Köprü Anasayfa

Medeniyet

"Kış 2003" 81. Sayı

  • Batı Medeniyeti ve Cemil Meriç

    Hüseyin Özdemir

    Doğu, tarih boyunca bütün dinlerin ve medeniyetlerin beşiği olmuştur;ancak son iki asırdır menfaat ve sefahati medeniyet sananlarca Batı,medeniyetin merkezi olarak insanlığa takdim edilmektedir. Çağdaşlaşma adınabu yeni medeniyetin gönüllü misyonerliğini yapan sözde aydınlarımız,medenî olabilmek, kalkınabilmek için Batılılaşmak gerektiğini iddia etmişlerdir.Batılılaşabilmek için de kurumları, kanunları değiştirmek yetmez, insanı,aile yapısını, hatta dini de değiştirmek, yani, Batı’nın bütün değerleriniözümsemek gereklidir diyerek, toplum mühendisliği yapmışlardır ve halenyapmaktadırlar. Bunlara karşın önce yönünü Batı’ya çevirmiş, çok iyibir araştırmadan sonra hakikatin Doğu’da, İslâm’da olduğunu anlamış, sözdedeğil özde aydınlarımız da vardır. Bunlardan birisi de rahmetli Cemil Meriç’tir.

    Cemil Meriç, bir ömür boyu hayat tarzı olarak benimsediği okumak, araştırmakve yazmak şeklindeki fikir işçiliği sonucu elde ettiği ilmi ile, Doğu veBatı medeniyetlerini mukayese etmiştir. Bu mukayeselerinde Batı medeniyetininolumsuzluklarına dikkat çeken Meriç, Batılılaşma adına yapılan işlerinyanlışlığına dikkat çekerek, "Işık Doğudan Gelir" sözüyleformüle ettiği tezlerini nazarlara sunmuştur.

    Cemil Meriç’in Fikrî Merhaleleri

    Tanzimat sonrası Batılılaşma, aydınların fikrî mülahazaları arasındayerini almıştı ve önemli bir taraftar kitlesine sahipti. Cumhuriyetin kuruluşundansonra ise Batıcılık resmî devlet politikası olarak benimsenmiş ve oluşturulaneğitim sistemi ile tek tip insan yetiştirilmek istenmişti. Küçük yaştanitibaren çok okuyan Cemil Meriç’in ise Hataylı olmasından dolayı bir şansıvardı ve sistem dışı kalmıştı, yani kendi irfanından kopmamıştı. Buşansını kendi ifadelerinde şöyle buluyoruz: "Lise tahsili boyunca hepOsmanlıca yazdım. Hür bıraktılar, harfleri kullanmada. Türk hocalar daOsmanlıydılar. Ali İlmi Fani gibi. Belki Osmanlı’dan kopmadığım için inkılapaydınlarına benzemiyorum. Ben, bir yerde, kendimi kaybetmedim. Arapların veÇerkeslerin yanında, onlara karşı kendi an’aneme gömüldüm. Fakat aynızamanda Avrupalılaşmayı bütünüyle yaşadım."1

    Meriç, tecessüsünün etkisiyle Batı’nın kültür kaynaklarını araştırmayabaşlamıştı; düşünce dünyasını en çok etkileyen ve Batıya iyideniyiye yönelişini sağlayan kitap lise yıllarında okuduğu "Madde veKuvvet"ti. Buchner’in bu kitabı ona göre Materyalist felsefenin en önemlieseri idi. Bu kitabı okuduktan sonra, biraz da diğer insanlardan ayrıcalıklıolma adına ateizmin kalesine atmıştı onu. Marx, Engels ve Nazım’ınkitaplarını da okumuştu ve bütün sırlar artık çözülecekti. Bunlardinden, mistisizmden öyle soğutmuşlardı ki Meriç’i, vaaza benzeyen her düşünceyekulaklarını tıkıyordu. Buna mukabil "Zola’yı seviyordum, çünküdinsizdi" diyebiliyordu. Uzun bir süre mâişetini de temin etmek amacıylaBalzac tercümeleri, Balzac etütleri yaptı. Çağdaş düşünceyi kaynağındanyakalamak için Saint Simon ile Proudhon’a yöneldi. Saint-Simon için, yalnızPozitivizm, yalnız Sosyalizm değil burjuva endüstrializmi de onun eseridiyordu. 1960’lı yıllara kadar Meriç’in tecessüsünün yöneldiği kutupAvrupa’dır. Fakat Batı’da sığınmak istediği her bir kale, âdeta onun üzerineyıkılmış, inkâra kadar giden bir tahribata yol açmıştır.

    Meriç’in yeni yöneldiği alan Hint kültürüdür. Hint’ten düşünce hürriyetini,düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmeyi öğrenmiştir. Birtarih hocasının Hint’le uğraştığı için onu ayıplaması üzerine,"eskiden Batı aforoz edilirdi, şimdi Doğu aforoz ediliyor. Daima aforoz,daima duvar, daima husumet. Bu lanet çemberini nasıl yıkacağız?.. Bundansonra kütüphanene dön, yani kitap ol, aydınlan ve aydınlat"2 diyerekideoloji tutsaklığına ve tahripkâr Batıcılığa karşı toplumu aydınlatmagörevini üstlenir.

    1968’lere kadar insanlığın düşünce tarihini inceleyen Meriç, bir Konyayolculuğu sırasında bir üniversiteli gencin "Sen bizden değilsin"demesi üzerine, ben ve onların kim olduğunu düşünür ve "Uçurumunkenarında uyanıyordum. Demek boşuna çile çekmiş, boşuna yorulmuştum. Buhüküm hakikatin ta kendisiydi" diyerek aradığı hakikatin kendi öz değerlerindeolduğunu keşfeder. Aynı zamanda kendisiyle birlikte yanlış istikamete gitmişTürk aydınlarına ithafen şöyle der: "Tanzimat’tan bu yana Türk aydınınınalın yazısı iki kelimede düğümleniyordu: Aldanmak ve aldatmak. Senaryoyubaşkaları hazırlamıştı, biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanınkurbanı olmuşlardı. Avrupa’yı tanımamak gaflet; Avrupa’yı tanıyan ülkesindenkopuyor. Bu lanet çemberinden nasıl kurtulacağız."3

    İnsanlar sadece ülkesinden kopmakla kalmıyor, dininden de kopuyordu. Çünkümodernlik ve bilimsellik üzerine oturtulduğu iddia edilen yeni medeniyet, müntesiplerininâdeta içinden ruhunu çıkartıp maddileştiriyor, gözünün birini köredip, sebepler dairesinde yolunu şaşırtarak, sefahatle avunduruyor, bunun adınada özgürlük diyordu. Meriç, sebepler dairesinde çok dolaşmış ama Müsebbibü’lesbaba ulaşmış bahtiyarlardandı.

    "Ben de belli bir çağın insanı olarak kültürün hizmetinde idim şimdiyekadar. Dünya kütüphanelerinin kapılarını yurdumun insanlarına açmakistedim. Hint ormanlarının uğultusunu taşıdım, edebiyatımıza. Batınınbüyük düşünce fatihlerini konuşturdum. Eserlerimin ‘kültür’ cildi aşağıyukarı tamamlandı. Bundan sonra ‘İrfan’ cildi başlayacak. Ayrıntılarlafazla uğraştım şimdiye kadar. Artık bu uzun yolculukta devşirebildiğimhakikat meyvalarını takdime çalışacağım okuyucularıma. Kültürden çokirfanla uğraşmak istiyorum. İrfan, Batı intelijansiyanın ‘Gnoz’ (gnose) adınıverdiği ‘ilm-i Ledün’dü. Karanlıkları ışığa boğan bir şimşek. Yarıilham, yarı seziş. Cedlerimiz, ilâhi esrarın heybeti karşısında, ‘Sübhane.Maarefnâke hakkı marifetik, ya Maruf’ diye çırpınıyorlardı."4

    Gerçekten Meriç, 70’li yıllardan itibaren bütün nass’ların peçesini sıyırmış,bütün hakikatleri tenkit süzgecinden geçirmiş bir entelektüel olarak,Yaratan’ının rızasına talip, ülkesini ve insanlarını her türlüideolojik kültür istilasına karşı uyaran bir mürşit olarak karşımızaçıkmaktadır.

    Batı Medeniyeti ve "Müstağrip"ler

    Cemil Meriç, Tanzimat sonrası çağdaş Türk aydınını, kendimukaddeslerini ve değerlerini tanımayan, Avrupa’nın zevkperestliğine aldanmışmüstağripler kervanı olarak görmektedir. Bu konu ile ilgili görüşleriniMeriç’in kendi güzel ifadelerinden aktaralım:

    "Çağdaşlaşmak" Avrupa’nın yeni bir ihraç metaı, kokain ve LSDgibi… Şuuru felce uğratan bir zehir. "Çağ-dışılık" ithamı,iftiraların en alçakcası, en abesi. Aynı çağda muhtelif çağlar vardır.Çağdaşlaşmak neden Hıristiyan Batı’nın putlarına perestiş olsun?

    Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkar etmek ve peşin peşinköleliğe razı olmak değil mi? Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşmanbir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çokdaha insanca bir medeniyetin."5

    "Türk düşünce tarihi, ülkesiyle göbek bağını koparan birintelijansiyanın dramı. Bu bahtsız kafilenin bayrağını taşıyacağı içtimaibir sınıf yok. Vatanında gariptir. Alkışlayıcısı: Ekalliyetler veAvrupa.

    Abdullah Cevdet, yeni bir vatan arayan bu ıstırap kervanının en samimitemsilcisi. Paris’e giderken bir yangından kaçtığını sanıyordu gençdoktor. Hürriyete ve irfana susuzdu. Tek düşmanı vardı: istibdat. "İhtiyar’ımenfa"sına ayak basar basmaz milletler arası maceracılar aldı etrafını.Ne istiyorlardı? Devlet-i Aliyye’yi parçalamak. Hayalperest şair, padişahasavaş açan bir gazetenin başyazarı oldu: "Osmanlı". Ama halka yayılamadıgazete. Halk halifeye bağlıydı. Abdullah Cevdet anladı ki: Önce Osmanlınınkafasını değiştirmek lazım, kafasını ve kalbini."6 Çok az okuyucusuolan gazete ile bu işin olmayacağını anlayan Abdullah Cevdet, 1904’te tekmedeniyet olarak gördüğü Avrupa medeniyetini tanıtmak amacıyla "İçtihad"dergisini çıkarmaya başlamıştır.

    Meriç, müstağriplere örnek olarak 1909’da Türkiye’ye gelen "FrenkAhmet"in (Ağaoğlu Ahmet) görüşlerini de aktarır. Dünyada üçmedeniyet vardır yazara göre. Bunlardan biri (yani Garp medeniyeti), diğeriki medeniyeti (İslâm medeniyeti ile Budist-Brahman medeniyetini) tahakkümaltına almıştır: "Necat ve halâsımız için Avrupa medeniyetini olduğugibi temessül etmekten başka çare yoktur." Peki medeniyet nedir?"Tarz-ı hayattır" diyor Ahmet Bey, "hayatın kâffe-i tecelliyâtı,maddî-manevî bütün şuûnudur… Tefekkür ve tecessüs tarzından başlayarak,teşebbüs şekline kadar hayatın bütün tecellilerini" kucaklar."Aynı medeniyet zümresi aynı kafa ile düşünür, aynı kalp ilehisseder, aynı manevî cihazlarla mücehhezdir." Yaşamak için "Yalnızlibasımız ve bazı müesseselerimizle değil, kafamız, kalbimiz, tarz-ı telâkkimizve zihniyetimiz itibariyle de Avrupa’ya uymalıyız." Ama bunun için"şahsiyet-i milliye"mizi feda etmek lazım gelecekmiş. Adam; şahsiyet-imilliye de nedir ki? Din, ahlâk, hukuk… birer safra. Gemimizi kurtarmak içinvazgeçeceğiz onlardan."7

    Meriç, "Ananeye düşman, tek mabutları vardı: Teceddüt; tek mabetleri:Avrupa." diye tanımladığı Celâl Nuri, Abdullah Cevdet, Baha Tevfikgibi kişilerin amacını şu şekilde özetler: "Sözde bir isyandı bu.Taassuba, istibdada karşı zekanın direnişiydi. İzmihlâlin mes’uliyetiniimana yükleyen bu zavallılar bir asır önceki Fransız intelijansiyasınınkiliseye karşı savaşını tekrarlayan şuursuz birer aktördüler. Zehirlitelkinleri mukavemet kalelerini yok etti. İmansız ve idealsiz nesiller türettik.Pusuda bekleyen yabancı ideolojiler setleri yıkılan ırmaklar gibi yayıldılarülkeye."8 Osmanlı barbardı, İslâmiyet gericilikti, biz Hititler’in, Sümerliler’inçocuklarıyız deyip tarih düşmanlığı, Türkleştirilmiş nasyonalsosyalizm veya sosyalizm gibi hazmedilmesine imkan olmayan inanç manzumeleri, dünyagörüşleri mustağripler vasıtasıyla yayılmıştır. Batı’nın yükselen sınıflarıiçin hayırlı olan dinsizlik bizim için çözülüş olmuştur.

    Meriç, kendi değerlerinden kaçış ve yeni arayışlar içersinde olan baştaServet-i Fünûn’cular olarak müstağriplerin Zerdüşt’den de ilham almaya yöneldiklerinianlatır. Çünkü Meriç’e göre Avrupa’nın Asya’dan ilk benimsediği ve ilktercüme ettiği, İslâm’ın gümrah nurunun söndürdüğü, İran’ın ateşperestiZerdüşt’ün Avesta’sıdır. 19. asır tarihçileri İran’ın bu ateşperestinikendi emellerine tercüman yapmışlardır.

    "Rıza Tevfik Avesta mübdiinin aryânîliğini ispata kalkıştı. Münakaşaaylarca sürdü. Evet bir imparatorluk parça parça yıkılırken ulemâ-yırusûm İran’ın "filozof-u tabiîsi" uğruna her fedakârlığı gözealıyor, her zillete katlanıyordu.

    Şark düşmanı intelijansiyamızın, Şarklı bir hakîme karşı beslediğibu derin muhabbeti nasıl izah edeceğiz? Avrupa’ya olan sadakatiyle. Zira, şairlerimizinterennüm ettiği bu Zerdüşt, Avrupalı bir Zerdüşt’tür. Ve zerdüştperestulemâmızın tek amacı vardır: İslâmiyet’i unutturmak."9

    Cemil Meriç, Cumhuriyet dönemi aydınlarını da, bazı istisnalar dışında,yerden yere vurur ve Avrupa’nın Yeniçerisi, kendi tarihini tahribe memur, şuursuzve idraksiz kişiler olarak görür.

    "Kendine mahsus hiçbir fikri, daha doğrusu hiçbir fikri yoktur. Batıdili bilmez. Osmanlıca bilmez. Ebediyyen vesayet altındadır. Huysuzluğuintibaksızlığından gelmektedir. İntibaksızlığı tembelliğinden. Sağıncilasını kazıyın, altından kıskançlık çıkar. Üzümle tilki hikayesi.

    Sol, papağandır. Öğretilenleri tekrar eder. Topaldır, koltuk değnekleriile yürür. Hareket etmek için mutlaka bir Batılıya muhtaçtır. Dost olmanıziçin dilini konuşmanız lazım. Dilini, yani seçtiği pirin, mürşidindilini. Sembollere ve sloganlara mahpustur. Reçete ister. Bu yeni yobazlık,kendimize ait her mukaddese kulaklarımızı tıkayıştır. Kendimizden kaçıştır.Nereye? Şuursuzluğa."10

    Bediüzzaman ve Yogi ile Komiser

    Hastalık teşhis edilmiştir. Bilim adına, Batılılaşma sevdasına dinsizlikcereyanı hüküm-ferma olmaktadır. Bu durum karşısında bir mütefekkirolarak, fikrî cephede kültür tahripçilerine karşı mücadele veren Meriç,inançsızlığa karşı mücadele veren Bediüzzaman’ın fikirlerine veaksiyonuna da dikkat çekmektedir.

    "Said, dağ başında va’z eden bir mürşit. Hor görülenler, her şeyinikaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın. Nass’ların yalçınduvarları arkasından geliyordu bu ses, tarihin içinden geliyordu: Kabuğunaçekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayalî insanlar o konuştukçagerçekleşti. Yani Nurculardan önce kelâm var. O konuştukça, laikliğinkartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi(!)ile Anadolu, tereddütle inanç karşı karşıya geldi."

    Nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfrekarşı imanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risale bir çığlık,şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi sesböyle sayhalaşır mıydı?

    Tanzimat’tan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa olarak Nurkalesi önünde geriler. Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazlarıiçin bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu. Nurcularıyok farz etmek, gaflet. Nurcular adalarında kendi hayatlarına devamedebilirler. Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevifildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısınıanlamaya çalışmak.

    Said Nursi, bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç.Tefekkürden çok iman. Said’in kavgası, Yogi ile Komiserin kavgası."11

    Yogi ile Komiser’in kavgası neydi? Büyük bir tecessüsle bir çağınmuhakemesini yapan Koestler, eserinde Gandhi ile Lenin’in fikirlerini, mücadelebiçimlerini sembolize etmiştir. Şöyle ki: "Komiser dünyayı dışarıdandeğiştireceğine ve devrimle bütün felâketleri ortadan kaldıracağınainanır. Amaca götüren hile, hıyanet, zehir şiddet gibi her vasıta ona göremeşrudur.

    Yogi ise dıştan hiçbir şeyin düzelemeyeceğini bilir. Onun metodunda ruhîkuvvetleri terbiye vardır ve zor yoktur. Fert, görünmeyen bir göbek bağıylasonsuza bağlıdır.

    Koestler. Komiserin bütün çabalarının insan tabiatını değiştiremediğine,Yoginin de kişiyi sonsuza bağlayıp terbiye etmek istediğine dikkat çekmektedir.

    Kostler’e göre bizi, ne yalnız veli kurtarabilir, ne ihtilalci. Çağdaşinsana kutsiyetini ve bütünlüğünü kazandırmanın yolu murakabedir.Kutuplar arasında âhenk kurulmadıkça, insanlığın istikbali tehlikededir.12

    Cemil Meriç, Said’in kavgasını Yogi ile Komiserin kavgasına benzetmekle gerçektençok önemli bir amaç ve mücadele şekline dikkat çekmiştir. Nursî’nindavası her şeyden önce îman davasıdır ve jakoben bir şekilde"inanacaksan bilime inan" denilerek, Allah ile irtibatı kesilmeye çalışılanbir nesli, sonsuza Allah’a bağlamaktır. İnsanı manevi değerlerle besleyip,terbiye etmektir. Metodu da kalpten kalbe, gönülden gönüle, fertten ferde îmanhakikatlerini bütün insanlığa ulaştırmaktır. Bir nevi Yogi’nin mücadeleşeklidir. Fakat, Nursî’nin kurtuluş reçetesi Koestler’den farklıdır. SaidNursi, din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okunup anlaşılmasındanhakikatin tecelli edeceğini, yalnız fen ilimlerinden inkar, yalnız dinilimlerinden de taassup doğacağını belirterek, insan ve toplum ahengininprojesini sunmuştur. Koestler’in anlaşılmaz murakebe kavramıyla gerçekahenk, mutluluk ve medeniyet kurulamaz.

    Doğu ve Batı Muhasebesi

    Cemil Meriç, "Işık Doğudan Gelir" kitabında bir nevi Doğu ve Batımedeniyetinin defter-i âmalini mukayese ederek, İslâm medeniyetinin kaynaklarınıteşkil eden kamus ve ansiklopedi türünden eserleri, Yunan felsefesiyle, İslâmiyet’iuzlaştırmak isteyen filozofları, akla, hür düşünceye önem vermiş olanonuncu yüzyılda yazılmış olan İhvan-ı Safa risalelerini tanıtmaktadır.Ayrıca medeniyetin kutup yıldızları kaynaklarından olarak kabul ettiğiTevrat ve İncilleri de inceleyip, Türk okuyucusuna aktarmakta, Kitab-ıMukaddes, Kur’an ve Bilim üçgeninde medeniyetlerin menşeini ve tarihini değerlendirmekte,İslâm’ın cihanşümül, sağlam kaynaklarına dikkat çekmektedir.

    "İslâm medeniyeti de yekpâre bir bütün, İslâm dünyası, Hicret’tenbu yana çeşitli ikbâl ve idbâr devirleri yaşamış, fakat aslî cevherini büyükbir titizlikle korumuştur. Bu medeniyetin dayandığı mukaddes kitaplar,milyonlarca insanın yoluna ışık serpmiş ve serpmektedir. İslâm’ın"Muhit ül Maarif"i Kur’an-ı Kerim ile Hadis-i Şeriflerdir."13

    Meriç’e göre madde üzerinde hakimiyet kuran Avrupa’nın, kendi hakimiyeti veçıkarları uğruna zorba ve sefahat sütunları üzerinde inşa ettiği yenimedeniyeti insanın ruh dengesini bozmuş, kabaran iştihası ile Dünyanındengesini altüst etmiştir. Avrupa’nın hakiki İsevilerinden ve mütefekkirlerindende bu duruma isyan vardır. Cemil Meriç bu sefaletten yorgun, çıkarcıAvrupa’ya, kendi içerisinden, inançlı, kalbi insanlık ateşi ile tutuşmuşgerçek aydınların da isyan ettiğini bildirir bize.

    Lamennais, kilisenin aforoz ettiği, Hıristiyanlığın en coşkun, en inanmışsavunucusudur. Düşünüre göre, on dokuzuncu asır Avrupa’sını, akıldışıbir yobazlık dalgası önüne katmıştır: Akla perestiş. Hangi akla? Maddîçıkarlarını bir çoban köpeği uysallığı ile koruyan, alelâdeihtimalleri ezelî kanun diye sunan, bakkal terazisi kadar hassas, bakkalterazisi kadar yalancı bir aşağı bir yukarı. Lamennais bu sahte tanrıyaisyan eder. "En hasta asır kendini hataya kaptıran asır değildir;hakikatten yüz çeviren, hakikati küçümseyen asırdır… Coşkun heyecanlarınolduğu yerde güç tükenmemiştir, ümit vardır henüz. Ama ya kıpırdanışlarsona ermiş, nabız durmuş, kalp soğumuşsa… Yakın ve önüne geçilmez birçöküşten başka ne umulabilir? Neden saklamalı? Avrupa’da toplum hızla buvahim âkıbete koşmaktadır."14

    Gerçekten medeniyetlerin menşei ve tarih iyi incelenip mukayese edildiğindehakikat bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. İslâm, insanıterbiye edip, eşyanın, kainatın efendisi yapmış, Batı, insanı maddenin, eşyanınkölesi yapmıştır. Meriç, insanı eşyalaştıran, insan haysiyetini sıfıraindiren, cinayetlerle, âdiliklerle örtülü Batı medeniyetinin kirli yüzününasslara dayanarak ve tarihten örnekler vererek ortaya sermektedir.

    "Semavi kitapların emri: "Öldürmeyeceksin". HıristiyanAvrupa, en sefil çıkarları için dünyanın bütün mandarenlerini öldürdüve öldürmeye hazır. Goethe: "Ya örs olacaksın, ya çekiç" diyor.Şark, Sâdi’den Gandhi’ye kadar aksi kanaatte: "Yemin ederim ki, dünyanınbütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez." Kim haklı?15

    "Asya alacaklı. Alacaklı ama, Avrupa’nın da ondan alması gereken nicedersler var. Batı düşüncesi, bilginlerin bütün himmetlerine rağmen,Asya’nın mesajını kavrayamadı. Bu mesaj başka tecrübelerin ifadesiydi.Avrupa yaşamamıştı bu tecrübeleri.

    Batı, vücudun faaliyetleriyle ruhunkileri birbirinden ayırmaya çalıştı.Daha doğrusu birbirine kapalı iki dünya olarak düşünmüştü onları.Felsefî, ahlâkî, dinî düşüncelerinin temelinde bu inanç yatıyor.Tekniklerine, pratik hayatına istikamet veren bu davranış. Batı, maddî dünyaylamanevî dünya arasındaki sürekliliğin farkına daha dün varabildi.Psikiyatrinin, psikanalizin, psikosomatik tıbbın gelişmesini bekledi bunun için.Bu anahtarı yeni sanıyor, kullanmasını beceremiyor pek. Asya asırlardanberi ustaca kullanmış onu, ne var ki başka amaçlar için kullanmış. Üç yüzyıldan beri mekanik araçlarını geliştirmiş Batı, vücut teknikleriyle uğraşmamış.İnsanın emrindeki en tabiî âlet: Vücut. Batılı bu aleti pek az tanıyor.İnsan vücudunun keşfi, insan ruhunun da yeniden keşfi olacaktır. Batınınbu konuda rehberi: Doğu.16

    "Çarpışan iki medeniyet var: Türk-İslâm medeniyeti bin yıl fetihleryapmış, belli ölçüleri, belli zaferleri, belli başarıları var. İhtiyarlamış.Hıristiyan Batı medeniyeti hem temelinde, hem de içtimaî yapısında farklıve başka. Bence en esaslı fark insana bakışlarında. Osmanlı için insanuluhiyetin nusha-yi suğrası. Mukaddes ve muhterem. Servet ve mevki gibi tesâdüfîtefavütlerin dışında bir insan haysiyeti var. Batıda yok bu. Batı evvelakendi insanına karşı zalim. Batı’nın tarihi, bir sınıf kavgası tarihi,doğru. Bu egoizm, coğrafî hudutların dışında büsbütün azgınlaşıyor.Avrupa, insanı tabiatın bir parçası saymaktadır. Dış dünyayıkaprislerine alet eden Batı, insanı da aynı muameleye tâbi tutar."17

    Bütün peygamberler Doğu’dan gelmiştir. Güneşin Doğu’dan doğduğuhakikati kadar, insanlığı fikren ve ruhen aydınlatan ışığın da ilahîmenşee dayalı olarak Doğu’dan geldiği âşikardır. Ancak, günümüz İslâmdünyası modernizmin ve maddeten terakki etmiş Batı’nın tahakkümü altındadır.Bu durum karşısında İslâm aydını, Abbasiler döneminde Yunan ve İran düşüncesiniİslâmî özelliklerle kaynaştırarak benimsemesi olayı gibi bugün de kültürelbir devrim arzusu yerine, kendi irfanını Batı’nın bilim ve tekniği ilekaynaştırmasını bilmeli, Doğu’da ve Batı’da hiçbir kötülük ihtivaetmeyen gerçek medeniyeti ihya etmelidir. Böylece Cemil Meriç’in hülyasıolan "… Doğu ile Batı’yı, insan beyninin bu iki yarım küresini birleştirmek"18şeklindeki Avrasya ideali gerçekleşir.

    Dipnotlar

    1. Mustafa Armağan, Düşüncenin Gökkuşağı Cemil Meriç, Ufuk Yay., s.38.

    2. Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay., s. 46-47.

    3. Meriç, Bu Ülke, s. 51.

    4. Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İnsan Yay., s. 11-12.

    5. Meriç, Bu Ülke, s. 97.

    6. Meriç, Bu Ülke, s. 139.

    7. Meriç, Bu Ülke, s. 156-157.

    8. Meriç, Bu Ülke, s. 174-175.

    9. Meriç, Bu Ülke, s. 148.

    10. Cemil Meriç, Jurnal II, İletişim Yay., s. 198-199.

    11. Meriç, Bu Ülke, s. 246-247.

    12. Meriç, Bu Ülke, s. 211-212.

    13. Cemil Meriç, Işık Doğudan Gelir, Pınar Yay., s. 32.

    14. Meriç, Bu Ülke, s. 238.

    15. Meriç, Bu Ülke, s. 206.

    16. Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, İletişim Yay., s. 25.

    17. Meriç, Jurnal II,s. 202.

    18. Ümit Meriç Yazan, Babam Cemil Meriç, İletişim Yay., s. 75.