyide kuvveti olarak kabul ederler. Dine dayalı ahlâk bu ikisini kabulettikten sonra, bir üçüncü ve önemli aşama olarak uhrevi (ahirete ait)sorumluluk ve müeyyide kavramlarını savunur. Ona göre “ahlâkınen büyük destekleyici kuvveti; Uluhiyet ve Ahiret fikri”dir. İşte, gerek sorumluluk, gerekse müeyyide olarak inananinsanı en çok etkileyecek olan kuvvet budur.

    1. İbn Manzur, Lisanu’l-Arab,“hulk” maddesi, 11/374, Kahire, 1300.

    2. Gazali, İhya-ı Ulumi’d-Din,(Terc.Ahmet Serdaroğlu, İstanbul, 1974) 3/53, Kahire,Tarihsiz; Seyyid Şerif Cürcani, Ta’rifat,68, İstanbul, 1300; Katip Çelebi, Keşfü’z-zünun,1/35, İstanbul, 1366/1947; Kınalızade Ali Efendi,Ahlak, 91, Tercüman 1001 Temel Eser, No:30.

    3. Abdurrahman Şeref, İlm-i Ahlak, 5, İstanbul, 1318.

    4. Ahmet Rifat, Tasvir-i Ahlak, 129, İstanbul, 1309, ayrıca bakınız: Dr.Muhammed Abdullah Dıraz, Dirasat İslamiyye, 89, Kuveyt, 1393/1973.

    5. Osman Pazarlı, İslamda Ahlak, 13, İstanbul, 1972.

    6. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Bedia Akarsu, Ahlak Öğretileri, İstanbul,1970; Osman Pazarlı, İslamda Ahlak, İstanbul, 1972.

    7. Tin, 95/4.

    8. Hicr, 15/29.

    9. Malik b. Enes, Muvatta, Hüsnü’l-Hulk,1, Kahire, 1951.

    10. Müslim, Müsafirun, 139.

    11. Buhari, Edeb, 38/39.

    12. Müslim, Zühd, 64.

    13. Müslim, Müsafirun, 139.

    14. Şuara, 26/137.

    15. Kalem, 68/14.

    16. Tin, 95/4.

    17. Hicr, 15/29.

    18. Şems, 91/8-9.

    19. Ahzab, 33/36.

    20. Buhari, Ahkam, 4, 43; Müslim, İmara, 34, 38.

    21. Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 107,108.

    22. Ebu Davud, Akdıye, 12.

    23. İbrahim, 14/7.

    24. Maide, 5/91.

    25. Furkan 25/43; Casiye, 45/23.

    26. Bakara, 2/169.

    27. Bakara, 2/170-171.

    28. Enbiya, 21/105.

    29. Muvatta, Husnü’l-Huluk, 8.

    30. Hacc, 41.

    31. Bakara, 177.

    32. Ebu Davud, Edeb, 7.

    33. Ankebut, 45.

    34. Camiu’s-Sağir, II, 181.

    35. Buhari, Savm, 2.

    36. Kıyamet/36.

    37. Zariyat/50.

    38. Ahmed Emin, Zuhru’l-İslam,2/189, Kahire, 1966, Louis Gardet, La cite Musulmane, 306, Paris 1961.

    39. Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak, 138, İstanbuli 1989.

    40. Fussılet, 41/53.

    41. Gazali, İhya, 4/371-372, Kahire, 1334; el-Maznunu’s-Sağir,14, Kahire, 1303; el-Maznunu Bih Ala Gayri Ehlihi, 12, Kahire, 1303.

    42. Sad, 38/71-72: Gazali, el-Mizanu’Amel,Kahire, 1328.

    43. Gazali, İhya, 3/3-4, Maaricu’l-Kuds,19-24, Mektebetü’l-Cündi, Kahire, Tarihsiz.

    44. Gazali, İhya, 1/72, 3/11,12,14, el-Mizan, 142;er-Risaletü’l-Ledünniye, 6-7,Kahire, 1328.

    45. Gazali, İhya, 3/3, er-Risaletü’l-Ledünniye,10, el-Mişkatu’l-Envar, 45, (Ebu’l-Ula Afifi neşri) Kahire, 1976.

    46. Gazali, er-Risaletü’l-Ledünniye, 16, el-Erbain fi Usuli’d-Din, 233,Kahire, 1328.

    47. Buhari, el-Camiu’s Sahih, İsti’zan,1; Ahmed İbn Hanbel, el- Müsned, 2/244, 251, 315.

    48. Gazali, İhya, 4/263-364.

    49. Bakara, 2/20.

    50. Gazali, İhya, 3/51, el-Erbain, 30, el-Miracu’s-Salikin,245, (er-Resailü’l-Feraid içinde) Kahire, 1327.

    51. Gazali, İhya, 1/8.

    52. Gazali, İhya, 1/48-50.

    53. Gazali, Tehafütü’l-Felasife,11, Kahire, 1302.

    54. Gazali, el-İktisad fi’l-İ’tikad,106-107. (Neşreden: İbrahim Agah Çubukçu-Hüseyin Atay) Ankara, 1962.

    55. Gazali, Tehafütü’l-Felasife, 11.

    56. Gazali, Tehafütü’l-Felasife, 24-26, 71.

    57. Gazali, İhya, 1/98.

    58. Gazali, İhya, 4/5-7, 218-220.

    59. Gazali, İhya, 3/7, 4/95-96.

    60. Gazali, İhya, 4/97.

    61. Gazali, el-Mizan, 32.

    62. Gazali, İhya, 3/59, 246; el-Mizan, 15-16, 62-63.

    63. Gazali, İhya, 3/50, 54.

    64. Gazali, İhya, 3/51.

    65. Gazali, İhya, 3/90.

    66. Gazali, el-Mizan, 42-43.

    67. Nisa, 4/31.

    68. Gazali, İhya, 4/19-20.

    69. Gazali, el-Mizan, 62-63.

    70. Gazali, el-Mizan, 15-16.

    71. Hacc, 22/37.

    72. Gazali, İhya, 3/37.

    73. Gazali, İhya, 3/36-37.

    74. Gazali, el-Mustazhiri (Fedaihu’l-Batıniyye),8-13, 44-48, Neşreden: İ. Goldziher Leiden, 1916.

    75. Gazali, İhya, 3/199, 348-349.

    76. Gazali, İhya, 3/348, 4/120-121; Faysalu’t-Tefrikabeyne’l-İslam ve’z-Zendeka,60, Kahire, Tarihsiz.

    77. Gazali, el-Erbain, 11, Faysalu’t-Tefrika, 13-14.

    78. Gazali, el-İktisad, 163, el-Mustasfa min Ilmi’l-Usul,1/83, Beyrut, 1335.

    79. Gazali, el-Mustasfa, 1/63, el-İktisad, 166-167.

    80. Gazali, el-Mustasfa, 1/62-63, el-İktisad, 193-194.

    81. Gazali, el-İktisad, 2.

    82. Gazali, el-İlcamu’l-Avam anIlmi’l-Kelam, 48-49, İstanbul, 1287.

    83. Gazali, el-İlcamu’l-Avam,48-49, el-Mustasfa, 1/56-57.

    84. Mustafa Çağrıcı, İslam Düşüncesinde Ahlak,155, İstanbul 1989.

    85. Taftazani, Şerhu’l-Makasıd,1/5, İstanbul, 1305.

    86. Muhammed el-Huseyni ez-Zevahiri, et-Tahkiku’t-Tamfi İlmi’l-Kelam,2, Kahire, 1358/1939.

    87. İ. Goldziher, Le Dogme et la Loi en İslam, 86,Paris, 1920.

    88. Şehristani, (Ebu’-FethMuhammed) Nihayetü’l-İkdam, 397-398, Londra, 1934; KadıAbdu’l-Cebbar, el- Muğni,5-1/177-178, 5-2/132, Kahire, 1962.

    89. Kadı Abdu’l-Cebbar, ŞerhuUsuli’l-Hamse, 401: Kahire, 1965.

    90. Kadı Abdu’l-Cebbar,el-Muğni, 6-1/20-22.

    91. Kadı Abdu’l-Cebbar, ŞerhuUsuli’l-Hamse, 400.

    92. Ebu’l-Hasan Eş’ari, el-Luma’ fi’r-redd ala ehli’zeyğve’l-bida’, 125, Beyrut, 1987.

    93. Ebu’l-Hasan Eş’ari, el-Luma’, 304-308, 309-321, Gazali,el-Mustasfa min İlmi’l-Usul,1/48-49, Beyrut, 1335, Cüveyni, (İmamu’l-Harameyn), el-İrşad, 26-27, Beyrut, 1985.

    94. Eş’ari, Makalatu’l-İslamiyyin,408, 417, 542, Wiesbaden, 1962.

    95. Cüveyni, el-İrşad, 203-205.

    96. Maturidi, (Ebu Mansur) Kitabu’t-Tevhid,216, Beyrut, 1986.

    97. Maturidi, Kitabu’t-Tevhid, 170, 308.

    98. Maturidi, Kitabu’t-Tevhid, 221-222.