Köprü Anasayfa

Demokratlık

"Kış 2014" 125. Sayı

  • Cumhuriyet Fıtrî Bir İdare Şeklidir

    Republic is a Natural Administrative Pattern

    İslâm Yaşar

    Giriş

    Cumhuriyet; hayatlarını tek başlarına sürdüremeyen, ancak toplulukhâlinde yaşayacak şekilde yaratılan canlıların fıtratlarına, hilkatlerinde yerleştirilenfıtrî bir idare şeklidir

    Koloniler hâlinde yaşayan karıncalar ve arılar da onlardandır. Her kovandaveya yuvada binlerce, on binlerce efradı bulunan arıların ve karıncalarınyaşayışlarında Tevhid delili sayılacak mucizevî intizamın yanı sıra,cumhuriyeti tedai ettiren mükemmel bir içtimaî işleyiş de vardır.

    “Rabbin balarısına ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan, insanların kurduğukovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye deRabbinin sana has kıldığı, şaşırmayacağın yaylım yollarına çık. Onlarınkarnından çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlar için bir şifabulunur. Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır.” (NahlSûresi, 68-69)

    Kur’ân-ı Kerim’de bu mealdeki âyetlerle de ifade edildiği gibi oğul salankovandan çıkan arılar, kendilerine ilham edilen emirlere göre hareketederler. Başlarındaki ana arının peşinden giderek yeni kovanda toplandıklarızaman, aralarında cumhurî bir sistem işlemeye başlar. Her arı müşterekfaaliyetlerde kovandaki işleyişe tâbi olurken fert olarak vazifesini hür birşekilde yapar.

    Meselâ işçi arı günün bir vaktinde, çiçek tozu toplamak ve bal özü almak üzere ‘Rabbinin ona has kıldığı ve şaşırmayacağı yaylım yollarına’ çıktıktansonra ne kadar uzağa gidip hangi çiçekten nasıl çiçek tozu, hangisinden neşekilde bal özü alacağına bir bakıma kendisi karar verir.

    Ona ilham edilen İlâhî programa uyarak bazen kilometrelerce uzağagider, kendisine has vızıltısı sayesinde hem diğer arılarla haberleşir, hemçiçeklere vazifesini hatırlatır. İlahî emre musahhar olan çiçeklerden renklişerbetler çıkarır, çiçek tozlarını alır, kovana gelip peteğe yerleştirir.

    Bu içtimaî işleyiş öylesine muntazam ve mükemmeldir ki, aynı zamaniçinde binlerce muhafız arının, on binlerce işçi arının çalıştığı kovanda herhangibir karışıklık, kaos, kargaşa meydana gelmez.

    Karıncaların yuvalarındaki içtimaî işleyiş de arı kovanlarındakinden pekfarklı değildir. Bir karınca yuvasındaki sevk ve idare ana karıncanın kontrolündedir.Her karınca, kendisine verilen vazifeyi Rabbinin ilhamı sayesindehür olarak mükemmel bir şekilde yapar.

    Yalnız bir yerdeki değil, dünyanın her tarafındaki arı kovanlarında vekarınca yuvalarında, istisnasız aynı cumhurî sistemin işlemesi; onlara hilkatlerindeyaratıcıları tarafından fıtratlarına yerleştirilen, yaşarken de ilhamedilen İlâhî programa tâbi olmanın tezahürüdür.

    Kur’ân-ı Kerim’in iki sûresine Nahl (arı) ve Neml (karınca) adlarınınverilmesi, o sûrelerin ‘Düşünen bir topluluk için şüphesiz bunda bir delilvardır’ meâlindeki âyetlerinde ‘topluluk’ tabirinin geçmesi, toplulukların dadüşünmeye teşvik edilmesi manidardır.

    ‘Karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler’(Nursî, Şualar, 570) diyerekarıların, karıncaların fıtrî cumhuriyetçiliklerini nazara veren Said Nursî’ninonları, aynı soydan gelen insan topluluklarını anlatmak için kullanılan ‘millet’tabiri ile tavsif etmesi de o Kur’ân’î hakikatin bir başka ifadesidir.

    Topluluk ve millet tabirleri, tıpkı karıncalarda, arılarda ve ancak toplulukhâlinde yaşayan diğer canlılarda olduğu gibi yeryüzünde bazı ortakdeğerler etrafında birleşerek yaşayan milletlerin fıtratlarına da cumhurî biridare sisteminin yerleştirildiğini göstermektedir.

    Fıtrattaki cumhurî sistemin işleyişi insan topluluklarında, diğer canlılardanfarklı olarak insanların iradelerine, isteklerine bırakılmıştır. İçtimaîbünyesinde bu fıtrî hassanın varlığını bilip tatbik eden milletlerin âdil,muntazam, huzurlu, mutlu, verimli hayatlar yaşayacakları muhakkaktır.Tıpkı Asr-ı Saadette olduğu gibi.

    Beşerin cumhuriyetçilikteki rehberleri

    Beşeriyetin, cumhuriyetçilikte de rehberi peygamberlerdir.

    Peygamberler Allah’ın sevdiği ve seçtiği kullardır. Onlar peygamber olmadanönce, bir beşer olarak yaşadıkları müstesna hâlleri, hareketleri; peygamberolduktan sonraki maddî mânevî kemalâtları, faziletleri, rehberlikleriile o İlâhî sevgiye ve tercihe layık olduklarını göstermişlerdir.

    Şayet onların, peygamberlik sıfatına mazhar olmadan önce içinde bulunduklarıtoplulukları sevk ve idare etmek için insanlar tarafından seçilmelerimedar-ı bahs olsaydı, hiç şüphesiz halkın kahir ekseriyetinin reyleriile reis-i cumhur seçilirlerdi.

    Meselâ Hazret-i Musa ve Hazret-i Davud, peygamber olarak gönderildikleri kavimlerin ileri gelenleri tarafından idareci olarak da seçilmişlerdi.Saltanatı yeryüzünü ihata eden Hazret-i Süleyman, mahlûkatın dilini bildiğindenidarî icraatlarında yalnız insanların değil, hayvanların ve bitkilerinde lisân-ı hâlleri ile söyledikleri isteklerini nazar-ı itibara almıştı.

    Kur’ân-ı Kerim’de Hazret-i Süleyman’ın ‘Büyüklük taslamayın ve emrimegirin’ meâlindeki mektubunu alan Saba melikesi Belkıs’ın, karar vermedenönce kavminin ileri gelenlerini toplayarak mesele hakkında fikirlerinisorup görüşlerini almasının methedilmesi de (Neml sûresi 26, 35) cumhurîidare sistemi olan cumhuriyetin veya demokrasinin teyidinin, takdirininifadesidir.

    Nitekim Hazret-i Muhammed de (asm) peygamber olmadan önce örnekhâl ve hareketleri ile herkesin takdirini, sevgisini, itimadını kazanarak‘Muhammedü’l Emin’ sıfatı ile iştihar etmişti. Peygamberliğini ilân ettiktensonra mü’minler zaten onun risaletine iman, idaresine ittiba etmişlerdi.Müşriklerse, putlarına söz söylememesi şartı ile kendisine, mallarından hissevererek içlerindeki en zengin kişi yapmayı, isterse kendisini bütün Arapyarımadasına reis seçmeyi teklif etmişlerdi.

    Peygamber Efendimiz (asm) amcası vasıtası ile yapılan bu teklifi, ‘Güneşisağ elime, ayı sol elime verseler ben yine bu dinden, bu dini tebliğetmekten vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar, ya da ben bu uğurdacanımı veririm’ diyerek reddetmişti. (Suruç, s: 255)

    Peygamberimiz (asm) Medine’ye hicret ettiğinde kendisini yalnız az sayıdakiMüslümanlar değil, Medinelilerin ekseriyeti karşılamıştı. Medine’ninbüyük kabile reislerinin isteği üzerine onlarla ve Müslümanların ileri gelenleriile toplanmışlar ve şehrin idaresinde uyulacak esasları hâvi 48 maddelikbir sözleşme hazırlamışlardı.

    Kabile reisleri, şehrin idaresini içlerinden biri ele aldığı takdirde diğerlerininona karşı çıkacağını ve aralarında yine kabile kavgalarını başlayacağınıdüşünerek Peygamberimizi (asm) idareci seçmişlerdi. O da hazırlanan sözleşmeyeuymuş, şehrin idaresiyle ilgili meselelerde hep Ensar’la meşveretederek karar vermişti.

    Peygamberimiz (asm) Uhud Muharebesi öncesinde yapılan istişaredeolduğu gibi meşveretten kendi kanaatinin aksine bir karar çıktığı hâlde kararariayet ederek istişarenin gereğini yapmış ve bir bakıma reis-i cumhurvasfını da hakkıyla îfâ etmişti.

    “Hulefâ-i Râşidîn, hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber(ra) Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhurhükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaletive hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”(Şualar 571)

    Bediüzzaman Said Nursî’nin bu sözlerle de ifade ettiği gibi Hazret-iMuhammed’in (asm) ahirete irtihalinden sonra halife seçilen Hazret-iEbubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali de devletinidaresinde Resulullah gibi hareket etmişler ve hakiki mânâda birer reis-icumhur vazifesi görmüşlerdi.

    Bu gerçeği, hadis âlimi Kâmil Miras da “Meşveret esası Kur’ân’ın birsûresiyle tesis buyurulup Resul-i Ekrem tarafından da istişare edilmek suretiyle tatbik olunmuştur. Bu meşveret sistemine Hulefâ-i Râşidîn tarafındanda devam edilmiştir ve devlet reisi demek olan halifeler milletçe seçildiğindenİslâm medeniyetinde idare şekli cumhuriyettir” (Güleçyüz, s: 180)sözleri ile dile getirmiştir.

    Meşrutiyet, hürriyet, cumhuriyet, demokrasi tabirleri siyasî hayatta çokkullanılmaya başlanınca bazı Müslüman fikir adamları, bilhassa cumhuriyetve demokrasi kelimelerinin Batı’daki yanlış uygulamalarına bakarak şeriatamuhalif sistemler olduğunu iddia etmişlerdir.

    Buna mukabil Said Halim Paşa, Mehmed Akif, Eşref Edip, TunusluHayreddin gibi pek çok İslâm alimi ve fikir adamı da o kelimelerin hakikimânâları ile Kur’ân’a, sünnete, icma-i ümmete dayanan mezkûr mülahazalarınazara alarak cumhuriyetin, demokrasinin İslâm dinine aykırı olmadığınıortaya koymuşlardır.

    Meselâ Diyanet İşleri eski başkanlarından merhum Ahmed Hamdi Akseki,Sebilürreşad’ın 48. sayısında yazdığı yazıda “İslâm dini mükellefiyetitemsil ettiği için istibdadın ve müstebitlerin en büyük düşmanıdır. İdarebakımından onun takip ettiği rejim cumhuriyet ve halkçılıktır. Bu günküifade ile demokrasidir” demiştir.

    Bekir Topaloğlu da bu husustaki kanaatlerini “Şeriat, çoğunluğun tercihinedayalı bir devlet modeli önerir. Bunu cumhuriyet olarak niteleyebiliriz.Bu model insanların temel hak ve hürriyetlerini tanıyıp benimser. ‘değişmezanayasa’ diyebileceğimiz sınırlı ilkeler mahfuz kalmak şartıyla demokrasiyide kabul eder” (Topaloğlu, s: 52) sözleri ile ifade etmiştir.

    Hülasa, Adalet eski bakanı İsmail Müftüoğlu’nun tabiri ile “Demokrasive insan hakları, kaynağını şeriatın düzenlediği sistemden alır.” (Müftüoğlu,s: 147)

    Said Nursî ve Mustafa Kemal

    Osmanlı’nın, Avrupa’daki değişen siyasî, içtimaî, iktisadî şartların icbarıylazoraki de olsa mutlakiyetten meşrutiyete geçtiği yıllarda, meşrutiyetmuhtevası içinde cumhuriyet kelimesini ilk telaffuz eden isimlerdendibunlar. İkisi de cumhuriyet telâkkilerini çeşitli vesilelerle dile getirmişlerdi.Neticede iki ayrı cumhuriyetçiden iki farklı cumhuriyet anlayışı tezahüretmişti.

    Said Nursî, 1894 senesinde henüz on altı yaşlarında iken Tillo yakınlarındakihücrede inzivaya çekildiği zaman, bir karınca yuvasında, karıncalarıncumhuriyeti tedai ettiren intizamlı işleyişlerini seyretmiş ve ‘cumhuriyetperverliklerinehürmeten, yemeğinin tanelerini karıncalara vermişti.’ (Nursî, Şualar s: 570 )

    Kâinat kitabında müşahede ettiği bu cumhurî hakikati, kâinat kitabınıtefsir eden Kur’ân-ı Kerim’in Şûrâ sûresinde, Kur’ân’ı yaşayarak tefsir edenHazret-i Muhammed’in (asm) hayatında, onu aynen takip eden Hulefâ-iRâşidînin idarî icraatlarında da görmüş ve her meselede olduğu gibi cumhuriyetfikrinde de Asr-ı Saadeti kaynak ittihaz etmişti.

    Daha sonra cemiyeti meydana getiren farklı meslek gruplarına ve fikirhareketlerine mensup insanların, meşrutiyete kendilerince değişik mânâlarvererek kanaat kargaşasına sebep olmaları üzerine, kendi tabiri ile ‘cumhuriyet ve demokrasi mânâsındaki meşrutiyeti’ (Nursî, Divan-ı Harb-i Örfi s:53 ) anlatarak kargaşaya mani olmaya çalışmıştı.

    Bu gibi hakikatleri her vesile ile dile getirmekle kalmamış, İslâmâleminin dağılmaya yüz tuttuğu bir zamanda Şam’daki Emeviye Camii’ndeverdiği hutbede ‘İslâm âleminin üstadları, imamları, mücahitleri’ olarakgördüğü Araplara ve Türklere cumhurî telkinlerde, tekliflerde bulunmuştu.

    “Ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar!En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünkü bizim ve bütünİslâm taifelerinin üstadları ve imamları ve İslâmiyetin mücahidleri sizlerdiniz.Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve hasenenizde gayet büyük ve ulvîdir. Husûsan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleriCemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarettekalan hakimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belkiekserîsinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz.”(Nursî, Tarihçe-i Hayat s: 87 )

    Mustafa Kemal, Said Nursî’den çok daha sonraları, harp akademisindeokuduğu yıllarda telaffuz etmeye başlamıştı cumhuriyet kelimesini. 1919yılında da yaverine, ‘Zaferden sonra şekl-i hükümet cumhuriyet olacaktır’diye yazdırarak kanaatini kayda geçirmişti.

    Her meselede olduğu gibi cumhuriyet anlayışında da İslâm dini yerineAvrupa felsefesine bakan M. Kemal; Hulefâ-i Râşidînden ziyadeMontesque’den, Jan Jac Russo’dan etkilenmiş ve sömürgeci Avrupa’nın, sadecekendi halkına münhasır saydığı cumhuriyet tarzını benimsemişti.

    İşleyişinde halka pek yer vermeyen, Bediüzzaman’ın tabiri ile sadece‘mânâsız isimden ve resimden ibaret olan’ bu sözde cumhuriyeti gerçekleştirmekiçin de sosyalist cumhuriyetlerin kanlı ihtilâllerle, zecrî tedbirlerleuyguladıkları ‘halka rağmen halk için’ tarzını takip etmişti.

    “İktidara geçersen ilk yapacağın iş ne olacak?” sorusuna “İlk yapacağımicraat, bu millet ve devletin bu hâle gelmesinde en büyük sorumluluğutaşıyan yobazları, sarıklı softaları sarıklarından yakalayıp ibret-i âlem içinsokaklarda dizi dizi asmak olacaktır” (Atat. Anskl. May. yay. C:1, s: 148)cevabını vermişti.

    İktidarı ele geçirip devlet imkânlarını ve makamlarını kullanarak idareyehakim olmaya çalışmış, Said Nursî’yi de bu maksatla İstanbul’danAnkara’ya çağırmıştı. Cumhuriyeti; ‘adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ıkuvvetten ibarettir’ diye tarif eden ve hakiki şekliyle uygulanmasını isteyenBediüzzaman’ı, çeşitli makamlar, imkânlar vererek susturmak istemişse deo kabul etmemiş ve Ankara’dan ayrılıp Van’a gitmişti.

    Bazı büyük memurların Said Nursî’ye sordukları soruda “Mustafa Kemalsana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve vilâyât-ı şarkiyeye ŞeyhSünusî yerine vaiz-i umumi teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin,ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatını kurtarmaya sebepolurdun” (Nursî, Emirdağ Lahikası s: 12) sözleri ile de ifade edildiği gibi M.Kemal gerçekten dediğini yapmış ve onun istediği şekilde bir cumhuriyetingerçekleşmesi, yüz binden fazla adamın hayatına mâl olmuştu.

    Defalarca zehirlenerek hayatına kastedilmesine, ilden ile sürülmesine, mahkemelerde süründürülmesine, zindanlara atılmasına, kimse ile görüştürülmemesinerağmen Said Nursî, hayatı boyunca bu yanlış cumhuriyetanlayışına karşı çıkmıştı. Lâkin muhalefetini, ‘dinde hassas, muhakeme-iakliyede noksan’ diye tarif ettiği bazı kişilerin yaptığı gibi silaha sarılarakveya siyasete atılarak değil, müsbet hareket edip Risale-i Nur külliyatı adınıverdiği Kur’ân tefsirlerini yazarak yapmıştı.

    “Muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar istibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-ımutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ isminitakmakla bizi perişan ederek hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatanaecnebi hesabına darbe vuruyorlar.” (Nursî, Şualar 457)

    Her vesile ile böyle ifadeler kullanarak ortaya koymuştu, muarızları tarafındancumhuriyet adı altında yapılan idarî yanlışlıkları; kendisine, talebelerine,diğer Müslümanlara reva görülen eziyetleri ve ecnebiler hesabınamemlekete, dine, millete verilen zararları.

    Cumhuriyeti dinsizliğe âlet eden, kendisini cumhuriyet düşmanı gibigöstermeye çalışan, mesnetsiz iddialarını mahkemelerde aleyhinde delilolarak kullanmak isteyen muarızlarına ‘Ben dindar bir cumhuriyetçiyim”diye cevap vererek cumhuriyeti din adına sahiplendiğini göstermişti.

    Kendisinin zecrî tedbirlerle gerçekleştirmeye çalıştığı cumhuriyet anlayışınındışında bir fikre müsaade etmeyen M. Kemal ve ekibi; Said Nursî’yimahkûm ederek dine, imana hizmet eden, cumhuriyete demokrasiye destekveren Nur hareketini dağıtmanın yollarını aramıştı.

    Bu maksatla devlet ihaleleri ile beslenen rejim yanlısı bazı basın-yayınçevreleri ve gizli istihbarat elemanları, çeşitli iftiralar atarak Nur cemaatinicumhuriyete karşı, hükümete muhalif siyasî bir hareket gibi göstermeyeçalışmışlardı.

    Bediüzzaman Said Nursî, ‘Dünya ebedî olsaydı ve insan içinde dâimîkalsaydı ve insânî vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı ‘muhalif bir cemiyet-isiyasiyedirler’ iftiranıza belki bir mânâ bulunabilirdi.’ (Nursî Tarihçe-i Hayats: 236 ) diyerek Nur hareketinin siyasî bir maksadının olmadığını, kendisininde talebelerinin de siyasete girmeyeceklerini anlatarak muarızlarınınhazırladığı o meş’um plânlarını da akim bırakmıştı.

    Zamanın siyasetine ve siyaset adamlarına bakışını ‘Şeytandan ve siyasettenAllah’a sığınırım’ sözleri ile dile getirirken, siyasî teamüllerin işlemediği,devletin idaresine tek parti diktasının hükmettiği yıllarda siyasete girmeyerekbir nevi siyaset yapmıştı. Bu sayede hareketinin rakip telâkki edilipşiddetli saldırılara maruz kalmasına meydan vermemişti.

    Fakat “Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetinehizmet etmek benim için farzdır” ( Nursî, Emirdağ Lahikası s: 193 ) diyenBediüzzaman’ın, milletin geleceğini şekillendiren siyaseti tamamen dünyasınındışında bırakması mümkün değildi.

    Nitekim 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Partinin idaresindedemokratik teamüller işlemeye başlayınca siyasî gelişmeleri takip etmiş,bizzat içine girmese ve talebelerinin hizmet adına siyasete girmelerine müsaadeetmese de zaman zaman siyasetçilerle ile görüşüp devlet adamlarınamektuplar yazarak çeşitli tavsiyelerde bulunmuştu.

    O yıllardaki siyasî tavrı üzerine yapılan bir değerlendirmede “Bediüzzaman,cumhuriyet zamanında çok partili demokratik hayata geçildiğindeDemokrat Parti’yi destekleyerek hem demokratik bir uygulama olan siyasîkatılımda yerini almış, hem de nazarî olarak demokratik parlamenter sisteminsavunucusu olmuştur.” (Toplayıcı. s: 245) şeklinde de ifade edildiği gibiülkenin siyasî gidişatına müsbet mânâda yön vermeye çalışmıştı.

    Önceleri, Başbakan Menderes’in ve ‘dindar demokratların’, SaidNursî’nin tavsiyeleri istikametinde bazı icraatlar yapmaları neticesinde M.Kemal’in yerleştirmeye çalıştığı sözde cumhuriyet uygulamalarında bazıdeğişmeler olmuş, Said Nursî’nin teklif ettiği demokratik cumhuriyet anlayışınınemareleri görülmeye başlamıştı.

    Ne var ki, muhalefetini şirretleştiren Kemalist çevrelerin tahrikleri vetehditleri, Menderes’e, yaptığı demokratik icraatlarda geri adım attıramadı;ama o tavsiyeler istikametinde yeni adımlar atmasına mani oldu. Onun müsamahalıtavrına ve tavizkâr icraatlarına rağmen ordu içinde şekillenen cunta,ihtilâlle idareye el koyup demokratik cumhuriyete ağır bir darbe vurdu.

    Otuzlu, kırklı yılları aratmayan darbe sonrası baskı, Nur Talebeleri ilemutedil İslâmî cemaatlerin müşterek gayretleri sayesinde altmışlı yıllarınsonlarına doğru biraz kırıldı ise de, yetmişli yılların başında verilen Kemalistmuhtıra ülkeyi tekrar siyasî istikrarsızlığın ve anarşi girdabının içinesürükledi.

    “İttihad-ı İslâm Partisi; yüzde altmış, yetmiş tam mütedeyyin olmakşartıyla şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belkisiyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-iİslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyaseteâlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.”(Nursî, Emirdağ Lahikası 386)

    Said Nursî’nin bu gibi veciz ikazlarına rağmen dinî cemaatlerin ekseriyetinin,din adına ortaya çıkan bir partinin yanında yer alması camianın,siyasî sahada sözünün tesirinin kırılmasına sebep oldu. Nur Talebelerininsiyasî tavır ve telkinleri, yetmişli yılların sonlarında demokratik parlamentersistemin tekrar işlemeye başlamasına zemin hazırladı.

    Said Nursî’nin; fıtrata, Kur’ân’a, sünnete, icma-i ümmete ve Asr-ıSaadet’e dayanan demokratik cumhuriyet anlayışının hayat bulmasına fırsatvermemek için 1980 yılında yapılan ihtilâl, demokrasinin tekrar cumhuriyetnamı altındaki Kemalist diktatörlüğün girdabına sürüklenmesine sebepoldu.

    Ondan sonra yapılan seçimlerde milletin reyi ile iktidara gelen siyasîkadrolar, mecbur kaldıkça bazı demokratik kararlar alıp çeşitli kanunlar çıkarsalarda ülkeyi ihtilâl anayasası ile idare edilmekten kurtaramadılar.

    Bilhassa hakiki cumhuriyette olmadığı, demokratik teamüllere uymadığıhâlde, yaptıkları maddî mânevî her icraatı M. Kemal’e atfetmek, sıksık ilkelerine inkılâplarına bağlılık andı içmek ve onun gösterdiği hedefleredoğru gittiğini söylemek gibi siyasî zaaflarla muzaaf oldukları için de girdaptaçırpınış devam ediyor.

    Cumhuriyetin kuruluşunun doksanıncı yılında, Türkiye hâlâ SaidNursî’nin temel esaslarını ortaya koyduğu ve kaynaklarını gösterdiği‘mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyitaşıyan mânâ-i dindar cumhuriyetin’ esasları ile şekillendirilecek demokratikbir anayasaya ve idarî sisteme muhtaç.

    Hem de hâhişle.

    Özet

    Cumhuriyet; hayatlarını tek başlarına sürdüremeyen, ancak toplulukhâlinde yaşayacak şekilde yaratılan canlıların fıtratlarına, hilkatlerindeyerleştirilen fıtrî bir idare şeklidir. Peygamberler de bu noktada insanlığınrehberi olmuşlardır. Asr-ı saadet döneminde cumhuriyet manasındaki uygulamalarbuna delil teşkil etmektedir. Bu yazıda Bediüzzaman’ın görüşleriışığında cumhuriyet kavramı incelenmektedir.

    Anahtar Kelimeler

    Cumhuriyet, demokrasi, millet, hürriyet

    Abstract

    Republic is a natural administrative system inherently placed in the creationand nature of the living beings who cannot survive alone but only insociety and community. Prophets acted as guides to humanity at this point.The practices in the Era of Happiness within the framework of republicconstitute the evidence for this end. In this article we analyze the concept ofrepublic under the light of the views of Bediuzzaman.

    Key Words

    Republic, democracy, nation, freedom

    Kaynaklar

    Atatürk Ansklopedisi, . May. yay. İstanbul 1981, C:1,

    Said Nursî, Divan-ı Harbi-i Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2011

    Said Nursî, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2011

    Said Nursî, Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2011

    Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2011

    Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, İst.

    Bekir Topaloğlu, Şeriat ve Demokrasi, Yeni Asya Neşriyat, İst.

    İsmail Müftüoğlu, Şeriat ve Demokrasi, Yeni Asya Neşriyat, İst.

    Kazım Güleçyüz, Şeriat ve Demokrasi, Yeni Asya Neşriyat, İst.

    Mesut Toplayıcı, Şeriat ve Demokrasi, Yeni Asya Neşriyat, İst.